Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Rober Koptaş, 30 Mart’taki yerel seçimlerde kime oy vereceğini açıkladı.

Bir süredir özellikle sosyal medya üzerinden “tatava yapma bas geç” mesajları yayınlanıyordu. Mesajlarda "fazla tartışmayın oyunuzu CHP'ye verin" denmek isteniyordu.

Rober Koptaş da “tatava yapmayacağım” dedi. İşte o yazı:

BEN DE TATAVA YAPMAYACAĞIM!

Herhalde bir grup anarşist, demokrasiyi burjuva oyunu olarak gördükleri için seçimlerden hiç hazzetmeyen bazı devrimciler, ilanihaye apolitikler ve ölümüne partizanlar dışında herkes, 30 Mart’taki seçimde kime oy vereceğine dair son iç ve dış hesaplaşmalarını yapıyor bugünlerde.

Ben de kendi hesaplaşmamı bu yazıyla yapayım istedim. Birileri yüce fikirlerime ihtiyaç duyar diye değil, Türkiye ahvali üzerine yazıp çizen biri olarak, açıklığa, şeffaflığa dair bir sorumluluğun ifası niyetine.

Kısa ve öz olmaya çalışacağım.

• Geldiğimiz noktada, bu yerel seçimlerin gerçekten de bir referandum halini aldığı ortada. Hemen hemen tüm siyasi aktörler bu bilinçle hareket ediyorlar. İttifaklar buna göre kuruluyor, pozisyonlar buna göre alınıyor.

• Benim durduğum noktadan, bu referandumun iki tarafı, en kaba halleriyle şu çerçevede tanımlanabilir: Bir tarafta, muhafazakâr dindar milliyetçi devletçiler; diğer tarafta ise seküler ulusalcı milliyetçi devletçiler… (Ne kadar çoğulcu değil mi!) Dün ilk gruptakilerle yan yana duran Gülen cemaati, bugün konjonktürel olarak ikinci grubu destekliyor.

• Kabul edelim ki, benim gibiler için hiç de iç açıcı bir manzara değil bu. Şurası çok açık: Bu referandumun iki tarafı da kendime yakın hissedeceğim, oy vereceğim partilerden oluşmuyor.

• Zaten ben, ilk kez oy kullanıp ‘Evet’ mührünü ÖDP’ye bastığım ’99 seçimi istisna, hep Kürt hareketinin partilerine ve temsilcilerine oy verdim.

• O günden bugüne her seçimde, çok kaba ama hiç şaşmayan bir temel mülahazam vardı: Sistemin en dışında, onu en çok rahatsız eden ve onun tarafından en çok ezilen kimse, onu seç.

• Geçen zamanda, Kürt siyasi hareketi bütün zorluklara ve engellemelere rağmen önemli kazanımlar elde etti. Belediyeler kazandı, Meclis’e girdi; geniş bir milliyetçi taban tarafından meşru görülmese de, önemli bir siyasi aktör haline geldi. Bunu da, benim gibi birkaç kendi bilmezin oylarıyla değil, kendi kora kor mücadelesiyle başardı.

• Buna karşın, henüz barış sağlanmış değil. Ne mutlu ki, bir yılı aşkın süredir, Kürt ve Türk gençleri savaşta ölmüyor, ancak halen kalıcı bir barış sürecine varmaktan kilometrelerce uzağız.

• Bu yüzden, söylemleri ve dünya algıları farklı olsa da milliyetçilik ve devletçilikte buluşan diğer partilerin yanında, barış ve demokrasi için BDP-HDP çizgisine şans tanımak, bana halen öncelikli geliyor.

• PKK-KCK-BDP-HDP’ye yönelik eleştirilerim yok mu? Var. Hem de çok. Ben Öcalan’ın tek adamlığı diyeyim, siz bazı konularda eleştiriye tahammülsüzlük anlayın; ben Gezi ve sonrasında net tavır alınması gereken anlarda barış sürecini korumak adına gösterilen ikircikli tutum diyeyim, siz söylem ve eylemde vitrin ve cila merakı anlayın.

• Bu eleştirileri ve daha pek çoğunu türlü vesile ve zeminlerde dile getirmek, tartışmak, bir BDP-HDP seçmeni ve gazeteci olarak benim sorumluluğum. Nihayetinde, isteyenin bir yüzü, vermeyenin iki yüzü kara. Biz söyleriz, duyulursa ne âlâ…

• Diyeceğim o ki, Kürt sorununda barışı sağlamak bence hâlâ bu memleketin en önemli meselesi. Ve her biri farklı şekillerde milliyetçi, devletçi, muhafazakâr, baskıcı diğer partilerin yanında, BDP-HDP, demokrasi için gerçekten mücadele eden tek güç gibi görünüyor benim gözlerime.

• İşte bu yüzden, ben de, hiç tatava yapmayacak ve gidip oyumu HDP’ye atacağım. Şişli’de Kenan Yenice ve Ayşe Berktay’a. İstanbul’da Sırrı Süreyya Önder ve Pınar Aydınlar'a… Vatana millete hayırlı olsun.