Yerine kayyım atanarak görevden alınan ve ardından tutuklanan Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Eş Başkanı Selçuk Mızraklı, HDP’nin meclisten çekilmesi tartışmalarına ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

 ‘HDP meclisten çekilsin’ diyenlerin doyurucu bir yol haritası çıkaramadıklarını dile getiren Mızraklı, “Evet, HDP meclisten de, yerel yönetimlerden de çekilsin demek kolaydır. Ya sonrası?” diye sordu.

Kürt siyasetinde kazanımların kolay elde edilmediğini ifade eden Mızraklı, “Her şeyi bir yana bırakın, en önemlisi şudur: Kürt legal siyaseti büyük fedakarlıklar ve bedeller üzerinden bu günlere geldi. Vekilleri sokakta katledildi, seçilmişleri gözaltına alındı, üye ve sempatizanları işkencelerden geçirildi ve tutuklandı. Tüm bunları görmezden gelebilir miyiz? Kazanılan bunca belediye bir günlük seçimde kazanılmış değildir. Seçilenler de bir günde sandıktan çıkmadı. Bu çalışmalar bu emekler görülmeli ve ona göre davranılmalı. Kararlar verilirken bu arka planlar hiçbir zaman unutulmamalı” dedi.

Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Eş Başkanı Selçuk Mızraklı'nın Ahval'de yayınlanan yazısı şu şekilde:

"Kayyım atamaları sonrasında HDP’nin meclisten çekilmesi tartışmaya açıldı. Bu tartışmaların bir kısmı oldukça iyi niyetli, samimi istem ve önerilerden oluşurken, bir kısmının ise farklı gündeme sahip ve iyi niyetten uzak olduğunu biliyoruz.

Bu tartışmaların merkezinde HDP tümüyle çekilsin diyenlerin çoğunluğu bu çekilme sonrasında HDP’nin izleyeceği yol haritası konusunda doyurucu bir görüş dile getiremediler.

Evet, HDP meclisten de, yerel yönetimlerden de çekilsin demek kolaydır. Ya sonrası?

Çekilme sonrası HDP ne yapacak, nasıl siyasi bir yol izleyecek, örgütlenme nasıl olacak sorularına cevap geliştirmek asıl önemli olandır ve görüldüğü kadarıyla HDP’yi ve tabanını ikna edecek düzeyde bu sorulara bir cevap geliştirilemedi.

Böyle kritik olan, bir halkın legal siyaset alanının belirleyicisi olan süreçlerde bir alternatif getirmeden çekilmeyi tek yol olarak önüne koymak çok doğru bir tavır değil.

“Bundan sonrası ne olacak?” sorusuna iyi ve doğru bir cevap bulmadan, sürecin ruhuna uygun bir model açığa çıkarmadan böyle eylemlere girişmek iki aylık demokrasi nöbeti süresince de çokça tartıştığımız üzere yerinde ve isabetli bir davranış olmayacaktır.

Her şeyi bir yana bırakın, en önemlisi şudur: Kürt legal siyaseti büyük fedakarlıklar ve bedeller üzerinden bu günlere geldi. Vekilleri sokakta katledildi, seçilmişleri gözaltına alındı, üye ve sempatizanları işkencelerden geçirildi ve tutuklandı.

Tüm bunları görmezden gelebilir miyiz? Kazanılan bunca belediye bir günlük seçimde kazanılmış değildir. Seçilenler de bir günde sandıktan çıkmadı. Bu çalışmalar bu emekler görülmeli ve ona göre davranılmalı. Kararlar verilirken bu arka planlar hiçbir zaman unutulmamalı.

Meclisten ve yerel yönetimlerden çekilmek neye çözüm olacak sorusuna da iyi bir cevap vermemiz gerekir. Kimlerin işine yarayacak? Bunları hiç göz önüne getirdik mi? En çok HDP’nin çekilmesini isteyenler kimlerdir?

Geçen İçişleri Bakanı kendisi itiraf etti “Hani HDP çekilecekti?” diyerek. Evet, en çok iktidarın işini kolaylaştıracaktır bir geri çekilme. Tek adam diktatörlüğünün önündeki en büyük engel HDP’dir.

Diğer muhalefet partilerine baktığımızda bu konuda bir politika üretemedikleri gibi, devletin bekası adına buna prim vermekte, desteklemektedirler. Bu partileri şu anki iktidarın karşısında değil de yanında duran, destekleyenler olarak bilmemiz gerekmektedir.

