Araştırmacı-yazar Foti Benlisoy, dünyada ve Rojava’da uygulanan kanton sistemi üzerine değerlendirmelerde bulundu. Bas Haber gazetesinden Cesim İlhan’a konuşan Benlisoy; “Rojava kantonları büyük bir siyasal alt üst oluş içerisinde gündeme geldikleri, geniş kitlelerin seferber oldukları bir konjonktürde doğdukları için katılımcılık ve yerel özerklik anlamında dünyadaki mevcut uygulamalardan çok daha radikal sonuçlara yol açabilirler,” dedi.

Kanton ya da özerklik olarak kavramsallaşan durum dünyada nerelerde tartışıldı ve nerelerde denendi?

Kanton dünyanın birçok ülkesinde rastladığımız bir idari taksimat biçimi. Genelde kantonlar, örneğin eyalet gibi başka idari bölümlere nazaran daha küçük coğrafi ölçekleri kapsarlar. Kantonlar İsviçre’den Bolivya’ya, Fransa’dan Kosta Rika ve Bosna-Hersek’e çok farklı ülkelerde, çok farklı devlet biçimleri ve idari sistemlerin parçasıdırlar. Dolayısıyla tek bir kanton uygulamasından bahsetmek mümkün değildir. Kantonlar örneğin Fransa gibi oldukça merkeziyetçi bir idare sistemine eklemlenmiş idari birimler olabilecekleri gibi İsviçre gibi daha federalist yönetim sistemlerinde de gündeme gelirler.

Muhteva olarak neyi tarif ediyor kanton kavramı?

Uygulamadaki tüm farklılıklara karşın kanton, adem-i merkeziyetçilik, yerel özerklik ve federalizm gibi siyasal yaklaşımlarla bağlantılı bir idari taksimat biçimi. Merkeziyetçi ulus-devlet kurumsallaşmasına karşı yerelliği, yerel demokrasi ve özerkliği ön plana çıkartan bir anlayış. Ancak yukarıda da ifade ettiğim üzere, kantonların somutta işleyiş biçimi, oluştukları bağlamın siyasal güç ilişkileri ve dengelerine bağlı. Tek bir kanton uygulaması, tek bir “kantonalizm” yok.

Radikal ya da devrimci “kantonalizme” örnek olaraksa İspanya gösterilebilir. Bu ülkede 19. yüzyılın sonu ve 20. yüzyılın ilk yarısında “kantonalizm”, İspanyol devletini kantonlara ayırmayı hedefleyen ayaklanmacı bir hareketti. İspanyol kantoncularının önerdiği federalizm biçimi, toplumsal zenginliğin yeniden ve radikal bir biçimde bölüşümünü de içeren devrimci bir akımdı. İspanya’daki anarşist hareketin önceli olarak da düşünülebilecek kantonalizm, küçük burjuvazi ve köylülük arasında etkili olsa da işçi sınıfı hareketinin gelişiminde de rol oynamıştı.

Kantonun uygulama alanlarında ne tür sonuçlar verdi?

Biraz önce de ifade ettiğim gibi, tek bir kanton pratiği yok. Kanton farklı idari-politik sistemlere eklemlenen bir idari birim olması hasebiyle farklı siyasal sonuçlara yol açıyor. Genelde kanton, İsviçre idari-politik sistemiyle özdeşleşmiş bir tabir; kanton dendiğine akla öncelikle İsviçre geliyor. İsviçre örneğinde oldukça gelişkin bir yerel özerklik ve demokrasi uygulamasıyla karşı karşıyayız. Neredeyse bağımsız bir devletçik olan kantonlar, yasaların referendum sunulması gibi doğrudan demokrasiye yakın uygulamalarla beraber düşünüldüğünde oldukça güçlü bir yerel karar alma ve demokratik kontrol mekanizması anlamına geliyor bu ülkede. Diğer yandan İsviçre dilsel, dinsel ve kültürel açıdan oldukça heterojen bir ülke. Bu bağlamda kanton uygulaması, ulus-devletlerin tekçi anlayış ve pratiklerine karşı kültürel anlamda daha çoğulcu bir idari bölümleme anlamını da taşıyabiliyor.

Ortadoğu’daki sosyolojik durum gözönüne alındığında uygulanması mümkün mü, handikapları neler olur?

Etnik ve mezhebi ihtilaf ve çatışmaların giderek derinleştiği Ortadoğu açısından kanton tartışması, sanırım belirttiğim bu son özellik, yani etnik-kültürel çoğulculuğa olanak veren bir idari sistem oluşu açısından bir güncellik taşıyor. Dört resmi dilin (Almanca, Fransızca, İtalyanca ve Romanş) konuşulduğu İsviçre’de ortak etnik ya da ortak dile bağlı bir İsviçre ulusundan söz edilemez. Kantonlar ve güçlü federalizmin sağladığı yerel özerklik ve kültürel çoğulculuk zemini İsviçre’de “bütünlüğü” sağlayan temel faktör.

