HDP’nin örgütlenme çalışmaları kapsamında bir süredir yaptığı bölge konferansları İstanbul’da gerçekleştirilen Marmara Bölge Örgütlenme Konferansı ile sürüyor. Daha önce Ege, Çukurova, Karadeniz, İç Anadolu, Serhed Bölge konferansları gerçekleştirilmişti. 

Açılış konuşmasını yapan Sezai Temelli, Babacan ve Davutoğlu'nun kurmayı planladığı yeni partiler hakkında konuştu. Temelli, "Rus oyuncağı Matruşka gibi Türkiye'yi oyalamaya devam edecekler. Açıyorsunuz içinden aynı şey çıkıyor sadece boyu kısa. Uzunundan ne gördük ki kısasından ne bekleyeceğiz" dedi. 

Temelli'nin açıklamaları şöyle

Toplumu savunmak gerek. Gelin hep beraber HDP’de siyaseti toplumsallaştıralım, toplumu siyasallaştıralım. Bu çabamızla mücadelemizi büyütmeyi, örgütsel yapımızı güçlendirmeyi sürdürüyoruz. Çünkü Türkiye’ye dönüp baktığımızda Türkiye siyaseti öyle bir açmazın içine girmiştir ki adeta Türkiye’yi çürütmektedir. Sadece Türkiye’yi değil Orta Doğu’yu da. Bugün Akdeniz’den Orta Doğu’ya kadar olumsuz siyasi dalganın üretildiği bir mecraya dönüşmüştür. Neden? Aslında bunu birkaç açıdan değerlendirebiliriz. Ama çok belirgin bir şey bugün önümüzde duruyor. Bu çürümüşlüğün müsebbibini aramak için ilk gözümüze çarpan şey belki de en sahici yanıt gerçek yanıttır. Nedir? Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi. Bu sistem Türkiye’nin bırakın sorunlarını çözmek, sorunlarına sorun katar.
 
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi sadece son bir yılın ortaya çıkardığı bir tablo değildir. Son 40 yılın bakiyesidir. Yani 12 Eylül aklının bakiyesidir. Cunta generallerinin hayalini kurduğu ama hayata geçiremediği şeyi bugünkü iktidar hayata geçirmeye çalışmaktadır. Faşizmi kurumsallaştırmak, diktatöryal rejimi inşa etmek için Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi denen uydurma sistemi topluma, emekçilere, kadınlara dayatıyorlar. Toplumun aklıyla alay edercesine de dönüp diyorlar ki bu sistem daha 1 yaşında, sistemi eleştirmek için erkendir. 

ÇÖZÜM DEMOKRASİDİR

Hayır, bu sistem 1 yaşında değil 40 yaşındadır. Evet, 12 Eylül Anayasının yamalı bohça haline gelmiş bir anayasanın ortaya çıkarmış olduğu tablo budur. Sorun varsa rehabilite ederiz, MR’ını çekeriz diyorlar. Demek ki bir sorunun olduğuna onlar da ikna olmuş. Bir sorun var, bir hastalık var. Bir hastalık olarak değerlendiriyorlar ki MR’dan bahsediyorlar. Evet, bu bir politik hastalık. Bunun çözümünü MR çektirerek bulamazsınız. Bunun çözümü demokrasidir, yani Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminden kurtulmaktır. 

Bu sistemin içinden çözüm üretmek beyhude bir çabadır. Tam da topluma bunu anlatmak için, toplumu bu konuda ikna etmek için önemli bir uğrak vardı önümüzde o da 31 Mart seçimleriydi. 31 Mart seçimlerine giderken ortaya koyduğumuz strateji ile aslında biz bu 40 yıllık sürecin değerlendirmesini yaptık. Aslında 17 yıllık AKP iktidarı döneminin ve HDK ile başlayan kendi sürecimizin de değerlendirmesini yaptık. Bütün bunlarla anayasa referandumu, 24 Haziran ve 31 Mart seçimlerini birlikte değerlendirdiğimizde güçlü bir stratejiyi ortaya koyduk. Müdahale etmemiz gerekiyordu, müdahale ettik. Böyle gelmiş ama böyle gitmez dedik. Stratejimiz bu kutuplaşmaya karşı bir itirazdı. 