Tek adam diktatörlüğünü geriletme yönünde bir çabaları da yoktur. Şu anda kendi iç kavgalarıyla meşgul olduklarından ülkenin gerçek gündeminden de kopukturlar. Ülkenin en büyük sorunu olan Kürt sorunu ile ilgili hiçbir partinin bir çalışması yoktur.

Aynı zamanda işsizlik, ekonomik buhranlar sonrasında artan intiharlar, kadına yönelik şiddet, kutuplaşma, ırkçılık, eğitim, sağlık vb. konularda yaşanılan sorunların hangisine ilişkin bir görüş ve çözüm belirtildi? Ya da bunlara yönelik herhangi bir adım atıldı mı?

Ülkenin yaşamsal verilerine baktığımızda çözüm odaklı çalışan, üreten partinin sadece HDP’nin olduğunu görmekteyiz. Türkiye’de tek bir muhalefet partisi vardır, o da HDP’dir. Tam da bu noktada HDP’nin meclisten ve yerel yönetimlerden çekilmesi tartışmaları kime daha çok yarar sorusuna cevap daha açık bir biçimde görülecektir.

Evet, kimi kesimler şunu diyebilirler: Çekilmeyerek ülkede bir demokrasinin varlığını ima etmiş olursunuz diye. Belki bir taraftan bakılınca bu haklı olarak görülebilir ama işin aslı bu tespitin tam tersidir.

Bizler legal siyasi alanlarda her ortamda ülkede demokrasinin olmadığını dile getirmekteyiz. Bu alanlardan çekildiğimiz anda bunları dile getireceğimiz hiçbir ortamın kalmayacağını da bilmek gerekiyor.

Asıl mesele de budur. Bizler yaşanılanları nerede dile getirebiliriz? Özgür basın ve tarafsız medyanın baskı altına alındığı, kraldan daha kralcı yandaş bir medya anlayışının hakim olduğu bir ülkede yaşıyoruz.

Demokratik hakların yok sayıldığı, sokağa çıkmanın bile yasaklandığı, siyasi partinin önüne çadır kurularak çalışmasının felç edildiği bir dönemde HDP, legal siyasi alanda kalmanın tüm şartlarını zorlayarak halkların, kadınların, gençlerin, emekçinin sesi olmaya çalışmaktadır. Bunu görmezlikten gelmek verilen emekleri hiçleştirme, mücadele ruhunu kaybetme riskini de içermektedir.

Tüm bunlardan yola çıkarak HDP geçen hafta bir araya geldi ve bir deklarasyon yayınlayarak çekilmeyeceğini ve koşulları daha fazla zorlayarak siyaset yapmaya devam edeceğini açıkladı. Şimdi bizlere düşen bu açıklamanın ardından daha fazla ne yapabiliriz, siyaset alanında daha fazla nasıl güçlü olabiliriz, iktidarı daha fazla nasıl zorlarız, sadece meclis ve belediyeler değil toplumsal alanda da nasıl bir örgütlenme ağını geliştirebiliriz vb. soruları ve yanıtlarını ortak akıl ile çoğaltıp pratiğe geçirmektir.

Bunun dışında yapılacak tartışmalar kısır bir döngüde Kürt siyasal hareketini sıkıştırmanın ötesine geçmeyecektir. Bununla birlikte yıllardır emeğimizle, mücadelemizle, ilkeli duruşumuzla, ödediğimiz bedellerle açığa çıkardığımız deneyim ve öngörü hepsini aşacak güçtedir.

Bunun en bariz örneği HDP’nin son dönemdeki seçimlerde izlediği politikalar ile şer ittifakını geriletmesidir. Özellikle de son İstanbul seçimlerinde başarıyla uyguladığı politikayla iktidara 1994 yılından beridir elinde tuttuğu İstanbul’u kaybettirmiştir. Tek başına bu örnek bile tüm baskılara rağmen HDP’nin siyaset sahnesindeki başarısını açıkça göstermektedir.

Fakat bunu bir adım daha öteye nasıl taşıyabiliriz kısmına cevap olmak zorundayız. HDP şu anda bölgede birinci parti iken Türkiye’nin batısı için de aynı hedefi önümüze koymamız gerekmektedir. Bunun da HDP’nin zor koşullar ve büyük baskılar altında yürütmek zorunda kaldığı örgütlenme faaliyetlerindeki eksiklerden kaynaklandığını görmekte yarar vardır.

