PKK lideri Abdullah Öcalan, Halkların Demokratik Partisi (HDP) heyeti ile yaptığı görüşmelerde Türkiye için demokratik bir sistem talebini dile getirirken, “AKP hegemonya istiyor, CHP’nin yerine geçmek istiyor. Buna izin vermeyiz,” dediği öğrenildi.

İmralı’daki görüşmelere dair notları yazı dizisi olarak paylaşan gazeteci Amed Dicle’nin Fırat Haber Ajansı’nda yer alan “Öcalan'ın 'Başkanlık' yorumu: AKP hegemonyasına izin vermeyiz…” başlıklı son yazısı şöyle:

Ocak 2013 ile Nisan 2015 tarihi arasında gerçekleşen İmralı görüşmelerinin ana teması, Türkiye’de Kürt sorununun çözümü ve daha geniş perspektifle, Ortadoğu bölgesinde yeni bir Kürt-Türk ilişkisi. Öcalan, tüm konuşmalarında bu paradigmayı anlatıyor ve Kürt hareketinden kendisine iletilen kaygıları ‘barış, savaş yapmaktan daha zordur, devleti barışa alıştırmaya çalışıyoruz’ diye yanıtlıyordu. Öcalan, defalarca ‘çözüm olmazsa çok büyük bir savaş olur’ tespitinde bulunarak bugünlerin önünü almak istiyordu. ‘AKP ile anlaştılar’ gibi eleştirilere tepki gösteren Öcalan, bu partinin hegemonyasına izin vermeyeceklerini ve temel perspektiflerinin ülkede ve bölgede demokratikleşme olduğunu vurguluyordu. Öcalan, bu görüşmelerde, AKP’nin devletleşmesi, başkanlık konusu gibi tartışmalara ilişkin temel fikirlerini de masaya koyuyordu.

Mezopotamya Yayınları tarafından kitaplaştırılan ‘İmralı Notları’ndan, Öcalan’ın, ‘başkanlık sistemi’ ve AKP hegemonyası ile buna alternatif olarak kendisinin önerdiği toplum odaklı demokratikleşme projesini anlayabiliriz.

Öcalan, 23 Şubat 2013 tarihinde kendisini ziyaret eden Sırrı Süreyya Önder, Pervin Buldan ve Altan Tan’a başlatmış olduğu sürece ilişkin perspektifini sundu. Öcalan, bu görüşmede AKP’nin kurmak istediği hegemonyaya dikkat çekerek değerlendirmelerde bulunuyor.

KCK’nin ‘geri çekilme’ konusundaki kaygıları kendisine aktarılınca Öcalan, “Çekilirsek gerilla biter’ görüşüne katılmıyorum. Çekildiğimiz alanda gerillayı daha da büyüteceğiz. Suriye var, İran var. Şu an Suriye’de elli bin, Kandil’de on bin, İran’da kırk bin var’’ diye yanıtlıyor.

Sırrı Süreyya Önder’in, ‘Sizin konumunuz ne olacak?’ sorusuna şu cevabı veriyor:

Öcalan: (Gülerek) Ne ev hapsi ne de af, bunlara gerek kalmayacak. Herkes, hepimiz özgür olacağız. Şunu bilin ki, bu hamlem komployu boşa çıkaracaktır. Ben komployu aşıyorum. Başarılı olursam, ne KCK tutuklusu kalır ne başka tutuklu. Bu olmazsa elli bin kişiyle halk savaşı olacak. Ölen ölecek, ben karışmıyorum. Yalnız herkes bilmeli ki, ne eskisi gibi yaşayacağız ne de eskisi gibi savaşacağız.

Diyalog şöyle devam ediyor:

Sırrı S.Önder: Başkanım, her şeyi konuştuk. Bir de Başkanlık meselesi var. Kamuoyu bu konuda çok hassas. Totaliter bir yapıya dönüşmesinden endişe ediliyor.

Öcalan: Başkanlık sistemi düşünülebilir. Yalnız burada Başkanlık ABD’deki gibi olmalı. Devlet Meclisi gibi bir Senato. İkincisi, bir de Halklar Meclisi. Bunun adı Demokratik Meclis de olabilir. Bu da ABD’deki Temsilciler Meclisi gibi olabilir, Rusya’daki Alt Duma gibi olabilir. İngiltere’deki Avam Kamarası’nın Türkiye versiyonu gibi. Esas olarak HDK’yi parlamentoya uyarlamak gibi düşünebiliriz.