Ancak bu konuda olumsuz örnekler de var.Kanton sistemi kanlı bir etnik savaşın ardından Bosna-Hersek için tam da bu nedenle, yani etnik-dinsel çoğunluğun garantisi olabilir diye gündeme getirilmişti. Hırvatlar ve Boşnaklar arasında 1994’teki Washington uzlaşmasında ve daha sonra 1995’teki Dayton Antlaşması’nda oldukça karmaşık bir kantonal sistem öngörülmüştü.  Ancak Bosna’da kantonal sistem, etnik ayrımları mutlaklaştıran, siyaseti etnik temelde tanımlayan ve etnisite dışı siyasal ve sosyal taleplere alan açmayan bir yapı halini aldı. Zaten son yılda Bosna-Hersek’te gerçekleşen ve ayaklanmaya kadar varan toplumsal kabarış, bu katı, etnisite temelli sisteme ve onu idare eden (farklı etnik gruplardan) yozlaşmış oligarşiye karşı bir tepkiydi. Dolayısıyla kantonal sistemin her derde deva olduğu, her koşulda kültürel çoğulculuk ve demokrasiye hizmet ettiği gibi bir yaklaşım da doğru değil.

Rojava’daki durum için neler söylenebilir?

Öncelikle bir hatırlatma, daha doğrusu bir uyarıda bulunmakta yarar var. Siyasetin giderek daha fazla etnik-mezhebi bir mahiyet kazandığı Ortadoğu coğrafyasında Lübnan, özellikle emperyal güçler tarafından bir model olarak öne sürülüyor. Lübnan örneği bilhassa Suriye için, mezhebi karakteri giderek baskın hale gelen iç savaşa bir çözüm yolu olarak uluslararası platformlarda giderek daha fazla dillendiriliyor. Lübnan, bilindiği gibi, “eş toplumsalcılık” olarak çevirebileceğimiz “consociationalism” adı verilen bir sistemle yönetiliyor. Buna göre devlet makamları, belli dini-etnik toplulukların temsilcileri arasında belirli oranlara göre paylaştırılıyor. Bu sistem, etnik-dini gerilimleri yatıştıran ve iktidarı paylaştıran bir boyut içerse de siyasal alanı bütünüyle etnik ve dinsel grupların temsilcilerine bırakan, etnik-dini grupları kompartımanlaştıran bir yöne de sahip. Demokrasinin bu biçimde etnikleştirilmesi ya da mezhepleştirilmesi, kültürel kimliklerin ötesindeki siyasal talepleri görünmez kılıyor. Etnik-dini grupları katılaştırıyor, onları içlerine kapatıyor, farklı gruplar arasındaki geçirgenliği büyük ölçüde azaltıyor. Dolayısıyla böylesi bir Lübnan modeline gore çok daha esnek olan ve yerel katılımı ve özerkliği hedefleyen kanton sistemi bölge ve bilhassa Suriye açısından anlamlı bir model oluşturabilir. Rojava’daki deneyim, eğer gelişme imkânı bulursa çok daha geniş bir bölge için pratik ve çoğaltılabilir bir model halini alabilir.

Rojava’da bahsedilen kanton sistemi ile şu an dünyanın bazı yerlerinde uygulanan kanton sistemi arasında nasıl bir fark veya benzerlik vardır?

Rojava’da gündeme gelen kanton sisteminin dünyadaki mevcut uygulamalardan temel farkı, bunun Suriye ve bilhassa Rojava’daki devrimci alt üst oluş içerisinde şekillenmekte oluşu. Yani Rojava’daki üç kantonu (Cizîr, Kobanê, Efrîn) ve bunlara dair toplum sözleşmesinin şu ya da bu yönünü, dünyada mevcut kanton uygulamalarıyla kağıt üzerinde kıyaslamak anlamlı sonuçlara ulaşmak açısından yeterli olmayacaktır. Rojava kantonları büyük bir siyasal alt üst oluş içerisinde gündeme geldikleri, geniş kitlelerin seferber oldukları bir konjonktürde doğdukları için katılımcılık ve yerel özerklik anlamında dünyadaki mevcut uygulamalardan çok daha radikal sonuçlara yol açabilirler. Diğer yandan Rojava’da, tıpkı Suriye’nin genelinde olduğu gibi, mevcut siyasal durumun kırılganlığını da atlamamak gerek. Bu bölgedeki tüm siyasal ve sosyal kazanımlar oldukça kaygan bir zemin üzerinde duruyor ve çeşitli saldırılara karşı aktif olarak savunulması gerekiyor. Bu bakımdan Rojava’daki kanton pratiklerini dünya üzerindeki başka örneklerle kıyaslamak için erken olduğunu düşünüyorum.

En iyi kanton sistemi sizce nasıl olmalı?

