Baybora Atav / [email protected]

Uçurumun kıyısından dönüldüğü  bir ortamda, CHP hükümetine verilen destek ile HDP ve MHP arasındaki “antagonistik” durum da radikal bir dönüşüme uğrayabilir. “Ölülerin travmasını tarihsel belleğimize yerleştirene kadar, yaşayan ölüler olarak peşimizden gelmeyi sürdüreceklerdir”. Bu nedenle onlara öyle bir simgesel tören hazırlamalıyız ki bir daha geri dönemesinler. Bu simgesel törenin adı da “Yüce Divan”dır.

“Türkiye uçurumun kıyısından döndü…  Selahattin Demirtaş’ın bu ifadesi 2007’den sonra  uzlaşmacı dilini bir kenara bırakan, 2013’te Gezi eylemleri sürecinde saldırganlığı iyice deşifre olan ve  ardından da  göz göre göre yolsuzluk dosyalarını hasır altı edecek kadar pervasızlaşan AKP iktidarının koymayı planladığı son noktayı çarpıcı bir şekilde tanımlıyor. Türkiye tarihinin en renkli parlamentosu, sadece sosyalistinden, feministine,  Türkünden, Kürdüne, Ermenisine, Romanına kadar farklılıkların temsil edileceği bir alan olmayacak, aynı zamanda ülkenin  o “uçurum”un kıyısına yeniden sürüklenmemesi için de tarihi bir misyon da üstlenecek. Seçim öncesi  kaleme aldığım “CHP'nin Olası Azınlık Hükümeti”(1) başlıklı yazıda Türkiye’nin bu uçuruma bir daha yaklaşmaması için seçim sonrası olabilecek en rasyonel seçeneği irdelemeye çalışmıştım. Şimdi ise HDP’nin barajı beklenenin de üstünde aşarak parlamentoya girmesiyle, bu olasılık gerçekçi bir proje olarak önümüzde duruyor.

