HDP Eş Genel Başkanı Sezai Temelli, partisinin İl Eşbaşkanları Toplantısı'nın açılışında gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

AKP Genel Başkan Yardımcısı Ali İhsan Yavuz’ın KHK’lılara yönelik açıklamalarına değinen Temelli, “Bunu atmak yerine, bugün hepimizin hayretle izlediği KHK'lilerin oy kullanıp kullanamayacağı tartışması ile karşı karşıyayız. Akla ziyan bir tartışma bu. Bu denli zıvanadan çıkmış bir anlayış ile karşı karşıyayız. "Böyle bir şey nasıl tartışılabilir" gibi sorularla karşılaşıyoruz. Oysa iktidar böyle bir şey olabilir mi rekorunu kırıyor. Hiç kimsenin aklına gelmeyecek olan, eşyanın tabiatına aykırı şeyler bu iktidarın aklına geliyor” dedi.

Açlık grevlerine değinen Temelli, “4 yıllık tecrit süreci domino etkisi yaratarak, bütün ülkeyi tecritleştirdi. Hukuk adına, yargı bağımsızlığı adına savunabilecek bir şey kalmadı. Adalet Bakanı hukukun üstünlüğünden bahsediyor. İcranın başındakiler yasanın gereğini mutlak şekilde yerine getirmeliler. Leyla Güven 5 buçuk aydır açlık grevindedir. Tam da bu hukuksuzluğun başladığı noktaya işaret etmektedir. Birçoğunun durumu kritik aşamaya işaret etmektedir. Kalıcı hasarlar meydana gelebileceği gibi bazı arkadaşlarımızı yitirebiliriz. Seçim kampanyası boyunca 8 arkadaşımızı kaybettik. Kaybetmeyebilirdik. Hukukun üstünlüğü yerine getirilmiş olsaydı bu 8 insan aramızda olacaktı. Bu açlık grevinden dolayı ortaya çıkan birçok mesele de söz konusu olmayacaktı. Bu duyarsızlık bugünkü otoriter rejimin dayatmasından başka bir şey değildir” ifadelerini kullandı.

Temelli, şu ifadeleri kullandı:

Bugün İl Eşbaşkanları Toplantısı ile hem seçim sürecini hem seçim sonuçlarını değerlendireceğiz. Tabi önümüzdeki dönemin siyasetini de birlikte konuşacağız, en önemlisi de örgütlenme meselemizi ele alıp değerlendireceğiz.

31 Mart seçim sonuçlarına dair şunu söylemek istiyorum. Partimizin stratejisi güçlü bir stratejiydi. Türkiye siyasetinin kulvarını değiştirdi. Bu başarı sizlerindir. Ben bu vesileyle sizler şahsında tüm teşkilatlarımıza teşekkür etmek istiyorum, önemli bir başarıya imza attık. Bugün burada her il özelinde eksikliklerimizi de konuşacağız. Hedeflerimizi ne kadar gerçekleştirdik, onu tartışacağız.

Kuşkusuz genel olarak baktığımızda Türk siyasetinin en önemli beklentilerinden olan değişim beklentisini tam da 31 Mart HDP’nin stratejisi açmıştır. Bunun sonuçlarını ve ne gibi değişimlere yol açacağını önümüzdeki dönemde hep birlikte göreceğiz.

‘HDP'NİN STRATEJİSİ BİR GÜNDE ORTAYA ÇIKMADI’

Ama şunu da çok net söylemek gerekiyor ki bu strateji bir günde ortaya çıkmadı. Ta 16 Nisan Referandumu’ndan, Hayır Meclisleri'nden bugüne kadar HDP olarak kararlı bir şekilde inisiyatif aldık, Türkiye demokrasi mücadelesinin ancak demokrasi cephesiyle sürdürülebileceğini tespit ettik ve tüm toplumsal muhalefeti, emekçileri, kadınları bir arada mücadeleye davet ettik. Bu uzun süreli strateji Türkiye toplumunun beklentilerini karşılamıştır. Bugünden sonra nasıl bir yol yürüyeceğimiz, gene geride bıraktığımız süreçteki kararlılığımıza bağlı gelişecektir.

