Birikim Dergisi Yayın Koordinatörü, yazar Tanıl Bora, Cumhuriyet Gazetesi Ankara Temsilcisi Erdem Gül'e "linç" kültürüne ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Bora, Dağlıca ve Iğdır’dan ulaşan asker ve polis ölümleri haberlerinin ardından HDP ve Kürt vatandaşlara yönelik saldırılarla gündeme gelen "linç" kültürünün, bu memlekette bir yönetim tekniği, bir kamuoyu oluşturma yöntemi olduğunu söyledi. "Okşanan milli hisler öyle mübarek ki iktidarın gözünde linççilere kıyamıyorlar," diyen Tanıl Bora, "Aleviler ve Kürtlere her zaman 'atış serbest'. Solcuların linç edilmesi hep mubah. Polis ve 'hassas vatandaşlar', bu bilgiyle davranıyorlar," derken; Türkiye'de linç kültürünün rutine dönüştüğüne, normalleştirildiğine de dikkat çekti.

Tanıl Bora'nın Cumhuriyet'ten Erdem Gül'ün sorularına verdiği yanıtlar şöyle:

 “Türkiye’nin Linç Rejimi” adlı kitabınızdan hareket edersek, sokağa çıkarak linç sözcüğünü akıllara getirenler kimlerdir?

Türkiye’de linçlerden bahsederken “rejim” teriminin altını özellikle çiziyorum. Bu memlekette linç, bir yönetim tekniği, bir kamuoyu oluşturma yöntemi. Devlet ve iktidarlar, hasım bellediklerini ezmek istediğinde, bir milli seferberlik karambolu yaratıyor, bir iç harp havası estiriliyor... Yaratılan ajitasyon havası içinde, “milli hassasiyetleri” kabardığı söylenen gruplar sokağa dökülüyor, saldırıyor, kırıyor ve döküyorlar. Sonra yetkililer ve medya usulen “sağduyu” çağrısı yapıyorlar ama neticede bu linç dalgaları, bir tür tabii afet gibi karşılanıyor. Düşmanlar öyle berbat ve o okşanan milli hisler öyle mübarek ki iktidarın gözünde, linççilere kıyamıyorlar. Ciddi bir cezalandırma olmuyor, linç bir utanç olarak görülmüyor. Linç edilenler, yine asıl suçlu gibi kalıyorlar - sağ kaldılarsa... Süreklilik arz eden bu politika, normalleştiriliyor. İlla özel olarak zembereği kurulan gruplar olması bile gerekmez. Yönetenlerin belirli lafları, medyada estirilen belirli bir hava, bir bayrak asma seferberliği, zaten fiilen linç atmosferi yaratıyor. İşte onun için linç rejimi diyorum.

 ‘UTANÇ VERİCİ’

Savaş halinin yeniden başlamasından beri, Kürtlere yönelik bir linç seferberliği de yine başladı. Fakat geçen hafta HDP’ye yapılanlar, bu utanç verici “olağan seyrin” de dışına çıktı. Bir iki günde yüz elliye yaklaşan yerde linç saldırıları oldu. Böyle bir yaygınlık ve yoğunluk görülmemişti. Linç güruhlarının doğaçlamasının ötesinde, gerçekten bir zemberek kurulmuştu. “İç savaş var” dedi diye Cizre Belediye Eş Başkanını görevden alanlar, şayet taptıkları “devlet” fikrini ciddiye alsalardı, tam bir iç savaş hali yaratan bu korkunç linç kampanyasını mesele ederlerdi. Milli ve manevi hislerden bahsedenler, şayet kendileri o mefhumları ciddiye alsalardı, milleti linç güruhuna dönüştürmekten hicap duymaları gerekirdi. Geçen hafta olanlar, Türkiye’nin tarihine şimdiden kazınmış bir utançtır. Nazi tarihiyle mukayeseler yapılmasına kim itiraz edebilir?

‘TARİHTE MÜSTESNA’

Sadece Nazi mukayesesi değil... 1915’ten hiç bahsetmeyeyim, geçen hafta 6/7 Eylül’ün 50. yılıydı, ondan da bahsetmeyeyim... Sadece son 20 yılı, isterseniz son bir yılı ve sadece Kürtlere yönelik linç saldırılarını düşünelim. Dünyanın neresinde, böylesi bir linç rutini var? Dünyanın neresinde, insanlık tarihinin hangi devrinde, bu yoğunluk ve süreklilikte linç sahneleri görürsünüz? Gerçekten müstesnadır. Bir “Lynchland” manzarasıdır, linç ülkesi... “İmajımız” deyip duranlar var ya...

İnsanlık onurunu, haysiyetini ciddiye almıyorsa bari o “imajı” ciddiye alıp başlarını önlerine eğmeleri gerekir.

