Ali Babacan sonunda ekranlara çıktı, çok da iyi bir performans sergiledi. Muhafazakâr camianın akılcı ve gerçekçi kanadına (eğer böyle bir şey varsa) seslendi ve büyük umut verdi. Şüphesiz ki Babacan önemli bir işe girişti, elini taşın altına koydu ve risk aldı. Bundan sonra Erdoğan’ın banyoda kabından düşerek ayağını kaydıran sabunun ve pilav kaşıklarken kazara çıkan bir taşın suçlusu da Babacan olacaktır. Eski genel başkanını çok iyi tanıdığından, bunu da gayet iyi biliyordur. Yedek havluları şimdiden hazır olsun. Babacan öncelik verecekleri konuları şu şekilde sıraladı; “İfade Özgürlüğü, Adalet ve Ekonomi”. Beklendiği gibi ‘ekonomi’ ilk sırada yer almadı Babacan’ın listesinde. Bu da ülkede hukuk yokluğu ve ifade özgürlüğünün sonuna kadar kısıtlanmış olmasından yakınan liberal, özgürlükçü kesimlere bir mesaj olarak değerlendiriliyor. Yapılacak olan ilk seçimlerde Babacan’ın bu yılın sonuna kadar kuracağını söylediği partinin Ak Partiyi büyük bir hezimete uğratmasına veya İyi Parti gibi %10 gibi oy oranlarına ulaşmasına hiç gerek yok. Alacağı birkaç puanlık oy bile eski partisini perişan ve pejmürde etmek suretiyle yenilgiye mahkûm hale getirmeye yetecektir. Tabii ki eğer Erdoğan’ın yepyeni dâhiyane siyasi manevraları söz konusu olmaz ise. Soylu’ya, Kurtulmuş’a, Türkeş’e vs önemli mevkiler ve görevler tahsis ederek partisine kattığı malum. İyi Parti lideri Akşener’e Başkan Yardımcılığı gibi önemli bir paye veya parti kadrolarına birtakım mühim menfaatler temin ve tedarik etmek suretiyle yukarıdaki denklem yeniden bozulabilir. Bir de youtube kanalıyla sürekli ve bazen de ağlayarak Erdoğan’a seslenen, sızlanan, yalvaran Cem Uzan’ı affedip ülkeye kabul ederek, Genç Partinin diriltilmesi ve Ak Parti / MHP / Vatan Partisi koalisyonuna Genç Partinin de eklemlenmesi bir başka olasılık olarak kulislerde konuşulmakta. Bu da yoz siyasetimizin daha bir çirkinleşeceği anlamına geliyor.

Türk ve dünya siyasetine “böyle bir şey olabilir mi?” şeklinde tekrarlanarak özetlenebilen son derece vurucu, çetin ve etkili bir siyaset söylem ve anlayışını armağan eden Kılıçdaroğlu’nun kendi partisine düzenlenen kumpası sahiplenerek, üzerine bir de kaymak sürmesinden sonra, Erdoğan aynen beklendiği gibi “One Man Show" ataklarına kalktı. “Bay Kemal’i” yerden yere vurdu, adeta üzerinde tepindi; “Bay Kemal sen bunu git şu anda Muharrem (İnce) beye anlat. Muharrem Bey senin içini gayet iyi anlatıyor. İstihbaratımıza gerek yok, Muharrem Bey yeter zaten. Bunca yıl başbakanlık ve cumhurbaşkanlığı yaptım. En çok hayıflandığım şey dişime göre muhalefet bulamamaktır. Kimseye telkinde bulunmadık, çünkü Kılıçdaroğlu’ndan daha ideal bir CHP Genel Başkanı olamaz.”

Adnan Menderes de 1954 senesindeki bir konuşmasında zamanın Halk Partisine aynı şiddetle yükleniyordu; "Halk Partisi'nin vahim tenakuzlarını milletimize anlatıyoruz. Bunlar, eşeğe binen ile eşeği ipinden tutup dolandıran arasındaki farkı ayırt edemeyen kimselerdir. Girdikleri her seçimi kaybederler, yine de millet bizimledir derler."