‘ÇIKMAZIN TEMEL NEDENİ TECRİTTİR’

Türkiye siyasetinin içinde bulunduğu çıkmazın en temel nedeni 5 Nisan 2015’te başlayan mutlak tecrit koşullarıdır. Geride bıraktığımız 4 yıl boyunca Türkiye’de otoriter rejim kendisini örgütlemiş, faşizmi güçlendirme çabası içinde olmuştur. Her geçen gün yeni bir hukuksuzluğa imza atmış, demokratik tüm kurumları tasfiye etmiş, demokratik siyaseti boğmaya çalışmıştır. Bu sürecin en büyük mağduriyetini HDP’liler ve Kürt halkı yaşadı.

‘BARIŞ VE DEMOKRASİ MÜCADELESİNDEN VAZGEÇMEDİK, VAZGEÇMEYECEĞİZ’

Kürt halkı, HDP, demokrasi güçleri, faşizmin kurumsallaşması, tecride karşı, Türkiye’nin tecridine karşı 4 yıldır büyük mücadele veriyor. Birçok arkadaşımızı yitirdik, birçok arkadaşımız cezaevine gitti, evinden yurdundan oldu. Asla barış ve demokrasi mücadelesinden vazgeçmedik. Çünkü inanıyoruz ki Türkiye bu tecrit koşullarından ve savaş politikalarından kurtulacaksa bu kararlı bir demokrasi ve barış mücadelesi ile mümkün, bu anlamıyla da HDP üzerine düşeni yapmaya devam etti, edecek.

‘BÜTÜN ÜLKE TECRİTLEŞTİ’

4 yıllık tecrit süreci domino etkisi yaratarak, bütün ülkeyi tecritleştirdi. Hukuk adına, yargı bağımsızlığı adına savunabilecek bir şey kalmadı. Adalet Bakanı hukukun üstünlüğünden bahsediyor. İcranın başındakiler yasanın gereğini mutlak şekilde yerine getirmeliler. Leyla Güven 5 buçuk aydır açlık grevindedir. Tam da bu hukuksuzluğun başladığı noktaya işaret etmektedir. Yani biraz önce bahsettiğim 5 Nisan’a işaret etmektedir.

‘8 KİŞİYİ KAYBETMEYEBİLİRDİK’

Leyla Güven’le birlikte binlerce insan açlık grevindedir. Cezaevlerinde dünyanın birçok yerinde yoldaşlarımız açlık grevinde. Birçoğunun durumu kritik aşamaya işaret etmektedir. Kalıcı hasarlar meydana gelebileceği gibi bazı arkadaşlarımızı yitirebiliriz. Seçim kampanyası boyunca 8 arkadaşımızı kaybettik. Kaybetmeyebilirdik. Hukukun üstünlüğü yerine getirilmiş olsaydı bu 8 insan aramızda olacaktı. Bu açlık grevinden dolayı ortaya çıkan birçok mesele de söz konusu olmayacaktı. Bu duyarsızlık bugünkü otoriter rejimin dayatmasından başka bir şey değildir.

Biz buradan bir kez daha çağrıda bulunuyoruz. Bir an önce Sayın Öcalan avukatları ve ailesiyle görüşebilsin. Bu haklı bir taleptir. Bu tüm hükümlerin hakkıdır ve bu hak verilmek zorundadır. Bu uygulamayı yok saymak aslında Türkiye’ye dayatılan faşizmdir, buna son verebiliriz.

‘KÜRT HALKININ İTİRAZI SANDIĞA YANSIDI’

31 Mart seçimleri tam da Türkiye toplumunun barış talebini açığa çıkarırken, Türkiye toplumunun tecride karşı itirazını da ortaya koymuştur. Kürt halkının kararlı bir şekilde sandıklara, iradesine sahip çıkması, Türkiye siyasetinin kulvarını değiştirmesi, bu itirazın örgütlü halidir. Bu itirazın sandığa yansımış biçimidir. Bunu Türkiye, Adalet Bakanlığı, iktidar dikkate almak zorundadır.

