HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancar, Devlet Bahçeli ve kurmaylarının “soykırımı tahrik ve teşvik suçu” işlediğini belirterek, “Biz halkımıza güveniyoruz, mücadele azmimize, kararlılığımıza, haklılığımıza olan inancımıza güveniyoruz” dedi.

HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancar, Mezopotamya Ajansı’nın da (MA) aralarında olduğu bir grup gazetecinin sorularını yanıtladı.

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli ve kurmaylarının HDP’yi hedef gösteren açıklamalarına dair konuşan Sancar, “Şu anda Semih Yalçın’ın yaptığı uluslararası ceza hukukunun; soykırımı tahrik ve teşvik olarak nitelendirdiği suçlardır” ifadesinde bulundu.
 
Sancar’ın gazetecilerin sorularına verdiği yanıtlar şöyle:
 
Reform konuşulurken Devlet Bahçeli “HDP’nin kapısına açılmamak üzere kilit vurulmalıdır” dedi. Bahçeli’nin ilk kez bu kadar net bir şekilde çağrısı var. Nasıl değerlendiriyorsunuz?

Reform söylemleri gündeme geldiğinden bu yana AKP cenahının, Cumhurbaşkanı’nın reformdan söz etmeye başlamasından bu yana MHP, bu tür çıkışlar yapıyor. Tabi genel kanı, iktidar ortakları arasında bu konuda bir mutabakatın olmadığıdır. İktidar ortaklarının birbirleriyle bu konuda bir görüş birliğine varmamış olmalarıdır. Ancak ben bu meseleyi, bir taraf reform istiyor, diğer taraf bunu bozmaya çalışıyor, basitliğine sıkıştırmanın doğru olmadığı kanısındayım. Gelişmeleri izlemeden ve belli sonuçlar ortaya çıkmadan bu tür yorumlar yapmak, siyaseti fazla yüzeysel ele almak anlamına gelir. Bir yandan Bahçeli’nin dünkü açıklamaları var, bize yönelik ama aynı zamanda muhalefetin diğer partilerine, özellikle CHP’ye, bir yandan da kendi ortağına yönelik mesajları var. Fakat bir gün önce Cumhurbaşkanı’nın da CHP’ye çok ağır sözleri var. Dolayısıyla bu ikisinin birbirinden geri kalır pek bir yanı yok. O nedenle AKP iyi, MHP kötü gibi bir değerlendirmeyi esas almak dinamikleri biraz dar değerlendirmek gibi bir yanlışa götürebilir.
 
Mesele iktidarın bir bütün olarak büyük bir sıkıntı, sorun yaşıyor olmasıdır. Bu sorunların temelinde iktidar blokunu oluşturan her iki partinin de düzenli oy kaybettiği gerçeği geliyor. Toplumsal rıza ve onay kaybının giderek hızlanması yer alıyor. Öte yandan iktidar bloku, bu sıkışmışlığı aşmak için bir şeyler yapma ihtiyacı da hissediyor. O nedenle reform gibi bir meseleyi ortaya attılar. Bütçe görüşmeleri başladığından bu yana Genel Kurulda bir bütün olarak iktidarın ne kadar aciz durumda kaldığı da görüldü. Bu bütçenin aslında bir rant, savaş, saray bütçesi olduğu ortaya çıktı.

İktidar sözcüleri hiçbir makul soruya tek bir cevap veremiyor. MHP kendini, bu ekonomik çöküşün, bu derin toplumsal krizin sorumlusu olarak gösterilmekten kurtarmaya çalışıyor. O nedenle özellikle bu derin ekonomik, toplumsal, siyasal krizle ilgili söz söylemekten kaçınıyor. Bence bütün muhalefet partileri etkili bir çalışma yürütüyorlar. Genel Kurulda arkadaşlarımız çok iyi hazırlanmışlar, diğer partilerde de aynı şekilde iyi bir hazırlık olduğunu görüyoruz. Genel Kurula girdiğinizde moral üstünlüğünün çok açık ara muhalefette olduğu görülüyor.

