HDP Eş Başkanı Yüksekdağ, özyönetim direnişlerinin AKP/Saray iktidarının darbesine karşı sivil halk direnişi olduğunun ifade ederek, “Özyönetim direnişi demokratik siyaset alanı daraltan değil, aksine demokratik siyaset direncini büyüten ve sağlamlaştıran bir harekettir” dedi.

2015’de ki gelişmeleri değerlendiren  Yüksekdağ, özyönetim direnişlerinin AKP/Saray iktidarının darbesine karşı sivil halk direnişi olduğunu söyledi.

Yüksekdağ , 2015 yılında yaşanan gelişmeleri ANF’ye değerlendirdi.

2015 yılının ana gündemi ‘hendek’ olarak ifadelendirilen halk direnişleri oldu. Hendeklere ilişkin yaptığınız bir açıklama, ana akım medyada "HDP hendekleri onaylamıyor" şeklinde de yer aldı. HDP, ‘hendek’ meselesini nasıl formüle ediyor ve bu konu hakkında ne düşünüyor?

Ortada uzunca bir süredir devam eden bir halk mücadelesi ve hak direnişi var. Özyönetim ilanları ve özyönetim direnişi tarihsel ve güncel bir hak direnişidir.

30 yılı aşkın bir süredir devam eden Kürt halk direnişinin iki boyutu var. Birincisi; Kürt halkının ulusal haklarının ve kimliğinin güvence altına alınması, tanınması.

İkincisi; Türkiye'nin demokratikleştirilmesi mücadelesi. Her ikisi de yerel ve evrensel düzeyde bütün halkların hakkıdır. Özyönetim ilanlarıyla birlikte öne çıkan hak talebi de budur.

Siyasi iktidar tarafından bu hak talepleri hep maniple edildi, terörize edildi.

Bu açıdan bakıldığında hendeklere sıkıştırılamayacak kadar yerel ve evrensel düzeyde hak mücadelesi yürütülüyor.

Egemen güçler, dünya, bölge ve Türkiye siyasetini yeniden düzenlemeye çalışıyor. Bu geçiş süreçleri içinde halkların da iradesi ve talepleri vardır. Özyönetim iradesi de bu değişim sürecindeki halk iradesini temsil eder.

Özyönetim direnişi, bütün bir Türkiye'nin demokratik bir biçimde geliştirilmesi için önemlidir. Hem konjonktürel anlamda çok kritiktir hem de tarihsel açıdan çok belirleyici bir harekettir.

Çok açık ki darbeci statüko güçleri ile demokratik halk direnişi güçleri arasında bir mücadele yürütüyor.

Kürt halkının öz savunmasının, özyönetim direnişinin, HDP'nin siyaset alanını daralttığı yorumları da oldu. Bu yorumlara yanıtınız nedir?

HENDEK DEĞİL DARBE SİYASETİ ALANINI DARALTIYOR

HDP ve bütün demokrasi güçlerinin hareket alanını daraltan AKP/Saray iktidarının gerçekleştirdiği darbedir.

Türkiye'de bir darbe yaşanıyor. Bu darbeye direnenler ile direnmeyenler, darbeyi gerçekleştirenler ile darbenin hedefindekiler arasında bir mücadele yaşanıyor.

Bu darbeye direnmeyenler, bu darbe gerçeğini yok farz ederek, gerçekten kurtulabileceklerini sanıyor olabilirler. Ama artık idare etme alanı kalmadı.

Darbe büyüyen bir çığ gibi önüne gelen her şeyi silip süpürecek yıkım hareketine dönüştü. Bizim ve demokratik siyasetin hareket zeminini ortadan kaldıran doğrudan AKP/Saray darbesidir.

DARBE DOLMABAHÇE MUTABAKATININ YIRTILMASIYLA BAŞLADI

Bu darbe nerede başladı?

