HDP Eş Genel Başkanı Figen Yüksekdağ, tutuklu bulunduğu Kandıra F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Cezaevi’den mektup gönderdi.

Mektubuna son haftalarda yaşanan saldırılarda hayatını kaybeden asker, polis ve sivil yurttaşlara taziye dileklerini ileterek başlayan Yüksekdağ, “Yaşanan şiddeti ve bu şiddete yol açanlara lanetliyorum” ifadelerini kullandı.

HDP’ye yönelik saldırılara değine Yüksekdağ, “Soruyorum; ülkenin içine düştüğü çıkmazın faturası HDP’ye kesilince, seçimle sahip olduğumuz mazbatalarımız ayaklar altına alınınca, yeni Saray koalisyonunun aczi, HDP’ye linç ve nefret ayinleri ile örtülünce ne oluyor? Gerçek buharlaşıyor mu? Bakın hala varız; ve zulmün esaretin karşısında öncekinden daha haklıyız” dedi.
 
Meclis’in tasvifiye edildiğini savunan Yüksekdağ, Meclis Başkanı ve parlemento da grubu bulunan partilerin seçilmişlerin tutuklanmasına sessiz kalmalarını eleştirdi.
 
Yüksekdağ, “Bugün siyasi faaliyetlerimiz ve kürsüde söylediğimiz sözler nedeniyle yargılanıyoruz. Bizler yasama sorumsuzluğu hakkımızı kullanamıyoruz ama bizleri tutuklatan meclis çoğunluğu, tarihindeki en sorumsuz ve rahat günlerini yaşıyor. Sanki bizlerin hapisliği, yargılanması Meclis kurumuna bir ayıp değilmiş gibi, sanki çivi yerinden çıkmamış ve HDP dışında herkes şerbetliymiş, kimsenin başına böyle bir şey gelmezmiş gibi "belayı başımızdan yargıya attık, başka da sorumluluğumuz yok" der gibi bir rahatlık hakim” eleştirisinde bulundu.

Figen Yüksekdağ’ın, Dirayet Dilan Taşdemir tarafından TBMM Genel Kurul’da okunan mektubu şu şekilde:
 
Sayın Başkan, Değerli Milletvekilleri,
 
Öncelikle son haftalarda bombalı saldırılarda yaşamını yitiren asker, polis, sivil yurttaşlarımıza rahmet, yaralılara acil şifalar diliyorum. Yaşanan şiddeti ve bu şiddete yol açanlara lanetliyorum.  Aynı zamanda ortak acımızı ayıran;  taziyelerde bile birleşme zeminini tahrip eden; vicdanen samimiyetimize siyasi etiketler yapıştırıp, bu zor günleri dayanışma ve demokratik yapıcılıkla aşma niyetlerini karartan siyasi anlayışı da kınıyorum.
 
Bugün ne yazık ki, doğrudan siyaset yapma hakkım ipotek altında olduğu için Genel Kurul’a dolaylı sesleniyorum. Baskı ve antidemokratik uygulamaların hep doğrudan yaşandığı bu ülkede, demokratik söz hakkını kullanmak ise dolaylı olabiliyor ancak.
 
‘DIŞARIDA MUHALEFET BIRAKILMADI’
 
Ben bu seslenişi kaleme alırken, partimin eşbaşkanlarla birlikte tutuklu milletvekili sayısı 12’ye ulaşmıştı. Tutuklanan parti yöneticilerinin sayısı da 3 bine dayandı. Dışarıda neredeyse muhalefet bırakılmadı ama iktidar hala memnun değil! Hala öfke siyaseti yapıyor ve öfkesini sözünden, ilkelerinden başka gücü olmayan HDP’ye boca ediyor, hedef gösteriyor.
 