Bir; toplumsal onay kaybı var. İki; bütün alanlarda bir moral çöküşü yaşanıyor. Üç; Cumhurbaşkanlığı Hükümet sistemini savunabilecekleri herhangi bir inandırıcı gerekçe veya cevap üretemiyorlar. Geriye bir tek şey kalıyor; tehdit, şantaj, gerilim ve çatışma dili. Bunu dün Cumhurbaşkanı CHP’ye karşı açık bir şekilde yaptı. Ardından iktidarın küçük ortağı bizi hedef aldı. Biz bunu kaybediyor olmanın, farkına varma paniği ve telaşı olarak görüyoruz. İktidar ortaklarında aşırı hırçın bir ruh hali var. Ve bu hırçınlıkla siyaseti de bütünüyle kendi istedikleri çerçeveye çekmek ve oraya mahkûm etmek istiyorlar.

Muhalefet partileri ve bizi hırçınlığın, gerilimin, tehdidin, şantajın, kavganın çatışmanın olduğu bir alanda tutmak istiyorlar. Biz bu tuzağın farkındayız. Elbette bütün suçlamalara cevabımızı vereceğiz. Elbette bütün suçlara karşı sözümüzü söyleyeceğiz ama siyaseti onların istediği alana hapsetmelerine de izin vermeyeceğiz. Burada mesele sadece HDP’nin meselesi olarak görülmemeli, bir bütün olarak demokrasinin, demokrasi güçlerinin ve her türlü muhalefetin meselesi olarak görülmeli.  Semih Yalçın’ın tweetleri var. Devlet Bahçeli’nin sözlerinden çok daha ağır, vahim olanı, bugün Semih Yalçın’ın yayınladığı twetlerdir.
 
Kapatılma bekliyor musunuz, olursa tutumunuz ne olur?
 
Bunun cevabını aylar önce yine vermiştim. Eğer bizim aleyhimize kapatma davası planlanıyorsa bunu yapmak zor değildir. Yargı iktidarın kontrolündedir. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın Anayasa Mahkemesi’ne bir dava açması yeterlidir. Anaya Mahkemesi’nde dengeler hangi sonucu doğurur, bilemeyiz. Dolayısıyla bizim dışımızda, iktidarın alanında olan bir meseledir. Biz bunu tartışmayı, ciddiye alarak konuşmayı çok gerekli görmüyoruz. Biz kendi işimizi yapıyoruz. Her türlü ihtimale karşı tedbirimizi alıyoruz. Sadece her türlü baskıya değil kapatma dahil her türlü hukuksal tasfiye operasyonuna dair tecrübemiz büyüktür. Biz bunlara aldırmıyoruz, yolumuza devam ediyoruz. Bunu önemli bir tartışma konusu olarak görmüyoruz. Asıl tartışılması gereken bizatihi bu siyasi dinamikler ve aktörlerin konumudur.

Semih Yalçın’ın tweetleri saldırının ilerleyeceğini mi gösteriyor?
 
Uzun süredir Türkiye siyasetini mafyavari operasyonlara açık hale getirme çabası var. Aslında iktidar ortaklarının özellikle MHP’nin bu konudaki tutumu da gizli saklı değildir. Mafyavari siyasetten kastımız şudur: Hukuku bir kenara iten her türlü şantaj tehdit çatışma yöntemini mubah gören ve daha ötesine de kapıları açan siyaset demektir. Kılıçdaroğlu’na açık tehdit yöneldi. Bu tehdidi iktidarın küçük ortağı sahiplendi. Biz mafyavari kan siyasetinin bütün yöntemlerinin ancak demokrasi güçlerinin ortak mücadelesiyle son bulacağının çok iyi farkındayız. Bunu yapmak için de her türlü çabamızı göstereceğiz ama bütün yasal kurum ve kuruluşlardan, ulusal ve uluslararası düzeyde bu mafyavari kan siyaseti yönetmelerine karşı ciddi tedbir ve tavır almalarını da bekliyoruz.
 