Bu darbe, Dolmabahçe mutabakatının reddi sürecinde uç verdi. Mutabakat, AKP/Saray ittifakı tarafından bozulmuştur ve masa devrilmiştir. Bu darbeye giriş sürecidir. Sayın Öcalan'ın da daha ifade ettiği gibi, darbe mekaniği Türkiye'de her zaman varlığını sürdürmüştür.

28 Şubat Dolmabahçe mutabakatının reddedilmesi ile birlikte statik bir pozisyonda olan darbe mekaniği aktif hale geçmiştir. 7 Haziran seçim sonuçları, darbeye karşı direnme gücü ve pozisyonu da açığa çıkardı.

Ancak bu potansiyeli bizler ve genel anlamda bütün demokrasi güçleri çok iyi değerlendirebilmiş değiliz. Bu nedenle darbenin bütün ipleri boşaldı. Kitle katliamları ve Kürt kentlerinde yıkım operasyonları ve askeri saldırılarla zincirlerinden boşalmış bir gerçeğe dönüştü.

7 Haziran'dan sonra darbenin daha görünür olduğu süreç başladı. Örneğin hükümet kurulamadı. Koalisyon seçeneklerinin önüne geçti. Özellikle de Kürt illerinde çok yoğun bir saldırı hareketinin düğmesine bastı.

Tankla, topla, katliamla zoraki bir seçime gidildi. Bütün bunlar 1 Kasım'da AKP'nin elde ettiği sonuçları da gayri meşru hale getirdi. Bir darbe rejimi, darbe iktidarı ortaya çıktı. Böyle bir zemin içinde 3. parti olarak seçimi tamamlayan HDP'nin kendisine demokratik bir siyasi alan bulabileceğini beklemek gerçek dışıdır.

O nedenle HDP'nin siyaset alanına daraltan AKP/Saray iktidarının başını çektiği Saray iktidarıdır. Bu sadece HDP'nin değil, bütün demokrasi güçlerinin siyaset alanını daraltıyor.

ÖZYÖNETİM DİRENİŞİ DARBEYE KARŞI DİRENİŞTİR

Özyönetim direnişleri, sivil halk direnişleri, bu darbeye karşı direnişin büyütülmesi bakımından çok önemli rol oynamıştır. Karşımızda bir darbe var ve özyönetim ilanları etrafında bu darbeye karşı bir direniş hareketi var. 'Hendeklerle siyaset yapıyorsunuz' diye itham edilen Kürt halkı, bütün Türkiye halklarının darbeye karşı direniş dinamiği olmuştur.

Darbeye karşı direnişin sivil öncü dinamiği haline gelmiştir. Özyönetim direnişlerini, demokratik siyaset alanını daraltan değil, tam tersine güçlendiren, demokratik siyaset alanının direncini büyüten ve sağlamlaştıran bir hareket olarak görüyoruz.

KADER BİRLİĞİ YAPILAMADI

Kürt halkının direnişi karşısında Batı'daki demokrasi ve barış güçlerinin aldığı tutumu nasıl değerlendiriyorsunuz? Gereken sorumluluk yerine getirilebildi mi?

Darbeye karşı demokratik direnişte en zayıf nokta Batı sahasıdır. Batı'da direnişin demokratik muhtevasını ve zorunluluğunu kavramak konusunda ciddi bir sorun olduğunu görmemiz gerekiyor.

Bunda Kürt halkının geliştirdiği özgürlük direnişini kavrayamamak ve özdeşleşememek gibi bir boyutu da var. Ama sadece bundan ibaret değil. 7 Haziran sonuçları ve 1 Kasım öncesindeki süreç, Kürt halk direnişi ile Batı'daki emek, özgürlük ve demokrasi mücadelesinin önemli bir birleşme yaşadığı süreçti. Bu noktada bir birleşme, ortaklaşma adımı atılmıştı. Ama bir bu birleşme gerçek anlamda özdeşleşmeye, bir kader birliğine dönüşememişti. Kader birliği yapılamadığı için de bu birleşmenin kırılması daha mümkün hale geldi. Bunun içinde Saray/iktidar her türlü yöntemi devreye koydu.