‘ANNELERİN SESİNE SES KATMALI, YANLARINDA OLMALIYIZ’

Türkiye her açıdan sıkışmıştır. Açlık grevindeki arkadaşlarımız tecrit kalksın diye bir sesi yükseltiyorlar ama Türkiye’nin bu sıkışmışlıktan çıkmaması için de önemli bir mücadele sergiliyorlar. O yüzden de tüm Türkiye’ye, aydınlara, yazarlara, STK'lara, sendikalara sesleniyoruz. Bu hepimiz için bir demokrasi mücadelesidir. Bu hepimiz için atılmış bir adımdır.

Buna duyarsız kalmayalım. Bu konuda hepimiz sorumluluğunuzun gereğini yerine getirelim. 165 günden, 5 buçuk aydan bahsediyoruz. Artık bir duyarlılığı sadece çağrı yaparak değil bugün annelerin sesine ses katarak, onların yanında olarak hep birlikte göstermeliyiz.

‘ANNELERE YAPILAN MUAMELE SUÇTUR, REZİLLİKTİR’

Biz bu ülkede anneler acı çekmesin istiyoruz. Adalet Bakanlığı’na bir kez daha sesleniyorum. Annelerin, babaların sesine kulak verin. Bugün sokakta annelere kötü muamelede bulunan insanlara da sesleniyorum: Bu yaptığınız suçtur, ondan öte rezilliktir. Türkiye bu sahneleri yaşamaya mecbur değil.

Anneler inatçıdır, kararlıdır, anneler bu ülkeyi eninde sonunda değiştirecektir

Bugün bu ülkede Kürt anneleri, Türk anneleri acı çekmesin istiyoruz. Çocuklarının cenaze törenlerini değil mürüvvetlerini görsünler istiyoruz. Bunun yolu barıştan geçiyor. Bunun yolu bu savaş politikalarının sonlandırılmasından, bu acının sonlandırılmasından geçiyor. İktidar kendi ikbalini savaş politikaları üzerinden yürütürken, annelere ise acı veriyor. Anneler inatçıdır, kararlıdır, anneler bu ülkeyi eninde sonunda değiştirecektir. Demokrasiden yana, barıştan yana değiştirecektir. Çok ağır bedel ödemiş bir halkın ısrarlı mücadelesini bugün bir kez daha Gebze’de, Kızıltepe’de izledik.

‘İKTİDAR SEÇİMLERDEN DERS ÇIKARMAK YERİNE SEÇİM SONUÇLARININ ACISINI ÇIKARMAK PEŞİNDE’

Tüm acılara son vermek hepimizin elinde. Bütün siyasi partilere, toplumsal muhalefete ve sendikalara çağrı yapıyorum. Hep birlikte bu gidişata son verebiliriz. 31 Mart seçimleri bu anlamıyla çok önemli sonuçları olabilecek bir seçimdir, ayrıca çok önemli derslerin çıkarılacağı bir seçim olmuştur. İktidar bu seçimlerden ders çıkarmak yerine seçim sonuçlarının acısını çıkarmak peşinde. Evet, oy kaybının, gerilemenin, belediyeleri yitirmenin acısını çıkarma peşinde. Bu iyi bir gidişat değildir.

‘EVET DEMİRİ SOĞUTMAK GEREK VE BUNUN ADRESİ PARLAMENTO'DUR’

Bakın Cumhurbaşkanı diyor ki “demiri soğutmak gerek”. Çok güzel, katılıyorum kendisine, bu demiri soğutmalıyız ama nasıl soğutacağımızı da konuşmalıyız. Hep birlikte bu savaşı sonlandırmak konusunda inisiyatif almalıyız. Bunun adresi Parlamento’dur. Parlamento Türkiye halklarının temsilinin merkezidir. Parlamento’yu işlevsiz kılan, çalıştırmayan ve burada halkların iradesini yok sayarak demiri soğutamayız. Cumhurbaşkanı yürütmenin başındaki kişi olarak kendi sınırlarına çekilmeli, Parlamento inisiyatif almalı, Türkiye’nin acil sorunlarına çözüm üretmelidir.