Öcalan, Başkanlık konusundaki fikirlerini örnek verdiği modellerle ifade ettikten sonra AKP ve Tayyip Erdoğan’a ilişkin kaygılarını şu ifadelerle dile getiriyor:

‘’Hükümet kesin vesayetten kurtuldu mu, hesaplaşma tam olarak yapıldı mı? Tayyip’in hükümet mekaniği şu: Kürt Hareketi’ne vurduğu kadar kendisine izin veriliyor; vesayet kurumu, güç odakları tarafından kendisine alan açılıyor. Başbakan bu yöntemi bir iktidar aracı alarak görüyor, PKK’ye vurarak yerini sağlamlaştırıyor.

(…)

Benim demokratik kriterlerim var, bunu anlattık. Bir baktık ki AKP CHP’nin 1923-40-50’lerdeki hegemonyası yerine kendi hegemonyasını kurmak istiyor. Bunun üzerine Türkiye’nin ihtiyacı olan tam evrensel demokratik kriterlere uymazsan PKK’ye karışmam dedim. Bunu PKK Hareketi’nin zorluklarını bilerek söyledim. AKP hegemonya kurmak istedi, biz bu hegemonyaya karşı çıktık.

AKP, iktidarı gökten inmiş sandı. Bizim sınıf ve halk savaşımızın ne kadar amansız olduğunu bilmiyordu. AKP hegemonya istiyor, CHP’nin yerine geçmek istiyor. Buna izin vermeyiz. AKP’ye korkunç rant imkânı çıkar. Ben buna alet olmam. Tek şartım AKP’nin hegemonik olmaması. Biz eskisine doyduk, yeni kambur istemeyiz.’’

Öcalan, tarihi Newroz mesajını bu görüşmeden sonra verdi. Mayıs 2013’te geri çekilme başladı. Haziran’a kadar hükümetin adım atması gerekiyordu. Ancak hükümet sözlerini yerine getirmedi ve KCK Temmuz 2013’te ‘geri çekilmeyi’ durdurdu. Öcalan daha sonra, ‘yasal alt yapı olmadan geri çekilme çağrısı yapmamam gerekiyordu’ diyerek ‘özeleştiri’ verdi.

Tam bu süreçte Gezi direnişi başladı. Sırrı Süreyya Önder ‘Gezi meselesi’ bahane edilerek İmralı Heyetinde çıkarıldı.

Önder, Kasım 2013’te tekrar heyete dahil edildi.

HDP Heyeti, 9 Kasım 2013’te İmralı’daydı. Ve Sırrı Süreyya Önder birkaç ay sonra yine Öcalan’ın karşısındaydı. Önder, İmralı’ya gitmeden önce dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan ve danışmanı Yalçın Akdoğan ile bir araya gelmişti.

Önder ile Öcalan arasında şu diyalog geçti:

Önder: Başbakanla görüşmemizin ilk 20-25 dakika Gezi meselesini konuştuk. Ben kendisine, bu meselenin iki boyutu olduğunu, birinin derbederlik, diğerinin hırsızlık olduğunu ve en genel başlık altında da demokratik olmayan bir tahammülsüzlük olduğunu söyledim. Sıra hırsızlık bahsine geldiğinde ortam gerildi ve neredeyse bitme noktasına geldi. Yalçın Akdoğan müdahale etti ve daha önemli bir gündem olduğunu söyledi. Sayın Başbakan, hırsızlık konusunda eksik ve yanlış bilgiyle hareket ettiğimi, çok saf olduğumu ve bilmeden Alman gizli servisinin oyununa geldiğimi söyledi.

Öcalan: (Gülerek) Demek öyle dedi. Esas saf olan Başbakandır. Dışardan provoke edildiği endişesi var ama öyle olmadığını söyleyin.

Önder: Sayın Başbakan bana, başlangıçtaki hassasiyetimle sürece yaklaşacaksam tekrar heyete almak istediğini söyledi. Ben de belli bir siyasal tutumu gözetmekle yükümlü olduğumu söyledim. Benzer bir durum olduğunda benzer bir tavır takınacağımı aktardım. Böyle bir durumda yine müdahale edeceklerse bunun sıkıntı doğuracağını belirttim. Tam anlaşamadık, ama zımni olarak bir noktada buluştuk.

Öcalan: Zımni olmayacak. Açık olmalı. İlkesel olmalı. Heyet AKP ile ilişkilere konjonktüre göre yaklaşım gösterdi. Bu böyle olmamalı. AKP ya da İslami gelenek, ki AKP bunu kısmi olarak temsil ediyor, Gezi dolayısıyla ortaya çıkan gelişmeleri doğru okuyamadı. Hegemonik ilkeyi benimsedi. Demokratik ilkeyi benimsemedi. Mursi de böyle yapmıştı. Diktatoryaya girdi ve devrildi. AKP demokratik ilkeyle hem darbeden korunur hem de demokratikleşmeye katkı sağlar.