Ayrıca Suruç katliamı ile başlayan süreç hareketin bütünü tarafından çok iyi görülemedi. Sosyalist gençlere yönelik olarak gerçekleştirilen bu katliam, Kürdistan'da bir savaş başlatmadan önce Batı'yı önceden düşürme saldırısıydı. Çünkü korktukları en önemli nokta, Kürt halkına dönük bir saldırı gerçekleştirildiğinde Batı'nın harekete geçmesi ve 7 Haziran sandıklarında birleşen tavrın, harekette bir birleşmeye dönüşmesiydi.

Bu birleşme damarını gerçekleştirecek hareketi o dönem sosyalist gençler gerçekleştirdi. Suruç katliamı, birlikte direnme damarının kesilmesi için gerçekleştirildi. Suruç katliamından sonra saldırı püskürtme tavrının yeterli düzeyde gösterilememesi ondan sonraki süreçte de hareket damarlarında ciddi bir aşınmaya yol açtı.

Suruç'tan sonra Batı'nın toparlandığının göstergesi olan 10 Ekim barış mitingi de AKP/Saray'ın hedefi oldu. Bu saldırıların Batı'da siyasi kararlılık yitimine ve bir dağılmaya yol açtığını da görmemiz gerekiyor. Kürdistan'ın Batı'dan kopartıp, ezerek tasfiye etme yöntemini denemek istediler. Ama hesapları tutmadı.

Çünkü çok güçlü bir halk direnişi ortaya çıktı. Ancak 10 Ekim'den sonra özyönetim direnişlerine eşlik edecek bir hareketin Batı'da oluşturulamaması, bugün hala zayıf noktamız. Tam da siyasi kararlılık böyle dönemler için gereklidir. Siyasi kararlılık, tam da böyle zor dönemlerde sınanır. O nedenle Batı cephesinde de şartlar müsait olmayabilir ama tam da bu koşullarda bir siyasi kararlılığı göstermemiz gerekir.

Batı'nın ayağa kalkması hayati bir sorumluluktur. Son dönemde özyönetim alanlarına yönelik saldırılar, Kürt direniş mevzilerini düşürme hareketleri değildir. Çünkü düşüremezler. Bu operasyonların asıl amacı Batı'yı düşürmedir. O nedenle Batı'daki bütün demokrasi güçlerinin bu gerçeği çok net görmesi lazım.

KÜRTLER DEVLETTEN KOPUYOR

Batı'nın bu tutumunun Kürtlerde büyük bir kırılmaya, duygusal kopuşa yol açtığı belirtiliyor. Türkiye toplumunun Kürtlere yapılan bu saldırılara karşı gereken tepkiyi vermemesinin ne gibi sonuçları olacak?

Bu süreci halkların birbirinden kopması değil de, Kürtlerin devletten kopması olarak yorumluyorum.

Kürt halkının ulaştığı bilinç düzeyi o kadar görkemli ki, bölgesel ve evrensel düzeyde yeni bir demokrasi bilincinin ışığı haline gelmiş durumda. Kürt halkı bu kadar acılar yaşamış olmasına rağmen, Türkiye halklarına karşı bir öfke duygusu yaşamıyor.

Kürt'ün öfkesi bugün devletedir. Bu nedenle Kürt halkını kazanamazlar. Bu fiziksel dirençle ölçülebilecek bir başarı ya da başarısızlık durumu değil. Bu fiziksel direncinin dışında bu politikleşme düzeyi ile direniyor. Bu siyasal güç ve olgunluk seviyesi bu halkı yenilmez hale getiriyor. Kopuştan daha çok birleşme dinamiklerinin oluştuğuna inanıyorum. Batı'daki sessizliği de çok mutlak olarak da görmemek lazım. Bu bir hafta on günlük süreç içinde ciddi bir canlanma da yaşandı. Bunun önümüzdeki süreçte Batı merkezli olarak daha da gelişeceğini öngörüyorum.