İsmet İnönü’nün de dediği gibi; “Bir muharebede galip-mağlup yoktur aslında… Kim daha geç kaçarsa, ona galip denir!” Peki, CHP bütün bunları hak etmedi mi ve/veya hak etmiyor mu? Cevabını hepimiz gayet iyi biliyoruz. Siyasetin soyunma kabininden yeni liderlerin çıkıp gelmesini bekliyoruz, siyaset ringinde keyifle izleyeceğimiz seviyeli atışma ve tartışmaları özlüyoruz. Bu ülke artık çürümüş zihniyetlerden, kendi nefislerini, egolarını “dava” diye yutturan demagoji üstatlarından bıktı, usandı. Zaten memleketin buna katlanacak mecali de kalmadı. Türkiye’nin geleceği Babacan-İmamoğlu-Demirtaş gibi genç ve karizmatik liderlerin öncülüğünde şekillenmeli ve (bizimle kıyaslanamayacak pek çok ülkenin bile çoktan alıp yürüdüğü) 90 yıllık oyalanmanın ardından, kendine ciddi ve gerçekçi bir yön belirlemeli.

Erdoğan son hitaplarından birinde yeniden halkına çağrıda bulundu; “Milletimize sesleniyorum, bırakın şu doları, TL’ye dönelim”. Kendisine %50’den fazla oy veren ve teveccüh gösteren halkın bu tür çağrıları ve seslenişleri pek de umursamadığı meydanda. Zira uzunca bir süredir bankalardaki döviz mevduatları resmi, milli ve yerli para birimimiz olan TL’nin üzerinde seyrediyor ve kamu bankalarının döviz satmasıyla TL belli bir seviyede tutunuyor.

Metropoll’ün Ekim anketine göre, ekonomiye dair iyimserlik yükselirken, Eylül ayında da ölçülen “Türkiye İstatistik Enstitüsü enflasyon verilerine güvensizlik” algısında yükseliş yaşandığı görünüyor. TÜİK’in enflasyon verilerine güvenmeyenler, Eylül ayında %35 iken Ekim ayında %40 seviyesine çıktı. Güvenenler ise %43’ten %42’ye indi. “TÜİK’in açıkladığı enflasyon oranları gerçeği yansıtıyor mu?” sorusuna %7,7 “Gerçek oranları yansıtıyor” derken, gerçek enflasyonu açıklanan enflasyondan daha yüksek bulan kesim %79,1 oranında oldu. %13,2 ise, “Bu konuda fikrim yok” yanıtını verdi. “Sizce TÜİK işsizlik oranları gerçeği yansıtıyor mu?” sorusuna ise, %8,1 “İşsizlik oranı gerçeği yansıtıyor” derken, “Gerçek işsizlik açıklanandan daha yüksek” yanıtını verenlerin oranı %81,3 oldu.

Araştırma-Geliştirme çalışmalarına Çin milli gelirin %2,1’ini ayırıyor, Demokratik Güney Kore’de bu oran %4,29. Bizde bu oran hiçbir dönemde %1’i aşmadı. İktidar bu oranı 2018 yılında %1,8’e çıkarmayı vaat etmişti. Bir türlü gerçekleşmediği gibi bu düzeye yaklaşılmadı bile. Öte yandan, 17 yılda 109 üniversite daha açtık. Şehirler, kasabalar bolca boş kafaların bulunduğu üniversitelerle doldu. Öğrenciler iş güç sahibi olacağız diye umutlandı. Yükseköğretimdeki öğrenci sayısı Almanya’da 3 milyonken, Türkiye’de yeni açılan üniversitelerle 7 milyona çıktı. Bilimsel yayın indekslerinde bizim çok gerimizde olan (ambargo altında inleyen) İran ise, 2010 yılında bize yetişti ve önümüze geçti! Toplumlar, halklar, vatandaşlar her ne kadar belirli gelişmelerden bir düzeyde heyecan duysalar da, her zaman umulduğu kadar histerik davranmazlar. Bülent Ecevit "Kıbrıs Fatihi" olarak baş tacı edildikten sonra yapılan seçimi kaybetti. Churchill 2. Dünya Savaşını kazandıktan sonra yapılan seçimi kaybetti. De Gaulle aynı şekilde. Savaş ve barışı çelik çomak oyununa çevirenler fazla umutlanmalılar. Seçilenler, Türkiye’nin iyiliği ve geleceği için çalışmalılar...