‘TÜRKİYE'NİN ÖNÜNDE BULUNAN YEGANE SEÇENEK BARIŞTIR, DEMOKRASİDİR’

Türkiye’nin birçok sorunu var, bu sorunların merkezinde de Kürt sorunu var. Kürt meselesini yok sayarak, diğer sorunların çözülemeyeceğini hem bu 4 yılda hem de geride bıraktığımız 40 yılda öğrendik. Otoriter rejimi dayatanlara bir kez daha sesleniyorum: Türkiye'nin önünde bulunan yegane seçenek barıştır, demokrasidir. Türkiye hala demokrasisini arıyor ve mutlaka başaracak. 31 Mart seçimleriyle birlikte Türkiye’nin önemli bir yol ayrımına geldiğini söyledik. Umutlandı toplum, değişebilir umuduna kapıldı. Türkiye yaşadığı bütün sorunlardan bu şekilde kurtulacağı umudunu büyüttü.

‘AKP-MHP BLOKUNUN AYRIMCI POLİTİKASINI YSK DA SÜRDÜRDÜ’

Dönüp baktığınızda 31 Mart’tan bugüne 21 gün geçmiş. 21 günün sonunda başta YSK marifeti ile büyük bir hukuksuzluğu izliyoruz. Büyük bir adaletsizliği izliyoruz. En başta bu adaletsizlikten en büyük nasibi HDP, yani bizler alıyoruz. Ne kadar itiraz edersek edelim hiçbir itirazımıza yanıt verilmedi. Oysa bütün itirazlarımızın çok meşru nedenleri vardı, haklı nedenleri vardı. YSK'ya seslendik, “adaylar arasındaki farktan daha fazla geçersiz oy varsa oraların yeniden sayılmasına karar verin” dedik. YSK bunların hiçbirini kabul etmedi. Bize karşı sürekli olarak bir tavır sergileyerek, bize karşı yapılmış bütün itirazlara olumlu yanıt vererek, aslında AKP-MHP blokunun seçim süreci boyunca sürdürdüğü ayrımcı politikayı YSK da sürdürmüş oldu.

‘31 MART’TAN BU YANA DEMİR YSK TARAFINDAN ISITILMAYA DEVAM EDİLİYOR’

Bir ayrımcılıkla karşı karşıyaydık, bir nefret söylemi ile, hakaretlerle karşı karşıyaydık. Hepimizin terörist olduğu bir kampanya diliyle ülke terörize edilmişti. Bunun sonlanması gerekiyor. İşte demirin soğuması bu dilden siyaseti arındırmakla mümkün. 31 Mart’tan bu yana demir YSK tarafından ısıtılmaya devam ediliyor.

KHK ile ihraç edilmiş olanların mazbataları verilmedi. Oysa seçime girmelerinde engel olmadığı bizzat YSK tarafından belirtilmişti. Hala düzeltilebilir. Bu yanlış, hatalı, hatta anayasal suç içeren bu kararlardan dönülebilir. Adalet ve vicdan gereği neyse o adım atılabilir.

‘KHK'LİLERİN OY KULLANIP KULLANAMAYACAĞI TARTIŞMASI AKLA ZİYAN’

Bunu atmak yerine, bugün hepimizin hayretle izlediği KHK'lilerin oy kullanıp kullanamayacağı tartışması ile karşı karşıyayız. Akla ziyan bir tartışma bu. Bu denli zıvanadan çıkmış bir anlayış ile karşı karşıyayız. "Böyle bir şey nasıl tartışılabilir" gibi sorularla karşılaşıyoruz. Oysa iktidar böyle bir şey olabilir mi rekorunu kırıyor. Hiç kimsenin aklına gelmeyecek olan, eşyanın tabiatına aykırı şeyler bu iktidarın aklına geliyor.

‘BÖYLESİ BİR TALAN HİÇ GÖRÜLMEMİŞ’

Evet kaybettiniz, seçimle gelen seçimle gider. Bunu içinize sindirmelisiniz. Ama seçim sonuçlarını, demokrasiyi tanımayan bir tarzla sonuç alamazsınız. Mümkün olmadığının en önemli örneklerini işte yerel yönetimlerin devir teslim törenlerinde izliyoruz. Nasıl bir talanın, nasıl bir zihniyetin belediyelerimizi ele geçirdiğini görüyoruz. Bir şatafat, yandaşlara aktarılmış kaynaklar, inanılmaz, derecede borçlandırılmış belediyelere. Mardin, Silopi, Van açıkladı. Yerellerde iktidara geldiğimiz her yerde rakamları açıklıyoruz. Bu denli talan daha önce hiç görülmemiş. Sadece bizim belediyelerimizde değil. Bugün İstanbul’da kopan kıyamette de aynı vurgunu ve talanı görüyorsunuz.