ÖNCE DEVLET SİLAHLARINI DURDURMALI

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın mutabakatı tanımayan tutumu ile bu noktaya gelindi. Çok ağır bir süreç de yaşandı. Tüm bu yaşananlardan sonra yeniden müzakere masasına dönmek mümkün mü?

Tek taraflı olarak bitirildi süreç ve yeni bir söz söylenmeden, yeni bir şey yapmadan da başlanmaz. Öncelikli olarak bu kıyım ve yıkım operasyonlarının durdurulması gerekir. Bu çok temel şarttır. Askeri ve siyasi operasyonlar durdurulmadığı müddetçe müzakere dediğimiz konuşma üzerine kurulu bir mekanizmanın yeniden devreye girmesi mümkün değil.

 Siyasi iktidarın silahlarını durdurulması lazım. Ancak bunun üzerinden konuşulabilir. Müzakere de "Nerede kalmıştık?" diyerek başlayamaz. Bu konuda siyasi iktidarın gösterdiği ciddiyetsizlik ortada. Siyasi iktidar bu kadar uyarıya rağmen bile bile bu sürece girdi ve bütün Türkiye halklarını ve kendisini de çok daha büyük bir savaşın içine çekti.

Siyasi iktidarın sürecin her şeyden tarihsel ve güncel ciddiyetine uygun bir yaklaşım göstermesi gerekiyor. Müzakerelerin izleme kurulu eşliğinde başlaması gerekir. Sunulan yol haritasının ve taslağının sağlıklı bir zeminde tartışılması gerekir. İmralı'da uygulanan tecridin kaldırılarak, müzakereye uygun bir pozisyonun alınması gerekir.

Bunların gerçekleşebileceğine dair bir veri, ışık var mı?

Siyasi iktidar cephesinden olumlu bir veri yok. Şu anda karşımızda darbe iktidarı var. Böyle bir darbe ve savaş siyaseti ile konuşmak zaten mümkün değil. Tam tersine yıkıcı söylemler ortaya koyuyorlar. "Başka muhataplarla sorunu çözeceğiz" gibi gayri ciddi sözlerle sorumluluk savuşturmaya çalışıyorlar. Bu da ne kadar içler acısı bir noktaya geldiklerini gösteriyor.

AKP TERCİHLERİNİN BEDELİNİ ÖDEYECEK

2015 yılında Rojava'da DAİŞ'e karşı büyük darbeler vurulurken, Türk devletinin DAİŞ ile ortaklığını gösteren belgeler de sıkça yayınlandı. En son Rusya, DAİŞ petrollerinin Türkiye'ye uzanan yoluna ilişkin bazı belgeleri yayınladı. DAİŞ'in Ortadoğu'daki kaybeden pozisyonuna rağmen, AKP neden hala DAİŞ'i destekliyor?

AKP, DAİŞ nezdinde siyasi hegemonyasının hesabını yapıyor. Ancak sadece hesap yapıyorlar ve yaptıkları hesap bugüne kadar tutmadı. DAİŞ'i Suriye ve Irak'ta kendi işgal planlarının taşeronu olarak görüyorlar.

DAİŞ'te gerek Suriye ve Irak'ta gerekse de Türkiye'de AKP/Saray iktidarının taşeronu ve tetikçisi gibi davrandı. Bizler onları Kürt halkı ile tarihsel ittifaka çağırırken, onlar DAİŞ'le ittifak yaptılar. Kürtlere karşı cihatçı faşist çeteleri tercih etme siyasetiydi.

Bu da Türkiye devletinin bölgedeki geleceğinin, daha doğrusu geleceksizliğin açık bir göstergesidir. 2013'de Sayın Öcalan'ın yaptığı çağrıya icabet etselerdi, Kürt halkıyla tarihsel bir ittifak kurma yolunu tercih etselerdi, Türkiye devleti bakımından da başka bir yol açılabilirdi.