ÜÇÜNCÜ YOL DEMEK ASLINDA BİR SEÇENEK VAR DEMEKTİR

Türkiye siyasetini iki kutba hapseden, bu gerilim hattına karşı doğrudan bir müdahaleydi. Üçüncü bir yol var demek aslında bir seçenek var demektir. Bu kutuplaşmış siyasete karşı emekçilerin, kadınların, gençlerin, Türkiye halklarının hakkını savunmaktır. Çünkü onlardan yana, onların tercihlerinden yana siyaset yapmayan bu anlayış tam tersine onların hakkını gasp ederek yoluna devam etmek istiyor. Bunu yaparken de her zaman olduğu gibi toplumu ayrıştırıyor. Bu kutuplaşmış kamplara hapsetmeyi siyaset olarak topluma sunuyor. Buna itiraz etme, buna karşı siyaset yapma iklimini de savaş ve şiddet politikaları ile ortadan kaldırıyor. Tam 40 yıldır bu döngünün içindeyiz. AKP iktidarı bunun en sofistike senaryoları ile karşımıza çıktı. 

Son 10 yıla baktığımızda hem ekonomi alanında hem siyasal hem sosyal yaşamda AKP iktidarının bu 40 yıllık döngüyü devam ettirmek için, devranı döndürmek için nelere başvurduğunu gördük. Buna müdahale etmek önemliydi. 31 Mart stratejimizin gücü buradaydı. Tabii bunu kabul etmediler, buna karşı hemen saldırıya geçtiler. Belediye başkanlarımıza, meclis üyelerimize KHK tuzağıyla mazbatalarını vermediler. Seçime giderken hayata geçirdikleri devlet kampanyaları ile Muş’u, Şırnak’ı, Malazgirt’i ve çok sayıda belediyemizi çaldılar. Yetmedi 31 Mart’tan sonra yenilenmesi gereken hiçbir seçimi yenilemeyip sadece İstanbul seçimlerini yenilediler. Baktık ki hiçbir ders çıkarmamışlar, o zaman 23 Haziran’da bunlara bir ders daha verelim dedik, o dersi de verdik. Hani meydanlarda diyordu ya “Kürtler defolun gidin”, hani meydanlarda bizi tehdit ediyordu Osmanlı tokadını gösteriyordu ya bize, biz ona o öyle olmaz dedik. 23 Haziran’da bir Kürt tokadı çaktık ki feleğini şaşırdı. 

HDP OLARAK BARIŞ, DEMOKRASİ YOLUNUN AÇILMASINA VESİLE OLDUK

HDP olarak tüm halkların, emekçilerin, kadınların, gençlerin yani tüm toplumun partisi olarak aslında biz barış ve demokrasi yolunun açılmasına vesile olduk. Bunun onurunu ve gururunu yaşıyoruz. Bu önemliydi, çünkü özellikle 40 yıllık tarih içinde ve 17 yıldan bahsettik ama özellikle son 4 yıl çok önemli bir süreçti. Son 4 yılda Türkiye'nin adım adım tecritleştirildiğini görürsünüz. Demokrasi, hukuk ve adalet adına ne varsa bunları tasfiye edildiğini gördük. Tecrit kırılmalı dedik. Tecrit hala sürüyor. Mutlak tecride yönelik 200 günlük açlık grevi ile Sevgili Leyla Güven’in direniş elbette sonuç verdi ama tecrit sürüyor. Bu tecridin tümden ortadan kalkması bir adalet, demokrasi barış mücadelesine ihtiyaç duyuyor. Çünkü tecrit sadece İmralı’da değil. 

İmralı karasularından başlayıp bütün Türkiye’yi çepeçevre kuşatmış durumdadır. Hukuk, adalet adına ne varsa tecrit altındadır. Diğer taraftan Türkiye’de büyük bir adalet mücadelesini hayata geçirmek gerekiyor. Demokrasi dediğimizde, adalet ve hukuk mücadelesini ve bu tecritleşmeye karşı mücadeleyi de kapsıyor. Gelin bu demokrasi mücadelesinde buluşalım. Seçim zamanları ortaya çıkan sadece sandıklarda buluşan mücadeleyi gelin kalıcı hale getirelim. Gelin Demokrasi İttifakında buluşalım. Böylece bu ülkenin ihtiyaç duyduğu adalet, hukuk ve toplumsal barışı hep birlikte inşa edelim. Bunu yapabiliriz. Nasıl ki 31 Mart’a giderken bu anlamıyla demokrasi mücadelesinde bütün toplum yan yana gelmeyi başardı, o zaman bunu önümüzdeki döneme hep birlikte taşıyalım. 