‘KAYYUM TALANININ İNCELENMESİ İÇİN ACİL MÜFETTİŞ GÖREVLENDİRİLMELİ’

Tüm bunlara son vermenin yolu demokratik kurumların işlemesinden geçiyor. Meclislerin hem yerelde hem merkezde işlemesinden geçiyor. Tüm bunlara son vermenin yolu denge denetleme mekanizmalarının çalışmasından geçiyor. Buradan çağrı yapıyorum, tüm müfettişlerin yerellere giderek kayyım talanının raporunu çıkarması gerekir. Sayıştay’a çağrı yapıyorum. Acilen inceleme başlatması gerekir. Olağanüstü bir durumdur çünkü. Hesap kesim sürecini beklemeksizin kayyım dönemini incelemesi gerekiyor. Eğer bunu yapamazsak halkın birçok hakkının gasp edilmesine neden olacağız. Bugün demokrasi mücadelesi verenler büyük baskı görüyor, ama hakkımız olanı almak için mücadeleye devam edeceğiz.

Evet, yerellerde bize ait olanı hep birlikte yeniden kazandık. Şimdi yerelde çok güçlü bir şekilde yerel yönetim anlayışını hayata geçireceğiz. Toplumsal, siyasi ve ekonomik olarak üzerimize düşeni yapacağız. Adaletli bir şekilde yapacağız, hakkaniyetli bir şekilde yapacağız.

‘İKTİDAR TÜRKİYE HALKLARININ ÇIKARLARINI GÖZETEREK ADIM ATMAK ZORUNDADIR’

Türkiye çok zor bir dönemden geçiyor. Sadece adalet, hukuk meselesinde değil, aynı kriz sürecini ekonomide de izliyoruz. Dış politikaya baktığımızda aynı kriz sürecini dış politikada izliyoruz. Bu iktidarın yönetememe krizidir. İktidar bu yönetememe haline son verebilmek için kabineden başlayarak, demokratik siyaset içinde belli adımları atmalıdır. Nasıl ki Parlamento üzerine düşeni yapacaksa, iktidar da bu kriz süreçlerinde artık partizan bir şekilde değil tüm Türkiye halklarının çıkarlarını gözeterek adım atmak zorundadır.

Bugün ekonominin düzelmesi için kemer sıkma politikaları asla çözüm değildir. Yapılması gereken ekonomideki adaletsizliğe son vermektir. Dış politikada da, Suriye’de de çözümsüzlük üzerine inşa edilen anlayış terk edilmelidir. Bu ülkenin kaynakları savaşa aktarılmamalıdır. Bu ülkenin kaynakları toplumun öncelikli olan sorunların bulunduğu alanlara aktarılmalıdır. Bütçe hakkı gözetilmelidir.

‘ORTAYA ÇIKAN GÜÇLÜ İTİRAZI ÖRGÜTLEMELİYİZ’

Tüm bunları önümüzdeki dönemde tartışacağız ama tartışmadan öte tüm bu alanlarda güçlü bir mücadeleyi hep birlikte ortaya koyacağız. Çünkü inanıyorum ki bizler demokrasi ve barış mücadelesini büyüttükçe, bu dile getirdiğimiz sorunların çözümünü de var edebiliriz. Var edebilmemiz için kararlı bir şekilde yolumuza devam etmeliyiz. Öncelikle ortaya çıkan güçlü itirazı, demokrasi talebini örgütlemeliyiz. Sizlerle il ilçe teşkilatımız ve merkez teşkilatımızla, hep birlikte yoğun bir çabayla. 31 Mart’a giderken “7-24 çalışacağız” diyoruz. O 7-24 bitmedi. 7-24 çalışmaya devam edeceğiz. Hepinize başarılar diliyorum.