Semih Yalçın’ınki neden önemli? Pek çok kişi bilmiyor, olabilir ama dün kullandığı bir ifade uluslararası hukukta insanlığa karşı suç tipi dahilinde değerlendirilen bir tanımlamadır. ‘HDP itlaf edilmesi gereken bir haşere sürüsüdür’ diyor. Yakın tarihte en ağır, en vahşi soykırım Ruanda’da yaşandı; bu soykırım, Nisan 1994’te başladı, tam 100 gün sürdü. 100 günde 800 bin insan katledildi. Bu soykırıma giden yolun taşları nasıl döşendi, biliyor musunuz? Hutu milislerinin başlattığı katliamların propagandasını yapmak üzere RTLM (The Radio Télévision des Mille Collines) adında bir radyo kurulmuştu. Ruanda’nın ilk özel radyosu budur. Soykırım boyunca Tutsilere, ılımlı Hutulara ve muhaliflere karşı nefret söyleminde bulunarak saldırı zemini hazırlıyorlar ve tam anlamıyla bir soykırım propagandası yapıyorlar. Radyo yayını sırasında Tutsileri ‘hamam böcekleri (cockroaches)’ olarak nitelendirerek, ezilmeleri, öldürülmeleri, yok edilmeleri çağrısında bulunuyorlar. Benzer bir yöntemi iktidarın kontrolündeki Kangura Gazetesi de izliyor.
 
Soykırımdan sonra BM Güvenlik Konseyi Kararı’yla “Ruanda için Uluslararası Ceza Mahkemesi” kuruluyor. Bu uluslararası mahkemenin en önemli davalarından biri, ‘Medya Davası’dır. Bu davada RTLM’nin iki yöneticisi ile Kangura Gazetesi’nin Genel Yayın Yönetmeni soykırım, soykırıma teşvik, yardım ve yataklık gibi suçlardan yargılanıyor ve her biri asgari 30 yıl olmak üzere en ağır cezalara çarptırılıyorlar. Soykırımın taşlarını döşeyen nefret söylemlerinin en önemlilerinden biri de Tutsilerin ‘hamam böcekleri’ olarak nitelendirilerek öldürülmeleri çağrılarının yapılmasıdır. O yıllarda, Ruanda soykırımından sonra soykırımla ilgili çalışmalar daha da yoğunlaştı. 1996’da Soykırım Gözlem Örgütü ‘Soykırımın Sekiz Aşaması’ isimli bir rapor yayımladı. Burada soykırımların öngörülebilen fakat engellenemez olmayan sekiz aşamada gerçekleştiği belirtiliyor. Birincisi sınıflandırma; insanlar önce ‘bizler – onlar’ diye bölünür. İkincisi damgalama; nefretle birleştiği zaman simgeler dışlanan grubun gönülsüz üyelerine dayatılabilir. Üçüncüsü dehümanizasyon – insandışılaştırma; Gözlem Örgütü bunu şöyle açıklıyor: ‘Bir grubun üyeleri diğer grubun insanlarını inkâr ederler. Grubun üyeleri hayvanlar, böcekler, parazitler ya da hastalıklarla özdeşleştirilirler.’ Bu soykırıma giden aşamaların en önemlilerinden biridir.
 
Şu anda Semih Yalçın’ın yaptığı uluslararası ceza hukukunun soykırımı tahrik ve teşvik olarak nitelendirdiği suçlardır. Bu sarf edilen sözler, uluslararası ceza hukukuna göre insanlığa karşı suçtur.  Biz suç duyurularını hem içeride hem dışarıda yapacağız. Dışarıda bütün uluslararası kurumlara, içeride de tüm hukuk yollarına başvuracağız. BM, Avrupa Konseyi ve uluslararası ceza yargısı kurumlarına, uluslararası sivil insan hakları örgütlerine ve soykırım karşıtı kuruluşlara da bu başvuruları ileteceğiz. Türkiye’de savcılıkların derhal dava açması gerekir. Bizim suç duyurusunda bulunmamıza bile gerek yok. Bizim ceza kanunumuzun 76-77 maddeleri soykırım ve insanlığa karşı suçları düzenliyor.