Ama bunu reddettiler. Tarihsel Kürt düşmanlıkları, tarihsel ve geleneksel yayılmacı duygu ve düşünceleri hortladı. Şimdi bu tercihin sonuçlarını ve bedellerini yaşayarak görecekler. Yaptıkları tercihle tarihsel olarak kaybedeceklerini görecekler.

RUS UÇAĞINI DÜŞÜREN TÜRKİYE DEVLETİ KULLANILDI

Türkiye'nin Rus uçağını düşürmesiyle başlayan kriz de 2015'e damga vurdu. Önümüzdeki dönemde Rusya-Türkiye ilişkilerinin seyri nasıl olacak?

Rus uçağının düşürülmesi çok yanlış ve Türkiye devletinin kendisini kanıtlama kompleksiyle gerçekleştirdiği bir hareketti. Ucuz bir hareketti. Bunun yanlışlığı da sonraki süreçte ortaya çıktı. Kendilerini trajikomik bir duruma düşürdüler.

Büyük güçler arasındaki pazarlıklar sürecinde kullanılan bir araca dönüştüler. Büyük devletler arasındaki pazarlıkların sürdüğü bir dönemde Türkiye devleti kullanılmıştır. Rus uçağının düşürülmesi IŞİD türevi örgütlerin Suriye'de korunması kollanması, o hatta yerleşme amacının dışa vurumudur. Bunun karşısında çok sert ve olumsuz oldu.

Türkiye'deki siyasi iktidarı kimse Suriye toprakları içinde görmek istemiyor. Bizler Türkiye devletinin Rusya ile giriştiği bu çatışmadan doğan gerilimin Türkiye halklarının, Kürt halkının hak ettiği bir gerilim olmadığını biliyoruz. Onların kompleksli, işgalci, savaş endeksli politikalarına da mahkum değiliz.

Eş Başkanımız Demirtaş'ın ve parti heyetimizin Rus Dışişleri Bakanlığı ile gerçekleştirdiği görüşme de bunun bir ifadesidir. Türk devleti Rusya ile kavga ediyor diye, onların yanlış politikalarına seyirci kalmak zorunda değiliz.

Türkiye halkları da bu yanlış siyasetin kurbanı olmak zorunda değil. Heyetimiz ve eşbaşkanımız, Türkiye toplumu ile Rus toplumunun bu gerilimden olumsuz etkilenmemesi için girişimlerde bulundu. AKP/Saray iktidarının yarattığı savaş ve darbeye karşı yerel ve bölgesel anlamda barış ve demokrasi siyaseti yapmaya devam edeceğiz.

DARBEYE KARŞI SANDIKTA VE SOKAKTA BAŞARI KAZANDIK

2015 yılında iki seçimi geride bıraktık. Yıla dönüp baktığınızda HDP açısından seçimlerin sonuçları başarılı mı başarısız mı oldu?

HDP, rüzgara karşı yürümüş bir partidir. Çok ağır şartlar ve olumsuz koşullar içinde, darbeye karşı başarı kazanmış bir partidir. Darbeye karşı başarı hem sandıklarda hem de sokaklarda kazanılmıştır. HDP, Türkiye ve Kürdistan halklarının bir demokrasi koalisyonudur.

Bu demokrasi koalisyonu başarı elde etmiştir. Özellikle 1 Kasım seçimlerinde de aleyhimizdeki yüzlerce koşula rağmen çok önemli bir direnişin geliştirildiğini düşünüyoruz. 1 Kasım seçim sandıklarında demokratik halk direnişi, demokratik halk tercihi başarı kazanmıştır.

2016 yılına girerken, HDP olarak halka ve demokrasi güçlerine mesajınız nedir?

2015 çok büyük mücadelelerin, çok görkemli direnişlerin, aynı zamanda da çok ağır saldırıların yaşandığı bir yıl oldu. 2016'yı bu görkemli direnişlerin finalinin ve görkemli sonuçların açığa çıkacağı bir yıl olarak görüyorum.

2016'da bütün Türkiye ve Kürdistan halkları bu büyük görkemli ve tarihsel direnişleri sonuca ve finale taşıyacaktır.