BARIŞ DEDİĞİ İÇİN BİNLERCE KİŞİ İÇERİDE

Öncelikle barış diyoruz, barış olmadan demokratik hayatı inşa etmemiz mümkün değil. Barış dedikçe barış diyenlere saldıran bir iktidar var. Biz barış adına adım attıkça barış diyenleri hapse tıkayan bir iktidar var. İşte Barış Akademisyenleri, işte Füsun hoca. Neden cezaevinde anlamak mümkün değil. Barıştan yana tavır alan herkese bu saldırı devam ediyor. Çünkü barış bu iktidarın hastalığının teşhirini ortaya koyuyor.

Savaştan ve şiddetten beslenen bu iktidar, iktidarını sürdürebilmek için her geçen gün şiddeti baskıyı artırmaya devam ediyor, toplumsal barışı dinamitliyor. Binlerce masum insan cezaevinde. Neden, fikirlerini söyledikleri için. Demokratik siyaset yaptıkları için cezaevindeler. Bizim sevgili eş genel başkanlarımız, belediye eşbaşkanlarımız, belediye meclis üyelerimiz, milletvekillerimiz, 5 bin arkadaşımız barış ve demokrasi istedi diye cezaevinde. Ama bu ülkede suç işleyenler elini kolunu sallayarak sokaklarda gezmeye devam ediyor, suç işlemeye devam ediyor. Arkadaşlarımızın bir suçu yok; bir sevdaları var. Şimdi bu sevdayı bu mücadeleyi büyütme zamanıdır. Toplumsal barışı büyütmek zorundayız. Bir an önce tüm siyasi tutsaklar, fikirlerinden dolayı cezaevinde olan herkes, gazeteciler, akademisyenler özgür kalmalıdır.

Toplumsal barış adına, Demokles’in kılıcı gibi halkların, kadınların, emekçilerin üzerinde sallanan bu TMK lağvedilmelidir. Biz bize kurduğumuz bir barış kalıcı olamaz. Suriye, Irak barışı için de adım atmalıyız. Suriye halkları, Irak halkları kendi kaderlerine kendileri karar vermelidir. Suriye ve Irak’a sürekli savaş ihraç etmemeli, artık sınır ötesi operasyonlarla oradaki halkları yerlerinden yurtlarından etmemeliyiz. Savaş politikalarına son verilmelidir. Bunun yolu bütün toplumsal kesimlerin savaş karşısında bir araya gelmesi ile mümkündür. Demokrasiyi istemek, barış istemektir. Barış istemek hem kendiniz için hem de bütün insanlık için istemektir. Suriye halkları için istemektir, Irak halkları için istemektir. 

Bu iktidarın Kürt düşmanlığından beslenerek savaş politikaları ile var etmeye çalıştığı bu düzen ancak bizim barış mücadelemiz ile yıkılabilir. O yüzden her yerde barış diyoruz. Dünyada, ülkemizde, Orta Doğu’da barış. Barış için mücadelemizi ortaklaştırmalıyız. Toplumu ayrıştırmaya ve bölmeye çalışanlar yaşamın her alanına kafalarını sokup insanları karşı karşıya getiriyor. Kürt, Türk, Alevi, Sünni kimliklerimizi, farklılıklarımızı adeta birbirinin karşısına konumlandırarak buradan beslenmeye çalışıyor iktidar. 

