HDP Ankara Milletvekili Sırrı Süreyya Önder, İstanbul Kadıköy’de devam eden ‘Vicdan ve Adalet Nöbeti’nde gündeme ilişkin açıklamalarda bulundu.

151 gündür açlık grevinde olan Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’nın açlık grevini konu alan filmi yöneten Önder, konusu politik olan 4 senaryosu olduğunu ve sinemaya döneceğini söyledi.

“Vekillik düzeyindeki siyaset biter bitmez sinemaya dolu dizgin gireceğim” ifadelerini kullanan Önder, “Konusu politik olan 4 senaryom var. Filme çekilmeyi bekliyor. Vekillik düzeyindeki siyaset biter bitmez sinemaya doludizgin gireceğim” dedi.

İktidarlara yakın duranların üretim yapamadığını savunan Önder, “İktidara yakın, iktidar gibi düşünen insanların yaptığı bir tek üretimi hatırlamıyorum. Sanatçılar arasındaki bölünmüşlük meselesi abartılacak bir şey değil. Doğru bir perspektifle sanatçı dediğimiz insanlar büyük duyarlılıklar taşıyan insanlardır. Doğru bir perspektifle bunların büyük bir kesimi her zaman bir araya gelebilirler. Enseyi karartmaya gerek yok. Herkes en yakınında zulüm, istismar, ayrımcılık gören kimse onun derdiyle dertlenmekle işe başlayabilir” ifadelerini kullandı.

Sırrı Süreyya Önder, Cumhuriyet’ten Zehra Özdilek’in sorularını yanıtladı:

- Siyasetten sıkılmadınız mı? Kaç yıl geçti, yeni bir film izlemek istiyor insanlar.

‘HAYATIN HER ALANINDA POLİTİK MÜCADELE VERİLİR’

Aslında siyaset bir meşgale değildir. Daha önceki röportajlarda sanırım ben derdimi tam anlatamadım, siyaset bizler açısından ne bir meslek ne bir meşgale değil. Bizler açısından hak arama ve demokratikleşme süreçlerinde önemli basamaklardan birisidir. Onun için siyasetten yorulmak hak aramaktan yorulmak ya da demokrasi mücadelesinden yorulmak anlamına gelir ki bu bizden uzaktır. Fakat vekillik anlamındaki siyaset de siyasetin tek aracı değildir, elbette sanatla da yapılır, emekle de yapılır, hayatın her alanında politik mücadele verilir. Sinema benim de çok özlediğim bir alan fakat sinema zaman ve yoğunlaşma isteyen bir şey. Siyasetten çalmak gerekiyor bu da çok ahlaki değil. O yüzden vekillik düzeyindeki siyaset biter bitmez sinemaya dolu dizgin gireceğim.

- Var mı kafanızda projeler, hikâyeler, senaryolar?

Tabii. Zaten siyaseti sinemada devam ettireceğim diye bir yaklaşımım vardı. Onu herkes siyaseti bırakacağım şeklinde anladı. Şu an sinemada bağımsız derdi olan üretimler yapan az sayıda arkadaşımız var. Fakat büyük bir genç sinemacı kuşağı var. Bence devletten gelecek katkılar ve sektör kaygıları bir kenara itilip özgür sinemacılar bir imece ile üretimlerini gerçekleştirebilirler.

Bence artık salonlara ve salonlardan oluşan tekelleri, üretimlerimizin halkla buluşmasının tek alanıymış gibi görülmesine son vermek gerekiyor. Artık çeşitli sosyal medya kanallarından kendi üretimlerimizi geniş kitlelere ulaştırabilme şansına sahibiz. Bu da büyük ölçüde imece ve dayanışma ile olacaktır. Bu şekilde kendisini engellenmiş ve sınırlandırılmış hisseden sinemacılar bir araya gelip böylesi bir dayanışma ve halkla buluşma kanalları örgütlemelidir.

