Bir toplumdaki siyasi düzen ne kadar fazla özgürlüğün yaşanabilmesine izin veriyorsa, o toplumda kendini farklı hissedenlerin farklılıklarını yaşayabilmeleri de o kadar mümkün demektir. Eğer böyle bir toplumda kendini farklı hissedenler farklılıklarını yaşayabiliyor ve bu farklılıkları çerçevesinde örgütlenip kendilerini tüm topluma duyurabiliyorlarsa, orada “kol kırılır yen içinde kalır”anlayışının da zemin bulması pek mümkün değildir.

Aksine eğer toplumdaki siyasi düzen, kendini farklı hissedenlerin farklılıklarını, bırakın yaşamayı, ifade etmeyi dahi yasaklamışsa böyle bir düzende farklı olanların kendi aralarında “kol kırılır yen içinde kalır” ataerkil zihniyetinin zemin bulması kadar siyasi “şiddet”in de yeşermesi çok mümkündür.

Dolayısıyla, bir toplumda şiddet, şiddet yapan insan grubuna ait özelliklerden dolayı değil, o insan grubunun siyasi düzenle kurduğu ya da kurmak durumunda kaldığı ilişkilerden kaynaklanır.

Ülkedeki siyasi düzenin, toplumun neredeyse tamamının farklılıklarını yaşayabilmeleri yerine onlara kendi kabul ettiği “yurttaşlık” gömleğini giydirmeye çalışan bir anlayışla kurgulanmış olması kendini farklı hisseden hemen hemen tüm toplum kesimleri içinde az ya da çok bir “şiddet” kültürü yaratmıştır. Yaratmadıysa da yaşamasına izin vermiştir. O nedenle de bizim derdimiz yalnızca sol’un ya da Kürtlerin değil tüm farklı toplum kesimlerinin siyasi düzenle kurdukları ilişkilerde “şiddet” eğilimi taşıyan bir “cemaatleşme”ye maruz kalmış olmalarıdır.

Ülkedeki siyasi düzen, dün özellikle “sol” siyasetler üzerinde, daha sonraları daha az olmak üzere“İslamcı siyasetler” üzerinde bugünse şiddetli bir biçimde “Kürt siyaseti” üzerinde baskıcı davranmış ve davranmakta olduğundan, bu kesimler içinde “kol kırılır yen içinde kalır” anlayışlı “cemaatimsi” yapılanmaların da varlığını beslemiş ve beslemeye de devam etmektedir.

Şimdi yukarıda kurduğum ilişkisellikten gidersek, bu tür davranışların sonlandırılmasının yolunun “cemaat”leri değiştirmeye çalışmaktan çok, cemaatin “cemaatçi” davranmasına neden olan siyasi düzeni değiştirmekten geçtiğini söylemek mümkün. Çünkü bence, “kapalı” olan bu yapıların açılabilmesi, büyük ölçüde bu yapıların içinde yaşadıklarısiyasi düzenin ve yönetim anlayışının değişmesiyle mümkün.

Bütün bunları yazmamın nedeni ise 1 Mayıs 77 vesilesiyle açılmış olan tartışmaya bir katkı yapmaya çalışmak. Her ne kadar bu tartışmada “solun geçmişi ve kullandığı şiddeti” tartışıyor olsak da tartışmanın belki de asıl nedeni, Kürt meselesinde PKK’nın varlığından ve onun benimsediği şiddet kullanımından duyulan rahatsızlık. Çünkü PKK’nın sola, solun da PKK’ya yakınlık duymasının“şiddet”in barışı önleyen bir olgu olarak varlığını devam ettirmesine neden olduğu düşünülüyor. Bunun da sorunun çözülmesini önlediği... Bu tür bir eleştirinin özellikle Silvan olayından sonra hızla yayıldığı da bilinen bir konu.

Oysa yukarıdaki argümanlar ışığından bakarsak ne solun ve ne de Kürt siyasetinin kendinden “şiddet” üreten yapılar olduğunu söylemek mümkündür; ama içinde bulunulan siyasi düzenin, talepleri özgürce ifade edebilmenin ve örgütlenmenin önünü kesmiş bir düzen olması eskiden sol’un bugünse Kürt siyasetinin şiddet de içeren “cemaatimsi” yapılara yönelmesinin asıl nedeni olduğunu söylemek mümkündür.

Dolayısıyla bu taleplerin ifade edilebileceği gerçekten özgür bir demokratik düzen sağlanmadıkça ne özgürlüğün, ne barışın ve ne de demokrasinin bu ülkede yaşanması mümkün olacak. Çünkü “şiddet”, talepleri olanlar tarafından değil, talepleri olanların taleplerini dikkate almayan siyasi düzenin aktörleri tarafından yaratılıyor.

Her ne kadar tersi bir durum sözkonusu gibi duruyor olsa da...