Bu iktidar ayakta kalabilmek için en tehlikeli oyunlara bile başvurmayı göze almış durumda. Kaybediyorlar, kaybettiklerini görüyorlar. Kaybettiklerinde en önemli faktörün HDP’nin kararlı, demokrasi mücadelesi olduğunun da farkındalar. Her türlü yöntemle HDP’yi etkisizleştirmek, tasfiye etmek için uğraşıyorlar ama HDP demokrasi mücadelesinde ve demokratik siyasette ısrarını sürdürüyor ve sonuç alıyor. 7 Haziran bunun ilk büyük örneğiydi, 31 Mart ve 23 Haziran yerel seçimleri diğer örneğidir ama toplumsal mücadele açısından da HDP’nin etkisinin çok farkındalar. İkincisi Türkiye’nin bu çoklu derin krizlerine yönelik hiçbir çözüm politikaları yok. Bu iktidar her alanda çözümsüzlük bataklığına saplanmıştır ve sistem de çökmektedir. Şimdi bu bataklıkta kaybolmamak, yok olmamak ve sistemin çöküşünün altında kalmamak için çok tehlikeli oyunlara başvuruyorlar, çok tehlikeli hamleler yapıyorlar. Bizim kendi mücadele kararlılığımızdan en ufak bir tereddüdümüz yok ama Türkiye’de demokrasi güçlerinin de bu gidişatın farkında olduğunu biliyoruz. Ancak bu farkındalığın daha da artması gerekiyor. Daha etkili bir ortak demokrasi mücadelesine dönüştürülmesi şarttır. Türkiye’nin geleceği ile ilgili çok tehlikeli bir gidişat var ve bu gidişat iktidar ortakları tarafından her geçen gün biraz daha hızlandırılıyor.
 
Reform sözü söylemi ortaya çıkınca Bülent Arınç, Kavala ve Demirtaş’tan bahsetti. Ardından karşılıklı açıklamalar geldi. Dünkü Bahçeli’nin açıklamasında da bu iki isimle ilgili yargı sürecinin hızla tamamlanması gerektiği yönünde bir ifade var. Bunu nasıl yorumladınız, ne anlama geliyor?
 
Bir yandan reform diyorlar reform dediklerinin de tabi ne olduklarını bilmiyoruz. Herhangi bir somut içerik açıklaması da yapmıyorlar. Mesela yargı alanında bir reform sözü dolanıyor ortalıkta fakat bütün bu açıklamalar birbirini anında birkaç saniye farkla yalanlıyor. Mesela ‘yargıya müdahale etmem söz konusu değildir’ diyor Sayın Cumhurbaşkanı, ardından da ‘bunlar teröristtir ve bir an önce cezalandırılmalıdır’ diyor. Öte yandan Devlet Bahçeli dünkü mesajlarında da aynı şeyi yapıyor. Bir yandan açıkça yargıya talimat veriyorlar, masumiyet karinesini ihlal ediyorlar. Anayasayı birkaç maddesinde apaçık çiğniyorlar, sonra da reformdan söz ediyorlar. Kimi inandıracaklar? Ben daha önce söyledim; bu iktidarın dilinde reform baskıların arttırılması hukuksuzlukların zirveye çıkarılması gibi bir anlam taşıyor. Bu iktidardan reform beklediğimiz yok bizim. Gerçek reformu demokrasiye ve insan haklarına, hukuk devletine inan güçler yapabilir. O nedenle bu iktidarı demokrasi ittifakı ile demokrasi güçlerinin ortak çalışması ile ilk seçimlerde göndermek gerekiyor. İlk seçimlerde değişmeli ve demokrasi güçleri Türkiye’de gerçek reform programlarını şimdiden kamuoyuna paylaşmaya başlamalıdırlar. Gerçek reform ancak demokrasiye, hukuka, insan haklarına samimi bağlılıkla gerçekleşebilir. Reform söylemi dış kredi bulmak için, yatırımcı çekmek için Avrupa Birliği ve ABD’nin yeni yönetimini sakinleştirmek için bir manevra aracı olarak kullanıyor. Eğer gerçekten yapmak istiyorlarsa önce bu dili bıraksınlar. Önce tehditlerden, önce bu düşmanlaştırıcı, çatışmacı mafyavari yaklaşımı terk etsinler sonra da bizim reform için gerekli gördüğümüz pek çok öneri var. Bunları daha öncede kamuoyuna paylaşmıştık. Buyursunlar bunları esas alsınlar görelim.
 