‘KONUSU POLİTİK OLAN 4 SENARYOM VAR’

Konusu politik olan 4 tane çok küçük revizyonlara ihtiyacı olan senaryolarım var. Filme çekilmeyi bekliyor. Bunları vekillik aşaması geride kalınca, çünkü vekillik önemli temsiliyet, buranın zamanından çalmak sizi seçenlere bir haksızlık, etik olarak da doğru değil... Dolayısıyla sinemaya geçer geçmez üretimimi gerçekleştirmek istiyorum. Bir de genç sinemacı arkadaşlarla böyle bir imeceyi yükseltmek istiyorum.

- 90’lı yılların ikinci yarısından itibaren sinemamızda bir yükseliş, yeni bir sinemacı kuşağının ortaya çıkmasıyla ciddi bir verim ve hareketlilik vardı. Ama sanki son yıllarda bir tıkanma dönemine girdik. Nasıl yorumluyorsunuz sinemamızın bugünkü halini?

Bu memleketin çok önemli hayati ve temel meseleleri var. Beklenir ki o yıl üretilen filmlerin en az yarısı bunlarla ilgili olsun. Bu alanda bir tıkanma var. Bence aşmanın yolu da gerçek meselelere yoğunlaşmak bu konuda üretim çabalarının içine girmekle olacaktır.

- Sizi galiba en çok da toplumsal vicdanı yaralayan olaylar meydana geldiğinde ön planda görüyoruz. Gezi’de o ağacın parktan sökülmek istenmesi sırasında kendinizi öne atmıştınız. Şimdi de Nuriye ve Semih... Siyasette vicdanlı olmak çok da sık gördüğümüz bir şey değil maalesef. Sizi bu anlamda tetikleyen şey ne, parçası olduğunuz siyasi gelenek mi, sahip olduğunuz insani değerler mi?

Her ikisi de aslında, son zamanlarda ağır sağlık sorunları yaşıyorum. Bu durum bir parça beni bu, günlük aktivitelerden geri tutan bir şey. Böyle olmasa hak kaybı yaşayan kim olursa olsun yanında durmak isterim. Bu benim için yaşamakla eşanlamlıdır.

‘BÜTÜN GENELLEMELER SIKINTILIDIR’

- Biz vicdansız bir toplum mu olduk?

Toplumlar için böyle genellemeler çok sıkıntılıdır. Aslında bütün genellemelerin hepsi sıkıntılıdır. Fakat böyle vicdan gibi şeylerde toplumun büyükçe bir kesimini zan altında bırakmak bizlerin işi olmamalıdır. Doğru da değildir. Dolayısıyla halkın üzerindeki baskıya baktığımızda ekmeğiyle, aşıyla, işiyle tehdit ediliyor. Tutuklamaların yaygınlığı ve fütursuzluğu dikkate alındığında özgürlüğünden edilmekle tehdit ediliyor. Özellikle Kürt illerinde gerçekleştirilen şeylere baktığımızda canıyla tehdit ediliyorlar. Bütün bu korkular ve açık tehditler dururken topluma vicdansız demek, çok vicdansız bir değerlendirme olur.

‘EĞİTİM SEKÜLER OLMALI’

- Özellikle eğitimde ve kültür sanatta ciddi bir erozyon yaşandı, yaşanıyor. Siyaseten mücadele bir yana, toplum, sivil toplum nasıl bir mücadele yürütmeli bu erozyona karşı?

Şu an eğitim alanındaki sıkıntı bütün bir hayatı dini referanslarla tarif etme ve bunu da topluma zorla dayatma. Bunu yapmaya niyet eden ülkelerin hiçbirisine kandan gözyaşından ve çatışmadan başka bir şey getirmedi. Şu an bu anlamda en acil talep bilimsel, bağımsız seküler bir eğitim şartlarının sağlanmasıdır. Kültür alanı da bundan bağımsız ele alınabilecek bir alan değil kuşkusuz.

- Sizce kültür alanında çözüm bekleyen en ciddi, en ivedi mesele nedir?

