"Kelebeklerin bile çocuklardan daha uzun yaşadığı bir coğrafyada

Size hangi şiiri yazayım"

Ahmed Arif

Çok acılara şahit oldu bu coğrafya. Nice gözyaşı, nice kan döküldü topraklarına. Toprak suya doyduğunda çamurlaşır ya, kana doyan toprak da çamurlaştı.

Nice bebeler, kendisinden büyük, yaşından fazla mermilerle katledildi. Katleden katil, gözlerimizin önünde kayboldu, bulunamadı! 

Nice analar, evlatlarından elli metre ötede vurulup düştü soğuk taşların üzerine. Yavaş yavaş, acı içerisinde, kanını son damlasına kadar toprağına akıtarak can verirken, evlatları, kendisine ulaşamamanın çaresizliğinde kahroldu.

Bodrumlardan tüten yanık et kokusu bile uyandıramadı insanlığı derin uykusundan.

Nice Ceylan’lar parçalandı kendisinden ağır bombalarla!

Kafası kesilerek öldürülen insanların haber değeri bile olmadı, insanlığın değer kaybettiği coğrafyasında.

Ölümün nereden, nasıl ve ne zaman geleceğini bilemez oldu insanlık. Tren garında, otobüs durağında, stat çıkışında, Beyoğlu’nda, Kızılay’da, Diyarbakır’da, Suruç’ta, Reyhanlı’da, coğrafyanın ayrımsız her yerinde, her anında, değişik şekillerde ölmek “fıtrat” oldu. 

“Şehitlik” kavramı sürekli ululandı, sürekli değiştirildi, mertebeleşti. Çanakkale şehitleri Kore şehitlerinden üstün sayıldı. Güneydoğu şehitleri Kıbrıs şehitlerinden, 15 Temmuz Şehitleri, İstiklal savaşı şehitlerinden üstün görüldü.

Sıra, bize ait olmayan topraklarda, bize ait olmayan çıkarlar adına yapılan savaşta ölen gençlere verilecek şehitlik mertebesine geldi. “Suriye şehitleri diğer şehitlerden daha üstündür” dendi.

Bombalar canlandı, İnsanlar öldü!

Ölüm kutsallaştı.

“Halk tipi ölümler”, bombalarla, hastalıkla, iş cinayetleri, erkek şiddeti veya yoksulluk sonucu ölümleri konuşmak bile gereksiz oldu.

“Devlet tipi ölümler”, yerine, zamanına ve şekline göre değişik mertebelerle kutsallaştırıldı. Ne de olsa “devletin bekası” içindi bu ölümler.

Ne de olsa “seve seve” şehit oluyorlardı, zorunlu askerler!

Devlet için ölmek herkese nasip olmazdı. Tüm devlet erkanı da şehitlik mertebesine ulaşmak istiyordu ama görevleri gereği olamıyorlardı! Şehitlik mertebesi sadece “Halk” için vardı. Oy verenler için, vergi verenler için koyulmuştu bu ödül!

Parayla, mevkiiyle, rütbeyle satın alınabilecek, ulaşılabilecek, kazanılabilecek olsaydı, önce yöneticiler, zenginler ve rütbeliler şehit olurdu. Ancak çok istemelerine rağmen! Onlara bu şahadet şerbeti yasaklanmıştı!

Son olarak (şimdilik) iki gencecik erimiz yaşamlarını vahşice bir yöntemle yitirdi. Sosyal medyaya düşen görüntüleri defalarca izlemeye çalıştıysam da hiçbirinde sonuna kadar izleyecek yüreğe sahip olamadım.

Her seferinde, ne kadar acı çektiklerini, nasıl bir duygu içerisinde olduklarını anlamaya çalıştım. Anlayamadım. 

Ateşten kaçmaya çalışmaları, bedenlerinin zincirlenmiş olmasına rağmen çaresizce çabalamaları, yerde yuvarlanmaları ve umutsuz kabulleniş.

Neredeyse ellerli köz haline geldiğinde bile açılıp kapanan göz kapakları!

Kor haline gelen bedenin kıpırdaması!

bir taraftan neden vahşeti ve acıları sadece yoksul toplumların yaşadığını düşünürken, iki askerin yaşadığı vahşeti de  anlamaya çalışıyordum. Anlayamayacağımı bile bile.

Anlayamadığım sadece vahşet değildi.

İki genç, istemeden gittikleri yabancı topraklarda vahşice yaşamlarını kaybettiler. Vahşi katliam başlamadan önce söyledikleri birkaç cümle için sosyal medyada hemen “hain” olarak ilan edildiler.

“Türk askeri, etleri lime lime edilse de asla ihanet etmez miş…”

“O konuşmaları yapmak vatana ihanet miş…”

Eli hiç yanmamış, yanık acısı tatmamı, zoru görmemiş, yaşamamış birinin, az sonra yanarak öleceklerini bilerek, sessiz sakin sonlarına razı olmalarını düşünmesi gayet normal. Askerliğin “zorunlu” olduğunu unutmuş. Gönüllü olsaydı belki bir yere kadar yorumlarına katılırdım. 

Kişinin, zorunlu askerlik yaparken, kendi yurdundan uzak bir savaşta vahşice katledilmesi sonrası “Vatan Haini” olarak ilan edilmesi insanlık dışıdır.

Diğer taraftan, bize ait olmayan topraklarda savaş için izin vermiş bir muhalefet partisinin lideri, “belli acılara katlanmak gerektiğini” öğütlüyor, ölen ve bundan sonra ölecek olan gençlerin ailelerine!

Bugün genç askerlerin ölüm haberleriyle uyanıyorsak bunda senin de, tezkereye imza atarak aldığın sorumluluğun var. Önce onun hesabını ver, sonra acılarımıza katlanma konusunda yardım et.

“En kolay katlanılan acı, başkalarının acısıymış” derler ya gerçekten doğrudur. Çünkü “Başkalarının acısı” dediğinde, zaten ayrımını koyuyor, acıyı ötekileştiriyor, böylece kendini insanlıktan çıkarıyorsun.

Bir ülkenin geleceğini güvenceye almak için sınırlarının dışına çıkıp savaşması gerektiğini bilmiyorduk!

Bir ülke sınır güvenliğini kendi içerisinde sağlayamıyorsa, sınırları dışında hiç sağlayamaz. Bir ülke hangi amaçları göstermiş olursa olsun, sınır dışına asker yolluyorsa, en hafif değimle, iyi niyetli değildir.

Başka ülkenin topraklarında askeri harekât düzenliyorsan, bir gün aynı koşulları yaşama ihtimalini de düşüneceksin. 

Bu hakkı kendinde gördüğün anda, bir başka devlet de aynı hakkı kendisinde görerek senin sınırlarını ihlal edip, toprakların üzerinde kendi güvenlik savaşını yapabilir!

Bize ait olmaya bu savaş içinden bir an önce çıkmalı, ülkede barış ve demokrasinin tesisi için çalışmalı, toplumsal kin ve kavgalardan uzaklaşmalıyız.