CHP Genel Başkanı, HDP’ye alternatif bir Kürt partisi kurulması ile ilgili iktidarın desteklediği çalışmalardan bahsetti. Sizde müdahaleleri HDP’nin tasfiye sürecine dönük yorumluyorsunuz. Yeni bir Kürt partisinden bahsediliyor. Böyle bir şey söz konusu mu? Siz nasıl değerlendiriyorsunuz?

Sayın Kılıçdaorğlu tam neyi kastetti bilmiyorum ama sanıyorum, o iktidarın oyunlarına işaret etmek istedi. Ancak şunu çok açık söyleyeyim; Bu ülkede zemini en sağlam parti HDP’dir. Yani şöyle diyelim; iyi bir kıyas olmuyor ama zemin etüdü yaparsanız depremlere karşı yapıldığı gibi belki de tam kayalık bir zemine kurulmuş başlıca parti HDP’dir. Dolayısıyla bu arayışların varsa HDP’de en ufak bir sarsıntı yaratması söz konusu olmaz. HDP’de en ufak bir zarar ortaya çıkarması mümkün değildir. Kim burada hayal kuruyorsa vazgeçsin zaman ve enerji kaybıdır. HDP büyümektedir, bunu hepsi biliyor. Daha da büyüyecek. HDP bu ülkenin yönetiminde yer almaya kararlıdır.
 
Size gelen anketlerde son oylar nedir?
 
En düşüğü, zaten sizde görüyorsunuz yüzde 11,5. Bütün objektif araştırma kuruluşları da belirtiyorlar ki ‘hangi partiye oy vereceksiniz’ sorusuna en zor cevap HDP oluyor, buna rağmen yüzde 11,5’ten aşağı değil. Biz çok daha yukarıda olduğunu biliyoruz. Ama oran telaffuz etmeyi tamamen gereksiz buluyorum. Ama çıkan ortak sonuçların çok üstünde bir desteğimiz var.
 
Son olarak Semih Yalçın bölümüne şunu da ekleyelim; HDP’yi itlafı gereken hamam böceği olarak niteleyen anlayış aslında sadece HDP çalışanlarını, milletvekillerini, hedef almıyor biz bunu biliyoruz. Bu bile zaten başlı başına vahimdir. Herhangi bir çalışanımızın, milletvekilimizin, yöneticimizin başına en ufak bir şey gelirse sorumlusu çok açık bir biçimde bizi hedef gösteren bu şahıslardır. Ama daha vahimi HDP’ye oy veren 6 milyon, gönül veren 15 milyon insanda haşare olarak nitelenmiştir. ‘İtlafı gereken bir güruh’ olarak nitelenmiştir. Bu çok çok vahim, tehlikeli bir tutumdur. Bunun anlamını biliyoruz. Ayrıca MHP, HDP’den çok daha az oy almış bir partidir. Bunu da görüyoruz. Hangi hakla, hangi cüretle kendisinden daha çok oy alan bir partiyi ve kitlesini bu şekilde hedef gösterebilmekte, neye güveniyor? Biz halkımıza güveniyoruz, mücadele azmimize, kararlılığımıza, haklılığımıza olan inancımıza güveniyoruz. Peki son seçimde bizden daha az oy almış bir parti ve oylarının düştüğü de bütün anketlerde görülüyor. Kime güveniyorlar, neye güveniyorlar, nedir kendilerinin kullanacaklarını düşündükleri güçler? Nasıl böyle bir tehdidi bu kadar pervasızca dile getirebiliyorlar. Bu sorulara sadece MHP yöneticilerinin cevap vermesi yetmiyor, en başta bu ülkeyi yönetenler, Cumhurbaşkanından başlayarak bu sorulara cevap vermek zorundadırlar. Bu da yetmiyor, Türkiye’deki bütün muhalefet partilerinin bu soruları açıkça sorması gerekiyor. Türkiye’de demokrasi, özgürlük, hukuk devleti içinde bir birlikte yaşam arzulayan bütün çevrelerin bu soruların peşine düşmesi gerekiyor.