‘SAVUNMASIZLARA SALDIRI’

Politik dayanışma gibi kavramları bir yana bırakıp, direkt feodal kültürle sorarsak, örneğin topraklarımızda delikanlılık kültürü vardır. Sokakta 2 kişi 1 kişiyi dövüyorsa, delikanlılık gidip yardım etmektir. Kürtlere yönelik saldırılar sürerse, sadece delikanlılık bakımından da yardıma gelen olur mu?

O dediğiniz delikanlılık diye bir şey varsa, linç, her şeyden önce ona sığmayan bir rezillik değil mi! Linç güruhları, zaten savunmasız insanlara karşı harekete geçiyorlar. Sadece cezasızlığın değil karşılıksızlığın da ‘gem’inden boşalttığı bir saldırganlıkla davranıyorlar. Muhtemelen, dirençle karşılaşsalar öyle “rahat” olamazlar. Selahattin Demirtaş’ın özsavunma hakkından bahsetmesi de bununla ilgili.

‘BİR EĞLENCE GİBİ’

Bu linci çağrıştıran nümayişlere katılanların fotoğrafını çekmek mümkün mü?

Profesyonel ve gönüllü ajitatörler var, muhtelif siyasi-ideolojik öbekler var. Özel olarak derlenip toplandığı anlaşılan lümpen unsurlar var. Mahalle baskısıyla hareket eden vatandaş ve tabii illa esnaf var. Basbayağı geçerken takılanlar da var. Linç güruhunun en büyük tehlikesi budur; bir “eğlence” gibi, insanları içine çekebilir. Hele linçin böyle meşru, normal addedildiği bir ortamda, bu, medeniyet kabiliyetimizi paçasından aşağı çeken bir büyük risk. Birçok gözlemci, “normal vatandaş” katılımının fazla olmadığını söylüyor. Dileyelim öyle olsun.

‘ÜLKÜCÜLER KARIŞIK’

Sokaklardaki kalabalık MHP’ye mi yakın, yoksa AKP’nin mobilize ettiği güçler mi?

Bu ortamlarda izler birbirine karışıyor. Örgütlü ve örgütsüz muhtelif gruplar. Belli ki, iktidarın seferber ettiği gruplar var. Kâh o Osmanlı Ocakları’dır, kâh özel devşirilmiş gruplar. Ülkücülerin durumu karışık. Bir yandan, pekâlâ “ülkücü” kimliğini benimseyen ama Ülkü Ocakları ve MHP’nin denetiminde olmadan hareket edenler var. “Serbest ülkücüler”, deyin isterseniz! Bunlar, her zaman ajitasyon ve provokasyon profesyonellerinin yönlendirmesine müsaittir. Üstelik, iktidara, “bu işleri ülkücüler yapıyor” deme imkânı da sağlar.

‘BİR KIVILCIM KORKUNÇ YANGINLAR ÇIKARABİLİR’

Kitabınızda “kibriti çakan ilk cümle” olarak Kürtlerden söz ediyorsunuz. Yine o haldeyiz. HDP’yi de yakmak istediler birkaç yerde ama daha büyük bir kibrit çakılması ihtimali var mı? Nasıl önlenebilir?

Uygurlara baskı yapılıyor diye Çin lokantası çalışanlarına saldırmadılar mı geçenlerde? Çinli diye bizzat bir Uygur’u linç etmediler mi? Dehşet verici. Kaç vaka oldu son haftalarda. Otogarda, iki otobüs yolcusunun aralarındaki konuşmalardan huylanan birisi… Veya gece bir sarhoşla münakaşa eden büfeci… Birisi ortalık yerde “Bu PKK’li” diye bağırmaya görsün, linç güruhunun toplanması an meselesi. Telefonda Kürtçe konuştu diye bir genci bıçaklamadılar mı? Bunların süreklileşmesi, normalleşmesi, zaten kocaman bir kibrit kutusu. Geçen haftaki şu linç gecesi, başlı başına büyük bir kibrit kutusu. Bu “rutinde”, küçücük bir kıvılcım, korkunç yangınlar çıkarabilir.

Kitabınızda belirttiğiniz gibi, bu tür linç eyleminin en yakın ve kolay hedefi Kürtler. Peki, yine kadim bir mesele olan, Alevilerle ilgili bir mesele olsa da aynı saldırılar yaşanır mı?

Linç rejiminin oluşturduğu kültür, maalesef, düşmanlaştırılan her grubu ava dönüştürebiliyor. Nitekim muhalif grupların da kendini bundan sakınamadığının örneklerini biliyoruz. Fakat genel tabloda, yine olayın “rejim”iyle ilgili bir konu bu... Aleviler ve Kürtlere her zaman “atış serbest”. Solcuların linç edilmesi hep mübah. Polis ve “hassas vatandaşlar”, bu bilgiyle davranıyorlar. Başka bir “düşman” peyda olduğunda, nefret söylemi başka bir hedefi işaret ettiğinde, “hassas vatandaşlar” devletin, polisin tavrına bakacaklardır.