ORTAKLAŞACAĞIMIZ BİR ZEMİNE İHTİYAÇ VAR

Farklılıklarımız zenginliğimizdir, varlık nedenlerimizdir. Ama bizim ortaklaşacağımız bir zemine ihtiyacımız var, bir toplum sözleşmesine ihtiyacımız var. Şimdi bunu yazmanın zamanıdır. Anayasaya ihtiyacımız var. Anayasa bir toplumsal mutabakat için bizi buluşturabilecek bir zemindir. Gelin, faşizme karşı mücadelemizi bir anayasa sürecinde, toplumsal müzakere sürecinde buluşturalım. Hem faşizmi yıkalım hem de yeni gelenin hazırlığını yapalım.

Kurucu bir özne olarak buna öncülük yapalım. Gelin yeni bir toplum sözleşmesi için seferber olalım. Eşit yurttaşlık temelinde bütün halkların inançların kendisini içinde bulacağı bir sözleşmeyi birlikte yaratalım. Anayasası olan bir devlet değil, anayasal devlet için mücadele edelim. Eline sopayı geçirip Diyadin Belediyesini basanlara karşı Erzurum Karayazı’da yaşanan barbarlığa karşı gelin seçilmişleri, toplumu koruyan bir anayasayı ve hukuk sistemini birlikte kuralım. Bunu yapamazsak, bu barbarlık bunu Karayazı’da dün Diyadin’de, hiç şüpheniz olmasın yarın tam da burada İstanbul’un göbeğinde Kadıköy'de sizi bekliyor olacaktır. Eğer bir yerde adaletsizlik varsa bilin ki o orada kalmaz. Kötülük kötülüğü besler. Hani diyorlar ya bana dokunmayan yılan bin yaşasın, hiç kuşkunuz olmasın o yılan bin yıl yaşar ama sizin ömrünüz kısalır. Gelin, iyiliği yaşatalım, iyiliği büyütelim, ortak iyilik için gelin ortaklaşalım. Ortak olan güzeldir, güzel olan hakikattir.

Hakikatin gücünü yaratmak için gelin yan yana demokrasi ittifakında buluşalım hem toplumsal barış için hemde toplumun bir arada yaşama iradesini ortaya koyacak bir gelecek için anayasal buluşmayı gerçekleştirelim. Hem bugün için mücadele hem gelecek için müzakere zamanıdır. Bunu başarabiliriz. Bunu yapmak için gelin demokrasi ittifakı çağrısına kulak verin. Eğer biz bugün bunu yapmazsak yine Rus oyuncağı Matruşka gibi Türkiye'yi oyalamaya devam edecekler. Açıyorsunuz içinden aynı şey çıkıyor sadece boyu kısa. Uzunundan ne gördük ki kısasından ne bekleyeceğiz. Şimdi yeni siyaset mutlak demokrasi için mücadele zamanıdır, radikal demokrasi zamanıdır. Güçlü bir fikriyatımız var  Şimdi bu fikriyatı örgütleme zamanıdır. Bu örgütleme konferanslarında bu fikriyatı nasıl örgütlemeliyiz, nereden başlamalıyız, bunun yanıtlarını arayacağız. 

MECLİSLERDE YAN YANA GELECEĞİZ

Bir fikriyatımız var, radikal demokrasi dedik. Bu çok kıymetli ve önemli bir fikriyat. Toplumu siyasete davet ederken toplumun, kadınların, emekçilerin söz yetki ve karar sahibi olacağı bir iktidarı seçenek olarak var ediyor. Bugünkü iktidarın, kutuplaşmış anlayışın iktidar tasavvuruna karşı yeni bir iktidar anlayışını, halkın iktidarını bir hedef olarak önümüze koyduk. Bunu var edebilmenin yolu mahallemizde, sokağımızda, iş yerimizde örgütlenmektir. Meclisleri var etmektir, o meclis aklını siyasetin her alanına taşımaktır. İşte radikal demokrasi dediğimiz budur. Meclislerde yan yana gelmektir, özgürlüğü var etmek ve özgürlüğe sahip çıkmaktır. Hiç kimse bunu sizin adınıza yapmaz, hiçbir rol model sizin adınıza buna sahip çıkmaz. Hiçbir kurtarıcıya ihtiyacımız yok. Siz yapacaksınız, biz yapacağız hep beraber yapacağız. Bugünden yarına hem kendimizi hem toplumu örgütleyeceğiz. Örgütlü toplumla özgürlüğe ulaşacağız.