Parlamenter sistemde mücadele eden partiler, en radikalinden en ılımlısına kadar bir iktidar hedefine sahiptir. Devleti yönetmek ve toplumsal projelerini gerçekleştirmek için programları vardır, ekonomik ve siyasal sorunları çözmek için de reçetelere sahiptirler.  Bu hedeflerini gerçekleştirmek için bir fırsat çıktığında ise bu fırsatı değerlendirmeleri  o kadar doğal karşılanmalıdır.  Bu noktada Meclis’e giren dört parti de koalisyon olasılıklarını cebinde taşımaktadır. Seçim sonrasında koalisyon tartışmalarına ilişkin en uzlaşmaz açıklama ise Devlet Bahçeli’den geldi. Ana muhalefet partisi görevini üstlenmeye hazır olduklarını söyleyen Bahçeli, kendi partisinin dahil olmadığı koalisyon olasılıklarını işaret etti. Ancak satır aralarına baktığımızda her ne kadar “erken seçime hazırız” mesajı vermeye çalışsa da Bahçeli, “erken seçim dayatmasının” siyasi ahlaksızlık olduğunu söyleyerek,  koalisyon olasılıklarının tıkandığı bir siyasi çözümsüzlüğe de pek de sıcak bakmadığının sinyalini verdi. Zaten “Devletin bekası” gibi aslında soyut bir kavramla ilişkili bir ideolojiye sahip olan MHP’nin son kertede  AKP ya da CHP’ye koalisyon konusunda seçenek sunmaması  beklenemez. “Devletin bekası”nın nasıl ve hangi içerik ile doldurulacağı ise önümüzdeki süreçte iç içe girmiş iki tahtaya sahip 4 oyunculu bir satranç müsabakasının ardından belirlenecek. MHP’nin dışında CHP ve HDP’den ise AKP’siz bir koalisyona ilişkin  ayrıntılandırılmasa da daha net öneriler geldi. Bu denkleme baktığımızda  CHP, HDP  ile MHP’ye kapılarını açmış durumda. HDP, açıkça CHP ile koalisyon yapabileceklerini söylerken “çözüm sürecinin devam etmesi” koşulunu ortaya koyarak MHP ile koalisyon olasılığını üstü kapalı olarak reddetti(2). Şimdi bu noktada sorulabilecek iki soru var. Birincisi CHP, diğer iki muhalefet partisine göz kırparken onların antagonistik konumlarını nasıl göz ardı etti? Diğer yandan HDP, “CHP ile koalisyon yapabiliriz” derken iki partinin aritmetiğinin buna izin vermeyeceğini nasıl hesap edemedi ? Aslında bu iki soru da önemli bir olasılığı gözden kaçırıyor. O da CHP’nin azınlık hükümeti… Bu olasılık bu üç partiyi bir amaç için yan yana getirebilme potansiyelini taşırken HDP ve MHP arasındaki antagonizmaya da kısa vadeli bir çözüm getiriyor. Türkiye’nin bu uçurumun kıyısına yeniden yaklaşmasını önlemenin de aslında tek makul ve rasyonel çözümü bu. CHP, MHP ve HDP’nin bu olasılıktan nasıl faydalar sağlayabileceği, bu dengenin nasıl kurulabileceğini yukarda bahsettiğim ve aşağıda linkini verdiğim yazıda irdelemiştim. Ancak kısaca yeniden hatırlatabiliriz. Türkiye’deki siyasetin yeniden normalleşebilmesi, AKP ve Erdoğan’ın yargıdaki vesayetinin kırılabilmesi, iç güvenlik yasası gibi anti-demokratik yasaların lağvedilmesi, eğitim sistemindeki hasarların en azından bir kısmının telafi edilebilmesi için bu azınlık hükümeti bir şans olacaktır. Aynı zamanda Meclis’teki değişen aritmetik ile birlikte, yolsuzluk komisyonları ve eski bakanlar ile ilgili gensoruların da yeniden gündeme gelmesi AKP’nin köşeye sıkışmasına neden olacaktır. Bu süreç ve diğer iki parti arasındaki denge eğer- eski kutuplaştırıcı geçmişinden iyice sıyrılan -CHP tarafından yönetilebilirse uçurumun kıyısına bariyerler örülmüş olur. İşte bu noktada bundan sonra kısa vadede neler olabilir,buna yakından bakalım. Öncelikle koalisyon süreci partiler arasında tam bir satranç maçına dönüşecek,  kozlar ve taleplerin ardı arkası kesilmeyecektir. MHP’nin kendi varlık nedeni olan “çözüm süreci” karşıtlığında ısrar etmesi, HDP’nin de tam tersi bir ısrar içinde olması büyük bir handikap gibi gözükse de “azınlık hükümeti” seçeneğinin denenmesini imkansız kılmaz. Çünkü hükümete girmeyecek olan bu iki parti, iktidar sorumluluğunun yaratacağı yıpranma tehlikesinden de azade olacaktır(3). Ancak bu süreçte AKP, bu çabaları baltalamak için seçim sürecinde olduğu gibi ayarının olmadığı bir karalama kampanyası ve inkar siyaseti yürütmesi beklenebilir. Çözüm sürecindeki görüşmeleri “hiç olmamış gibi” yaparak MHP’ye kaptırdığı milliyetçi oylara oynayarak, MHP ve HDP arasında bir bağ kurmaya çalışacaktır. Burada öyle hassas bir denge olacaktır ki doğuda ciddi bir oy kaybı yaşayan AKP, bu oyları geri alma olasılığını dışlamadığı için MHP’yi azami oranda sıkıştırma kabiliyetine de sahip olamayacaktır. AKP, bu satranç oyununda, ekonomi ve istikrar kozunu öne sürecektir. CHP ve MHP, AKP’den gelen bu sıkıştırma hamlelerine doğru yanıtları verebildiği ve geri adım atmadığı noktada, azınlık hükümetinin yolu açılabilir. HDP ve MHP’nin bu süreçte belli ödünler vermesi gerekiyor. Zaten AKP’nin enkazını temizlemekten, ideolojik keskinliklerini birbirlerine döndürmeye fırsat bulamayacaklardır. CHP hükümetini de bir muhalefet partisi olarak  dozunda bir eleştiriye tabi tutmaları da zaten muhalefet kimliklerine zeval vermeyeceği için “muhalefet alanını da AKP’ye  bırakmamış olacaklardır. Öte yandan AKP, nasıl en az on yıl boyunca iktidarda olduğu dönemde yargı ve asker bürokrasisi ile ters düştüğünde bunu bir nevi “muhalif” söylem ile kendi lehine kotarabildiyse, aynı yöntem bu kez diğer partilerin kozu haline gelecek. Yani devletteki AKP kalıntısı bürokrasiye açılacak savaş, bu üç partiye de bir çeşit muhalif söylem geliştirebilme gücü verecektir.