‘SORUNUN KAYNAĞI HALİNE GELEN İKTİDAR TAŞLATMA AYİNLERİ DÜZENLİYOR’
 
Sorun çözemeyen, bizzat sorunun kaynağı haline gelen iktidar, başka bir sorun merkezi icat ederek, orayı taşlatma ayinleri düzenliyor. Bugün 12 HDP’li seçilmişin hapsedilmiş olması, partimize yönelik yok etme, tasfiye etme operasyonunun meclis çatısı altındaki halidir. Milyonlarca yurttaşın oyuna, iradesine, seçme hakkına alenen gerçekleştirilen bu operasyon, darbecilerin yarım bıraktığı işi tamamlamaktan başka bir şey değil. Eğer darbe girişimi başarılı olsaydı, belki de Meclis’teki birçok milletvekiliyle birlikte bu hapishanelerde olacaktık.
 
Son bir yılda Meclis’in başına gelenlerden kendisi dışında herkesi sorumlu gören iktidar, partime dönük siyasi linç ve tasfiye kampanyasıyla sorumluluğunu savabileceğini düşünüyorsa yanılıyor.
 
‘SARAY’IN ACZİ HDP’YE LİNÇ AYİNLERİ DÜZENLEYİNCE NE OLUYOR?’
 
Soruyorum; ülkenin içine düştüğü çıkmazın faturası HDP’ye kesilince, seçimle sahip olduğumuz mazbatalarımız ayaklar altına alınınca, yeni Saray koalisyonunun aczi, HDP’ye linç ve nefret ayinleri ile örtülünce ne oluyor? Gerçek buharlaşıyor mu? Bakın hala varız; ve zulmün esaretin karşısında öncekinden daha haklıyız.
 
‘DAHA GÜÇLÜ GELECEĞİZ’
 
Hatırlanmalıdır ki bundan önceki bütün iktidarlar da ezilen halklarımız ne zaman merkezi siyasette güç almaya başladıysa, bu gücü ve gerçeği buharlaştırmak için elinden geleni ardına koymadı. Ama bir partinin yaşayabileceği en ağır saldırılara kayıplara rağmen yine buradayız. Ve emin olun teker teker, onar onar hapsedilsek de,  katledilsek de yine geleceğiz, daha güçlü geleceğiz! Çünkü bizler salt bir kişinden ibaret değiliz. Halklarımızın gelişen yeni siyasi gerçeğiyiz. Bir halkın hayallerinin, isteklerinin gerçek almasından korkanlar, kendi küflenmiş siyasi statükosunu tehdit altında görenler bu gerçeği değiştiremezler.
 
Türkiye siyaseti HDP’yle ve onun Meclis’teki varlığıyla bir değişim yoluna girmiştir. Şimdi bu yol kesilerek, yürüme kararlılığı kırılarak, Türkiye’nin ilerleme dinamikleri de baltalanıyor. Dünyada birileri uzaya, başka gezenlere açılırken, bizler burada kendi iç barışımızı sağlayamıyor, gelişmişliğin aynası sayılan Meclis’teki farklılara tahammül edemiyoruz. Türkiye’nin manzarası bu işte!
 
Başkalarının uzaydan gördüğünü, burnunun ucunda olduğu halde göremeyen bir yönetim yüzünden koca bir Türkiye 21. yüzyılda antidemokratik ve arkaik bir hegemonya krizi yaşıyor. HDP’ye dönük tasfiye operasyonu, bizlere yapılan rehine muamelesi, bu krizi derinleştirmekten başka işe yaramaz.
 
Bu durum aynı zamanda bir temsiliyet krizi, dolayısıyla TBMM’nin krizidir. Ancak başkanlık kurumu başta olmak üzere, bütün bir Meclis mekanizması, böyle işleyiş ve meşruiyet krizi yokmuş gibi davranmaktadır. Yasama dokunulmazlığı orta yerde dururken, yasama süreçlerinden alıkonulan, her tür siyasi haktan mahrum bırakılan 12 milletvekilinin tutuklu olduğu bir Meclis’te her şey normalmiş gibi davranılamaz. Ülkenin OHAL’le, KHK’larla yönetildiği bir ortamda demokratik temsil mekanizmasının işlediğinden söz edilemez. Üstelik bu şekilde kötürümleştirilen bir Meclis’in Anayasası’yı değiştirme iddiası gerçekçi olamaz.
 