HDP Türkiye “Demokratik Cumhuriyet” stratejisini esas alarak daha büyük kazanımlar elde edebilir. Demokratik Cumhuriyet projesi HDP’nin öncelikleri arasındadır. İşte böyle bir dönemde bu önceliği strateji olarak belirleyip ön planda tutmalı ve örgütlenmemizi buna göre yeniden yapılandırmalıyız.

Emekçi, köylü, işsiz, kadın, genç ve muhalif tüm kesimlerle, her kesimin sorunlarını kendi özgününde ele alarak birlikte bir örgütlenme ağını oluşturmak; yeniden atölye atölye, sokak sokak, ev ev dolaşarak tüm kesimlere ulaşmak, onlarla buluşmak hiçbir şey yapılamazsa dahi en azından dertlerini bile paylaşmak gerekir. Geniş bir mücadele ve örgütlenme ağıyla bunu başarabiliriz.

Bölgede ise ulusal birliği yakalamamız gerekmektedir. Ulusal birliğin alternatifi yoktur. Ortadoğu’da Kürt halkına dayatılan asimilasyon ve soykırım politikalarına karşı önümüzdeki tek yoldur. Özellikle de son dönem gelişmeler sonrasında ulusal birliğe bu kadar yakınken bunu heba etmememiz gerekiyor.

Daha önce de yazılarımda belirtmiştim, bu konuda daha önce yaptığımız çalışmalar ve bir hafızamız var. Tüm siyasi güçler ve sivil toplum bileşenleri, kadınlar, din alimleri, kanaat önderleri yani toplumu oluşturan tüm kesimler olmak üzere ulusal birliği isteyen herkes bir araya gelmeli ve bu örgütlenme mutlaka sağlanmalıdır. HDP olarak bu konuda üzerimize düşen bu tarihi görevi bir gün daha kaybetmeden yerine getirmeliyiz.

31 Mart 2019’daki yerel seçimler ile birlikte, 2016'da kayyım atanmış olan belediyeler tekrardan HDP’li adaylar tarafından kazanılmıştı. Bu belediyeler kayyım sonrası büyük borçlar ve tahribatlar ile devralınmış oldu. Bu tahribatların giderilmeye çalışıldığı bir süreçte 4 ay gibi kısa bir sürede yeniden kayyımlar ile tanıştık. İlk önce 3 büyükşehir belediyesine sonrasında ise birer ikişer HDP belediyelerine kayyım atamaları başladı. İktidar medyası aracılığı ile yerel yöneticiler kriminalize edildi. Eş başkanlar ve meclis üyeleri tutuklandı. Yerel yönetimler 2,5 yıllık bir aranın ardından bir kez daha darbe uygulaması ile karşılaştı.

Bu darbe uygulaması ile verilen mesaj aslında Kürtlerin legal siyasette varlıklarını kabul edemeyişleridir. Kürtler tüm insan haklarından mahrum bırakılmak istenirken, doğal olarak seçme ve seçilme hakları da bu dalganın bir parçası olarak saldırıya uğradı.

Bu saldırılar ile tümüyle kimliklerinden sıyrılmadıkları, kimliklerini inkar etmedikleri sürece Kürtlerin Türkiye’de birey, vatandaş, yurttaş olarak görülmeyecekleri bir kez daha vurgulanmak istenmiştir. Ağır çekimde bir asimilasyon ve siyasi soykırım süreci adım adım yürütülürken kamuoyuna ise bu yaptıkları siyasi darbenin sıradan, basit bir kayyım ataması olarak gösterilmek ve böylece basitleştirilmek, normalleştirilmek istenmektedir.

Siyaset arenasında Kürtleri yok sayan zihniyet, bu darbe siyasetini gizlemek ve Kürtlerin iradesini tanımadıklarını saklamak adına takkiye siyaseti yaparak ismine “geçici görevlendirme” diyerek uygulamalarını adli vakaya dönüştürmek çabasındadır.

Belki şu anda kazandığımız birçok belediyeye kayyım atanmış olabilir ama bizler belediyeleri sadece dört duvardan oluşan binalar olarak görmemeliyiz. Çünkü kazanımlarımızı dört duvar arasına sıkıştırma ve sınırlama, bunları kaybedince de geri çekilme hakkımız yok.

Kazanımlarımızı hiçbir zaman bize altın tepsi de sunmadılar. Bir halk olarak hep birlikte emek vererek, yediden yetmişe büyük bedeller ödeyerek kazandık. Bundan dolayıdır ki asla ve asla vazgeçmedik.

Vazgeçmeyeceğiz."