Serra Yılmaz'ın ilk kez yönetmen koltuğuna oturduğu 2 Şubat'ta gösterime giren 'Cebimdeki Yabancı' filmi hakkında konuştu.

Ferzan Özpetek'in yapımcılığını üstlendiği filmle ilgili Yılmaz bir uyarıda bulunuyor:  “Siz siz olun sakın bu oyunu oynamayın”

Cumhuriyet'ten Öznur Oğraş Çolak'ın Serra Yılmaz ile ropörtajı şöyle:

“Cebimdeki Yabancı” ve yönetmen koltuğuna oturma fikri nasıl ortaya çıktı?

Ferzan filmin konusunu duyuyor ve o anda müthiş kapılıyor. Filmin haklarını satın alıyor hemen. Ferzan’ın ileriyi görme gibi bir vizyonel tarafı var. İlk haklarını satın alan kişi o. Türkiye’de prodüktörlüğünü yapmak istiyor çünkü aynı zamanda kendi filmlerinde de bir miktar prodüktörlük yapıyor. Biz “İstanbul Kırmızısı”nı çekiyorduk. Filmin orijinalini ben de İtalya’da görmüştüm ve çok beğenmiştim. Sözü geçti “Ben bu filmi Türkiye’de yapmak istiyorum ama kendim çekmek istemiyorum başka bir yönetmen çeksin” dedi... Ben de gayri ihtiyari “Ben çekeyim” dedim. Sonra gündeme geldi, gündemden düştü bir ara çok lafını ettik bir ara etmedik. Öyle mi olsun, böyle mi olsun diye en son, yazın ağustos ayında tekrar gündeme geldi ben de apar topar geldim Türkiye’ye. Hazırlıklara başladık cumburlop çekimde bulduk kendimizi. Çok güzel bir kadro oluşturduğumuza inanıyorum ve bütün oyuncuların çok iyi olduklarını, çok şey verdiklerini düşünüyorum bu filme... Sonuçtan memnunuz.

İtalya’daki filmin orijinaliyle, “Cebimdeki Yabancı” arasında nasıl bir fark var?

İtalya’daki filmle bu film arasındaki farkı söyleyemem, iki filmi de bilenler için bir süpriz. Ayrıca da filmin sonu.

Oyuncu kadrosunu nasıl belirlediniz?

Oyuncu kadrosunu BKM ve Ferzan ile birlikte seçtik. Belirli tarihlerde müsait olan oyunculara tabii ki baktık. Sonra gördüğümüz oyuncular için de hangi tarihte çekeceğiz, kimler müsait ona dikat ettik. Çiftleri birbirine yakıştırma durumu oldu. Kim kiminle daha inandırıcı bir çift olur diye. Bütün bu olasılıklardan bir denklem çıktı ortaya ve denklemle bir netice çıktı ve biz bu niteceden çok mutluyuz.

Filmin çekimleri bir stüdyoda gerçekleşti. Peki hiç gerçek mekân kullandınız mı?

Ümraniye’de bir stüdyoda, platoda çalıştık. Onun hem iyi hem kötü yanları var. Stüdyoda çalışmak tabii ki çekim açısından çok rahatlatıcı, kamera hareketleri açıları ona göre ferahfeza oluyor. Birkaç tane farklı mekânda iş yaptık. Şebnem ile Buğra’nın oynadığı ve Leyla ile Şükrü’nün evi gerçek bir mekândı. Onun dışında da gerçek bir mekân görmüyoruz zaten. Sanat yönetmenimiz Deniz Göktürk Kobanbay bize çok güzel bir daire yaptı. Bugün Deniz’e “Deniz’ciğim ben galiba o daireyi satacağım” dedim. Çünkü bana bir takım sorular geliyor o daire nerede diye. “Hayali bir daire satacağım, stüdyodaki filmin dairesini satışa çıkaracağım” dedim çok güldü... Çok talip var, herkes “nerede bu daire” diye soruyor, öyle bir daire yok aslında. Hem Deniz’in yaptığı sahne düzeni çok çok güzel. Hem de o kadar inandırıcılık duygusu yüksek ki. Manzara yerleştirmeleri ve balkon çok iyi. Mesela bir oyuncu arkadaşım balkon nerede acaba dedi. Balkonu bir evde çekmişiz, iç mekanı bir stüdyoda yapmışız zannediyor. Balkon da dekor.

Bu ilk yönetmenlik denemesi nasıldı, devamı gelir mi?

Biraz iltimaslı bir ilk yönetmenlik denemesiydi. Bir tarafta BKM var. Ferzan sürekli destek oldu. O yüzden iltimaslı bir öğrenci gibiydim. Devam eder miyim şu anda bilmiyorum. Önümüzdeki zamanda içimde gelişen duygular ve bir şeyleri anlatmak isteyecek miyim bilmiyorum.

Filmin süresi de ideal, 96 dakika...

Evet süresi 96 dakika. Bence bu süre çok iyi, ben uzun işlere meraklı değilim. Tabii ki bazı filmler değişik denemeler ya da belgeseller daha uzun olabiliyor. Ama kendi payıma kısa olandan yanayım. İnsanların konsantrasyon kapasitesi sürekli azalıyor. Onun için çok uzun işlerle seyirciyi zorlamaktansa az ve öz en doğrusu bence.

İtalya’da üç oyunda rol alıyorsunuz?

Evet şu anda İtalya’da üç oyunda oynuyorum bir tanesi tek kişilik bir oyun ama ondan da monolog diye söz etmiyorum bir çeşit diyalog. Bir müzisyen saksofoncu var sahnede, ben ve onun müziğiyle bir uyum içindeyiz. Tam bir saat oyunun süresi. “Son Harem” oyununun bir kaç turnesi kaldı. Antalya’da tiyatro festivaline de katılmıştık. O oyun İtalya’da hiç olmayan bir şeyi başardı. İtalya’da yıllarca sürmüyor oyunlar. İtalyan seyircisi biraz özel. Ama Floransa seyircisinin o oyuna özel bir ilgisi var. Geçen sene oynamadık, eğer oynasaydık 13’üncü yılı olacaktı. Seyirci beni sokakta durduruyor “niye yok neden oynamıyor, görümcemi, yeğenimi götürcektim” diyorlar. 12 yılda 8 defa seyredenler var oyunu. Bir klasik haline geldi. 10 oyun planlamıştık. İtalya’da bütün sezon oynamıyor oyunlar, şehirde 10 gün oynuyor ve sonra turneye gidiyor. Onların sistemleri bizimkinden farklı. Diğer oyunum Elif Şafak’ın aynı adlı romanından uyarlanan “Baba ve Piç.” Bu sene dördüncü yılı... Roma’da oynuyoruz. Mart ayında da turnelerimiz olacak.