‘82 ANAYASASI  DA DAYATMANIN ÜRÜNÜYDÜ’
 
Meclis gündemine getirilen Anayasa değişikliği, koşullar demokratik biçimde değişmediği durumda, bir dayatma, zorlama olabilir ancak. ’82 Anayasası da benzer bir zorlamanın, dayatmanın ürünüydü.
Türkiye’nin derdine derman olmadığı gibi sayısız dert açtı. Topluma ve gerçeklere uymadığı için yıllar boyunca delik deşik edildi. 34 yıl sonra yine aynı anlayış ve yöntemle yeni bir Anayasa yapılamayacağı gibi, değişiklik paketi de kendinden öncekilerin akıbetine uğrayacaktır.
 
‘ANAYASA TEK KİŞİ İÇİN DEĞİL, TOPLUM İÇİN YAPILIR’
 
Hepsinden önemlisi Anayasalar tek bir kişi için değil, toplum için yapılır. En önemli bu kuralın ihlal edilmiş olması nedeniyledir ki, oylanması istenen bir toplum Anayasası değil başkan Anayasasıdır. İşte bundan ötürü baştan beri gerçek bir Anayasa gündeminin olmadığını söylüyoruz.
 
Diğer yandan gerek Anayasa tartışmalarının bütününde, gerekse de 4 partiyi kapsaması gereken tüm siyasi işleyiş ve muhataplık süreçlerinde HDP’nin dışlanması sonucu baştan kadük hale getirmiştir. Ne hazindir ki; Türkiye’ye kurtarıcı bir model getireceklerini iddia edenler, var olan temsili parlamenter modelin de canına okumaktır.
 
Bütün yetki ve otoriteyi tek elde toplama sevdası, bu ülkenin iyi kötü varlığını borçlu olduğu temsili Meclis modelini tasfiye ediyor. İleriye doğru gelişemeyen, HDP ve demokrasi dinamiklerine dar gelen Meclis, şimdi geriye savruluyor. Önerilen anayasa 20. Yüzyılın kral, padişah organlarına, diktatörlüklerindeki danışma meclislerine benzetiliyor. “Egemenlik kayıtsız, şartsız milletin” olmaktan çıkıyor. Başkanlık anayasasının savunan tüm Meclis bileşeni, gözümüzün içine baka baka, ama karşısındaki duvarda yazana bakmadan “Millet egemenliğini tek kişiye bağlamak iyidir” diyor. Artık milletin en yüksek-yüce temsilini tek kişide birleştiriyor. Bunun adına ne denildiğinin bir önemi yok ama kesinlikle demokrasi değil.
 
Halkın siyasi yönetimdeki temsili varlığı, temsilcinin tekelinde değildir. Bu varlık yok edilemez, temsiliyet sorumluluğu kötüye kullanılamaz. Vekil, partisinden önce, kendine oy veren yurttaşının temel, evrensel siyasi haklarını, çıkarlarını korumakla yükümlüdür. Bu nedenle yurttaşın temel siyasi varlığını ve iradesini yok edecek bir rejim değişikliğini onaylamak, halkın vekili aracılığıyla yanlışa yönlendirilmesi demektir.  Bugün, günlük siyasete doğrudan katılamayan halklarımıza kendi egemenliğinden vazgeçmek dayatılıyor. Bir toplumu “bizler mi egemen olalım yoksa bizim adımıza tek bir kişi mi her şeye egemen olsun” seçimiyle yüz yüze bırakmak bir siyasi tükeniş yaratır.
 