Uçurumun kıyısından dönüldüğü  bir ortamda, CHP hükümetine verilen destek ile HDP ve MHP arasındaki “antagonistik” durum da radikal bir dönüşüme uğrayabilir. Ernesto Laclau ve Chantal Mouffe’un işaret ettiği anlamda Türkiye’de “agonistik” siyasetin olanakları daha fazla gelişebilir. Mouffe,  “antagonizma”nın iki tarafın herhangi bir ortak zemini paylaşmayan düşmanlar oldukları bir biz/onlar ilişkisi olduğunu, “agonizm”in ise çatışan tarafların çatışmanın rasyonel bir çözümü olmadığını kabul etmelerinin yanı sıra karşılıklı olarak muhaliflerinin meşruiyetini tanıdıkları bir biz/onlar ilişkisi olduğunu belirtir. Yani çatışan taraflar, düşman değil, hasımdır(4). Meclis’te geçen dönem bunun bireysel bazı örneklerini gördük. Yan yana oturan iki partinin vekilleri mikro düzeyde hiç de düşman olmayan ilişkiler geliştirdiler. Radikal demokrat bir  hareket olarak HDP’nin çok daha güçlü bir şekilde TBMM’ye girmesi ve son mitingler ve eylemlerde Türk bayraklarının görünür olması agonistik siyasetin yerleşmesi noktasında da pozitif etkiler yaratacaktır. Bu aslında uzun vadede özellikle Erdoğan tarafından yıllardır körüklenen kutuplaşmanın siyaset yapmayı engellediği bir alanda, yeniden normalleşmenin önünü açabilir. Ancak bunun için öncelikle uçurumun kıyısından uzaklaşmak gerekiyor. AKP’nin siyasal alana vurduğu otoriter aşının tutmasına izin vermeden bu parçanın koparılıp o uçurumdan atılması gerekiyor. Ve  bunu başarabilmenin tek yolu önümüzdeki süreçte HDP ve MHP’nin dışarıdan destek verdiği bir CHP azınlık hükümetidir…

Uçurumun kıyısından döndük, ancak hala olası bir erken seçim durumunda AKP’nin yeniden güçlenerek geri dönmesi bir olasılık olarak önümüzde duruyor. Zizek, “Yaşayan Ölülerin Dönüşü” gibi filmlerde ya da benzer mitlerde ölülerin neden geri döndüğünü sorgular. Lacan’dan yola çıkarak verdiği yanıt ise “ölülerin bazı simgesel borçları ödetmek için geri döndüğü”dür. Yani uslünce gömülmemeleri ya da cenaze töreninde ters giden bir şey olmasıdır geri dönmelerinin nedeni.  “Ölümlerinin travmasını tarihsel belleğimize yerleştirene kadar yaşayan ölüler olarak peşimizden gelmeyi sürdüreceklerdir”(5). Aslında Zizek’in bu ifadesini biraz değiştirebiliriz. “Ölülerin travmasını tarihsel belleğimize yerleştirene kadar, yaşayan ölüler olarak peşimizden gelmeyi sürdüreceklerdir”. Bu nedenle onlara öyle bir simgesel tören hazırlamalıyız ki bir daha geri dönemesinler.  Bu simgesel törenin adı da “Yüce Divan”dır. Yolsuzluk soruşturmalarının üstünü örterek,  sokakta öldürülen gençlerimizin katillerini serbest bırakarak aslında  bir dönem savunduklarını iddia ettikleri liberal demokrasinin “Baba Yasası”nı bile tanımayan bu zevatı bir daha dönmemek üzere o uçurumdan atmalıyız. Tabi ki bunun bir ayağı Meclis’tir, ancak diğer ayağı da Gezi ruhunun en özgür olduğu alan, yani sokaktır…


[1] http://byboratav.blogspot.com.tr/2015/06/chpnin-olas-aznlk-hukumeti.html

[2] Diğer yazımda aslında AKP’nin seçim sonrası çözüm sürecini sürdürmekte hevesli olmadığını, bunun HDP tarafından da görüldüğünü belirtmiştim. HDP’nin CHP hükümetini desteklemesinin de aslında çözüm sürecinin gidişatı açısından çok fark yaratmayacağı da parti yönetimi hatta Kandil tarafından da görülmektedir. Bir de buna Suriye ve Irak’taki gelişmeler de eklendiğinde AKP’nin saldırgan dış politikası sürece çok daha büyük zararlar verebilir.

[3] Burada diğer yazımda da ayrıntılı bir şekilde irdelediğim şu gerçeği hatırlamakta yarar var. MHP ve HDP Meclis’te bir çok konuda AKP’ye karşı aynı muhalefet bloğu içinde oldular. Aslında bu adı konmamış bir koalisyondu.

[4] Mouffe, Chantal;( 2013) Siyasal Üzerine, İletişim Yayınları; Syf:30

[5]  Zizek, Slavoj (2011) İdeolojinin Yüce Nesnesi, Metis Yayıncılık, Syf:40