Eğitim alanındaki bu tehdit ve kültür sanat alanındaki bu daralmalar tüm ülkedeki demokrasi ve özgürlük alanlarının daralmış olmasıyla yakından ilgilidir. Yani tek tek spesifik alanlar üzerinden bir mücadele yerine topyekûn demokrasi, adalet, özgürlük, eşitlik gibi başlıklar altında seferber olmamız gerekiyor. Bu alanlar evrensel insani ölçülere geldiğinde zaten bu alan kendiliğinden kendi mecrasını bulacaktır.

‘İKTİDARA YAKIN İNSANLARIN YAPTIĞI TEK ÜRETİM HATIRLAMIYORUM’

- Sanat dünyası tuhaf bir şekilde bölündü. Bugün gazetelerde, ekranlarda görüyoruz, bir iktidara yakın isimler var, bir de muhalifler. Muhalifler için gün geçtikçe hayat daha zorlaşıyor, üretim alanları daralıyor ve ciddi bir baskı hissediyorlar ama öte yandan iktidara yakın olanların da çok az bir kısmı gerçekten bir şeyler üretiyor... Bu bölünme nereye götürecek sanat dünyamızı?

Bu konuda vesvese etmeye gerek yok. İktidara yakın, iktidar gibi düşünen insanların yaptığı bir tek üretimi hatırlamıyorum. Sanatçılar arasındaki bölünmüşlük meselesi abartılacak bir şey değil. Doğru bir perspektifle sanatçı dediğimiz insanlar büyük duyarlılıklar taşıyan insanlardır. Doğru bir perspektifle bunların büyük bir kesimi her zaman bir araya gelebilirler. Enseyi karartmaya gerek yok. Herkes en yakınında zulüm, istismar, ayrımcılık gören kimse onun derdiyle dertlenmekle işe başlayabilir.

‘DAYANIŞMA ŞART’

- En son Beyoğlu Sineması’nın kapanması meselesinde kamuoyundan önemli bir destek geldi ve sinema en azından şimdilik kapanma kararını geri çekti. Bu gibi kazanımlar sanki çok önemli hale geldi, ne dersiniz?

Beyoğlu Sineması’nın kapatılmaması için ortaya konulan dayanışmayı ve çözümü çok yaratıcı buluyorum. Bu aslında bize bir ilham ve model teşkil edebilir. O da nedir, dayanışma. Buna ihtiyacı olan kesimleri bu dayanışma için seferber ettiğimiz zaman aslında birçok baskıyı ve daraltılmış alanı özgürlükler, sanat, kültür lehine genişletebildiğimizi görüyoruz. Bence buraya yoğunlaşmalıyız. Özellikle gençlikten gelecek önerileri bu alana kanalize edebilecek mekanizmalar geliştirmeliyiz.

NURİYE GÜLMEN VE SEMİH ÖZAKÇA

- Nuriye ve Semih için çektiğiniz kısa film çok ilgi gördü. Sizce nasıl bitecek bu hikâye? Gitgide umutların azaldığı bir süreçteyiz. Devlet neyin inadını sürdürüyor?

Senaryosunu yazmak kabil olsaydı elbetteki başta Nuriye ve Semih olmak üzere aşından, işinden, ekmeğinden edilen yüz binlerce kamu emekçisini gasp edilmiş haklarını almalarıyla bitirmek isterdim. Bunu yaparken de kimsenin canına bedenine bir zeval gelmeden bunu gerçekleşmesini dilerdim. Aslında bu da elimizde, bizler ne kadar seferber olabilirsek, toplumun en geniş kesimlerini bu itirazın içerisine ne kadar geniş katabilirsek öngördüğümüz final o kadar yakındır. Devlet bir inatla değil bir korkuyla böyle davranıyor. İnat gibi gözüken şey bütün bu hukuksuzlukların itiraz seli ve itiraz selinin önüne kapılıp gitmekten korkuyor. Henüz fırsat tümüyle ortadan kalkmamışken hükümet bunu bir inat ve korku denklemi içerisinde değil bir demokratikleşme paydası altında ele almayı deneyebilir, denemeli biz buna zorlamalıyız.