Bu aralar, Türk hükümeti ile Kürdistan İşçi Partisi (PKK) arasında, geçmişi 1923’te Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasına kadar götürülebilecek olan acımasız mücadeleyi sona erdirebilecek bir anlaşmanın sağlanmasına dönük gerçek bir olasılık var gibi görünüyor.

Mesele en başından beri açıktı. Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşünün hemen ardından, başını Mustafa Kemal’in (Atatürk) çektiği bir grup Türk milliyetçisi iktidarı ele geçirdi ve sınırları esasında Anadolu ve Trakya olarak bilinen toprakları içeren seküler bir cumhuriyet kurdu. İktidara yeni gelen neredeyse bütün milliyetçiler gibi, bu grup da ideolojik olarak Jakobendi. Bu grup, bir Türk cumhuriyeti ve aslında sadece Türkler için olan bir cumhuriyet kurdu.

Ermenilerle olan etnik mücadeleler iyi bilinmektedir ve halen aslında neler olduğuna dönük bitmeyen bir tartışmanın da konusudur. Bugün, dünya çapında analizcilerin büyük kısmı, bahsi geçen tarihin Ermeni versiyonunun daha doğru olduğunu kabul etmekte ve aslında bir etnik temizliğin yapılmış olduğunu kabul etmektedir.

Kürtçe konuşan halklar, bugün dört farklı devlette bulunmaktadır: Türkiye, Suriye, Irak ve İran. Kürt yurtseverleri*, uzun zamandır, bu dört ülkedeki grupları bir araya getirecek bir tür Kürt devleti kurma arayışındadır. Bu zamana kadar, bu girişim başarılı olamamış ve bu dört ülkedeki Kürt yurtseverleri, hedeflerini dört devletin her birinde kayda değer özerklikler elde etmek yönünde yeniden kurgulamıştır.

Türkiye örneğinde, Kürtçe konuşanlar, Türk devletinin güneydoğu bölgesine odaklanmıştır. 1976 yılında, Kürt yurtseverliğinin bayrağı, kendisini Kürtçe konuşanlara yönelik herhangi bir siyasi, kültürel ya da dilsel hakkı tanımakta isteksiz olan Türk hükümetine karşı isyan etmeye hazır, Marksist-Leninist bir hareket olarak tarif eden PKK tarafından ele alınmıştır. Doğrusu, Türk hükümeti, onları Dağ Türkü olarak adlandırmak suretiyle Kürtlerin varlığını bile tanımayı reddetmiştir. Böylece Türk hükümeti ile PKK arasında süregiden bir askeri mücadele ortaya çıkmıştır.

1999 yılında, PKK lideri Abdullah Öcalan, Türk hükümeti tarafından CIA’in de yardımıyla yakalandı. Vatana ihanet ve terörizmden yargılanarak ölüme mahkûm edildi. Bu cezanın infazı, sonradan, bir ada hapishanesinde tek kişilik hücrede ağırlaştırılmış müebbede çevrildi. Bu sırada Öcalan’ın dünya görüşü de değişiyordu ve Marksizm-Leninizm’in artık PKK’nin örgütlenme ideolojisi olması gerektiği fikrinden uzaklaştı. Bununla birlikte PKK’li çeşitli gruplar silahlı mücadeleye devam ettiler.

2002 yılında, adı AKP olan bir İslamcı siyasi parti, parlamentoya uzun süre hâkim olan seküler milliyetçileri alaşağı ederek ve sıkı sekülerizm siyasetine teşne askeri liderleri ürküterek, Türkiye’de iktidara geldi. AKP’nin lideri Recep Tayyip Erdoğan, üç seçimden başarıyla çıktı ve bugün AKP devletin siyasi kontrolünü sımsıkı elinde tutuyor görünmekte.