Dayatılmış bir Anayasa referandumunun yolu açıldığında, daha doğrusu topluma tek yol bırakıldığında bunun adı demokratik seçim, “milletin teveccühü” olmayacak. Bu gerçeği, halklarımıza tek yol bırakanlar da çok iyi biliyor. OHAL ve ağır baskı koşullarında, yasak, sansür,  yalan ve ölümlerin ortasında, muhalif her sesin kısıldığı, hapse atıldığı, alternatif yoldan gitmeye cüret edenlerin iktidar hışmına uğradığı bir atmosferde adil, meşru bir seçimden- oylamadan söz edilebilir mi? Velhasıl ’82 Anayasa referandumunda olduğu gibi bugün de halk seçmeyecek, seçmeye zorlanacak. Seçim yapmak için özgür olmak gerekir. O da bu ülkede yok.
 
Eğer her şeye rağmen bugün Meclis’te ve demokratik siyasette ısrar ediyorsak, bunun tek nedeni halklarımızdan koparılıp alınan bu seçme özgürlüğünü kazanmaktır. Tabii, siyasi özgürlükler, temsiliyet bazında dahi bu çatının altında mumla aranır noktaya gelmişse özgürlükleri kazanma derdi sadece bizim olamaz. Bu gidiş durdurulmazsa, Meclis çatısı altında da, tüm yaşam alanlarında da dokunacak koruyacak bir şey kalmayacak.
 
Bugün siyasi faaliyetlerimiz ve kürsüde söylediğimiz sözler nedeniyle yargılanıyoruz. HDP’yle konuşmayı beceremeyenler, şimdi mahkemeler aracılığıyla konuşuyor bizimle. İktidarın seviyesi bizim sözlerimizin seviyesine yetmemiş olacak ki, şimdi yargıç kürsüsü seviyesinden, tepeden hesap sormaya çalışıyor bizden. Bizler yasama sorumsuzluğu hakkımızı kullanamıyoruz ama bizleri tutuklatan meclis çoğunluğu, tarihindeki en sorumsuz ve rahat günlerini yaşıyor. Sanki bizlerin hapisliği, yargılanması Meclis kurumuna bir ayıp değilmiş gibi, sanki çivi yerinden çıkmamış ve HDP dışında herkes şerbetliymiş, kimsenin başına böyle bir şey gelmezmiş gibi "belayı başımızdan yargıya attık, başka da sorumluluğumuz yok" der gibi bir rahatlık hakim.
 
Anayasanın evrensel temel hükmünü delip dokunulmazlığımızı kaldırma görevini yerine getirenler, “bağımsız yargının” görevini yapacağına da eminler. Ne diyeyim, dilerim ki halkın temsil hakkını mahkeme kapılarına paspas edenler, yargının bağımsızlığını ve güvenirliliğini bizim gibi doğrudan test etme şansına mazhar olurlar. Bugün tutuklanmamız, yargılanmamız, yani esas olarak görevimizden alıkonulmamızın sorumluluğunu yargıya havale edenler, yarın memleketi de yargı yönetiyordu mu diyecekler? Yargının siyasete müdahalesinin önünü açıp, kurumsallaştıranlar, asıl sorumlular olarak sorumluluklarını karartamazlar. Bu hayati kriterde sergilenen sorumsuzluk, düşünülenin aksine bize değil, Türkiye’nin asgari politik standartlarına zarar veriyor.
 
Bize gelince; tutsak edilen ilk siyasetçiler olmadığımızı biliyoruz. Meclis’te doğmadığımız için onun dışındaki her yerde yaşamayı, kendimizi ve ideallerimizi sürdürmeyi biliriz. Ama her şeye rağmen Meclis’in demokratik bir temsil mekanizması olarak tahkim edilmesi, halklarımızı içermesi ve birleştirmesi için mücadeleden de vazgeçmeyiz. Milyonların bu Meclis’teki hakkını yedirmemek içindir bütün mücadelemiz… Ve vazgeçmeyeceğiz. Partimiz bütün bileşenleriyle Türkiye’nin yapıcı ve demokratik yeniden kurucu gücü olma iddiasından hiçbir koşulda taviz vermeyecek. İnanıyorum ki bundan bütün Türkiye kazanacak.
 
Kurulu selamlıyor, ülkemizin özgür demokratik geleceğine hizmet eden bir çalışma süreci diliyorum.

(Haber Merkezi)