Cevabı zor bir soru. Bu konuda, hiç değilse bir pusula oluşturması ve eylemimize yol göstermesi için kanton pratiklerinin radikal örneklerine bakmakta yarar var. Bolivya’daki uygulamalar anlamlı bir örnek oluşturabilir mesela. Bolivya’da 2009 anayasası ademi merkezileşme ve yerel özerklik konusunda oldukça radikal bir örnek. Öyle ki günümüzde Bolivya kıtadaki en ademi merkeziyetçi ülke. Dahası, Bolivya’da yerel siyasal katılım mekanizmalarının geliştirilmesiyle yerli halkların kültürel ve sosyal hak ve taleplerinin tanınması birbiriyle parallel gelişen süreçler. Kanımca Bolivya örneğinden kantonlaşma ve özerklik pratiklerinin demokratik katılımın genişletilmesi, sosyal hakların geliştirilmesi ve çokulusluluk doğrultusunda kullanılması bakımlarından öğrenilecek çok şey var. Yine biraz önce bahsettiğim devrimci “kantonalizm” geleneğini, özellikle de İspanya’daki tarihsel gelişimini daha yakından incelemek gerek.

Her durumda kanton, sadece dar manada idari bir yetki paylaşımı mekanizması olarak düşünülmemeli, halkın toplumsal hayatın tümünde söz, yetki ve karar sahibi olabilmesine olanak tanıyan bir pratikler ve mekanizmalar bütünü olarak anlaşılmalı. Bunun yanında kantonal bir idari-siyasi düzenleme salt dar anlamda siyasal Alana dair bir perspektifle ele alınmamalı. Kantonlaşma, toplumsal mülkiyet ilişkilerinde alt sınıflar lehine bir dönüşümü gündeme getirecek şekilde “aşağıdakilerin”, mevcut siyasal kurumlardan dışlananların talep ve seslerini güçlendirecek bir işleyiş biçimini hedeflemeli. Yerelleşme ya da ademi merkeziyet her durumda alt sınıflar ve ezilenler için olumlu sonuçlar yaratmayabilir. Yerelleşme politikaları bizzat neoliberal siyasetin de bir gereği olabiliyor. Merkezi devlet bürokrasisinin eleştirisi ve yerelde kimi yetkilerin (şirketler ve onlara bağlı STK’lar anlamında) “sivil topluma” devri, neoliberal itikada pekâlâ uygun bir argüman. Dolayısıyla yerelleşmeye, özerkliğe, ademi merkezileşmeye bir sınıf içeriği vermek, bu pratikleri alt sınıfların siyasal ve sosyal gücünü artıracak şekilde oluşturmak temel önemde.

Dünyada var olan kanton sistemiyle Rojava’da ilan edilen kanton sistemi Türkiye Kürdistan’ı için uygun mudur sizce?

Bu, cevabını elbette Kürtlerin vermesi gereken bir soru. Ancak şu kadarını söyleyebilirim. Israrla vurguladığım üzere, tek bir kanton uygulaması da tek bir kanton sistemi de yok. Kantonlaşma, farklı siyasal bağlamlarda farklı anlamlar taşıyan, dahası farklı işlevler gören bir idari bölümleme biçimi. Kanton (birçok devletin idari sisteminin bir parçası olmasının da gösterdiği gibi) kendiliğinden ya da yapısı itibariyle antikapitalist ya da devlet karşıtı bir siyasal form değil. Bilakis, kapitalist modernliğe has tahakküm ve sömürü biçimlerine uyarlı kılınabilen bir idari sistem. Dolayısıyla belirleyici olan, kantonlaşma, özerklik ve yerelleşme pratiklerinin içinin nasıl doldurulduğu, nasıl bir siyasal projeyle bütünleştirildiği.

Önemli olan kağıt üzerinde her derde deva olarak görülebilecek bir ideal sistem tasarlamak değil, kitlelerin mücadelesi içerisinde onların güç kazanmasına, demokratik ve sosyal taleplerini daha güçlü bir biçimde savunmalarına olanak sağlayacak mekanizma ve kurumları oluşturabilmek. Bu anlamda her kantonlaşma ya da ademi merkezileşme önerisi, merkezi düzeyde yoğunlaşmış siyasal ve sosyal gücün aşağıdakiler lehine kırılması perspektifiyle ele alınmalı. Kantonlaşma basitçe idari yetkilerin yerel birimlerce paylaşılması değil, özyönetim ve mümkün mertebe dolayımsız demokratik karar alma biçimlerine doğru bir yönelim anlamına gelmeli. Yani kantonlaşma, devlete, Marx’ın deyimiyle “toplumun bu doğaüstü yaratığına” karşı, dolayısıyla da hâkim sınıfın bu devlette yoğunlaşmış çıkar, ayrıcalık ve gücüne karşı bir eylem anlamı taşımalı. İşte böyle bir radikal muhtevası olacak kantonlaşma, çokulusluluk, otonomi ve halkın halk tarafından yönetilmesi anlamındaki demokrasi yolunda devasa bir adım olabilir.