Pek çok kişi açısından sürpriz olacak biçimde, 2012 yılında Erdoğan, PKK ile ve dolayısıyla Öcalan ile, ilk başta gizli tutulacak biçimde müzakerelere başladı. Her iki taraf da çatışmanın kabul edilebilir bir çözümünün nasıl olacağı ve Kürtlerin hakları ve özerklik üzerine uzun zamandır süren farklı görüşler üzerine tartışıyordu. Siyasi çözüme dönük bu türden bir girişime yol veren şey, her iki tarafın da askeri mücadeleyi kesin olarak kazanmasının mümkün olmadığının farkına varmış olması gibi görünüyor.

Aynen diğer iç savaşlar gibi, bir tükenmişlik unsuru, rakip güçlerin bir tür uzlaşmayı kabul etmesine yol açacak biçimde rolünü oynamaya başlamıştır.

Uzlaşmalar her zaman sancılıdır ve her iki tarafta da bunu kabul edilemez bulacak militanlar her zaman olacaktır. Standart sorular, her bir tarafın yapılacak olan anlaşmada ne elde edeceği ve her bir tarafın kendi siyasi tabanlarının desteğini ne dereceye kadar alabileceğidir.

Türkiye, ileriye yol almak adına yeni bir anayasa kabul etmek zorundadır. AKP, diğer partilerin karşı çıktığı, başkanın iktidarını kayda değer ölçüde genişletmek konusunda telaşlı davranıyor. PKK ise bu türden bir yeni anayasaya, Kürtleri Türklerle eşit haklara sahip bir halk olarak tanıyan maddelerin dahil edilmesi konusunda telaşlı davranıyor. PKK, anayasadan, Kürtleri modern Türkiye’nin eşit kurucu halkı olarak tanımlayacak bir dil bekliyor.

Ayrıntılı çözüme dönük zor meselelerden biri, düşmanlıklara son verilmesidir. Türk hükümeti ve PKK, PKK silahlı güçlerinin Irak’taki özerk bölgeye geri çekilmesinde uzlaşmıştı. Bu geri çekilme halihazırda başlamış durumda. Fakat silahları bırakma söz konusu değil ve PKK birlikleri, daha somut bir süreç hayata geçirilene dek silahları bırakmak niyetinde değil. Öcalan’ın cezasını Türkiye’de ev hapsinde geçirmesine izin verilip verilmeyeceği de, tartışılan meselelerden birisi ve olması da muhtemel.

PKK için acil olan ve büyük bir başarı sayılabilecek olan şey, her ne kadar özerkliği içermese de Kürtlerin haklarının tanınması olacaktır. AKP için acil olan şey ise, yeni bir anayasayı yürürlüğe sokması için gereken Türk parlamentosundaki %75’lik** oranı elde etmek adına parlamentodaki Kürt üyelerin oylarına ihtiyacı olmasıdır.

Böylece, bunca ihtiyat ve süregiden karşılıklı kuşkunun ortasında, iki taraf da bir anlaşmaya önemli ölçüde daha yakın hale gelmiştir. Bazı zorluklarla birlikte, Öcalan muhtemelen kendi tabanının müstakbel düzenlemelere uyum göstermesini sağlayabilecektir. Öcalan halen bir Kürt kahramanıdır. Eğer anlaşma gerçekleşirse, Kürtler dilsel ve kültürel haklarına kavuşmuş olacaktır. Sıradan Kürtlerin ekonomik durumunun ne kadar gelişeceğini ise bekleyip göreceğiz.

* Wallerstein’in yazısının orijinalinde Türkler için de Kürtler içinde “milliyetçi” anlamına gelen “nationalist” sözcüğü kullanılmaktadır, ancak çeviride, Türkçe okur açısından iki tarafı eşitleyen bir dil kullanmamak için “Kürt milliyetçileri” yerine “Kürt yurtseverleri” ifadesi kullanılmıştır; -editörün notu.

** Yazar % 75 dese de bu oran gerçekte 2/3 yani %67’dir; -e.n.

[Binghamton.edu’daki İngilizce orijinalinden Sendika.Org tarafından çevrilmiştir]