(…)

Benimle AKP’nin uzlaşması şöyledir: Ben ne onların hegemonyası altına gireceğim ne de onların Kürtlerle kurduğu ilişkiye karışacağım. Temel yaklaşımımız demokrasidir. Demokrasiyi korumak demek Başbakanı da korumak demektir. Başbakanın demokratik işleyişe ihtiyacı var. Demokrasiyi yerleştiremezsek hepsi Menderesleşir. Darbeleri önleyemez.

Öcalan, kendisinin AKP’ye destek verdiğini iddia eden çevrelere ise, o dönemlerde yapılan bir görüşmede şöyle yanıt veriyor:

‘’Ben hep biz AKP’nin hegemonik yaklaşımını durdurmak istiyoruz dedim. Kandil’e de yazdım. Biz durdurmazsak Türkiye diktatörlüğe gider. Tayyip beyi bu hale getiren Deniz Baykal’ın kendisidir. Tayyip’i hapisten çıkardı, Siyasete soktu. Güya Deniz Baykal’ı dizayn etmek isteyen büyük kafa şöyle düşünmüş: “Kürt meselesini Tayyip’e temizletiriz, yerine de Deniz Baykal’ı getiririz.” O gizli toplantıları da bunun için yapıyorlardı. (2002 Beylerbeyi köşkündeki Erdoğan-Baykal görüşmesi) Şimdi de “Erdoğan gidecek, bunu Apo engelliyor” diyorlar. Böyle şey olur mu? Biz AKP’nin hegomanyasını sınırlandıran tek gücüz.’’

HDP Heyetinin Kasım 2013’teki görüşmesinde sonra önemli gelişmeler yaşanır. 17-25 Aralık yolsuzluk dosyaları su yüzüne çıkınca Erdoğan ve çevresinde gizli ve açık bir panik havası oluşur. Kamuoyunun bilmediği bazı görüşmeler bu süreçte yapılır. Erdoğan, Öcalan ve Kürt Hareketine bazı mesajlar göndermek ister. Bunun için Sırrı Süreyya Önder ile acil görüşme talebinde bulunur. Fakat Önder Kandil’dedir ve görüşmesi gecikir. Daha sonra, 14 Ocak 2014’te İmralı’ya gittiğinde görüşmeyi Öcalan’a şöyle aktarır:

Önder: Başbakan ile görüştüm. Kandil dönüşü, yılbaşı gecesini (2013-2014) Ahmet Türk’ün evinde geçirdim. O sırada Başbakan aradı. Ertesi gün için İstanbul’da görüşmek istedi. Ben o gece yola çıktım. Ama ertesi gün Başbakanın gündemi malum yoğunluklar içindeydi. Gece tekrar beni aradı ve ertesi gün için randevulaştık ve görüştük. Son gelişmelerden yakınarak benim nasıl yorumladığımı sordu. Ben de bu savaştan ancak demokratik dönüşüm kabiliyeti gösterebilenin galip çıkacağını anlattım. Hükümetin bu şansı kaybettiğini, çünkü bu saldırı başlamadan dönüşüm hamlelerini somutlaştırmadığını, şimdi ne yaparlarsa baskı altında yapmış gözükeceğini söyledim. Saldırı altında oldukları için otoriterleşeceklerini, bunun kaçınılmaz gözüktüğünü ekledim. Cemaat açısından bu dönüşüm şansının teknik olarak var olduğunu, ama bunu yapacak ne siyasi aklın ne de siyasi bir tercihin gözüktüğünü anlattım.

(…)

Önder, kendisini dinleyen Öcalan’a, Erdoğan ile yaptığı görüşmeyi uzun uzun anlatır.

Önder: Başbakan, sözlerime “Peki, çare nedir?” sorusunu sorarak devam ettim. Cevaben, artık süreç konusunda hükümetin hiçbir bahanesi kalmadığını, kaygı olarak sunduğu şeylerin son operasyonlarla berhava olduğunu, tek çıkışın geniş bir demokratik ittifaktan geçtiğini, buna cesaret edip geniş ve nitelikli bir demokrasi ittifakı yapmaları durumunda bu komploların sadece ‘yolsuzluk’ boyutunda kalacağını, ona karşı da çok şeffaf ve dürüst yaklaşmaları durumunda sürecin gelişerek devam edeceğini, aksi halde kendisinin tasfiye edilerek sistem içinde yeni bir hizalanmanın kaçınılmaz olacağını anlattım. Rojava konusunda ilk defa devletin önüne şerefli bir ricat olanağı çıktığını, bunun heba edilmemesini söyledim.

Başbakan cevaben bir master planlarının olduğunu, bunu zamanı ve yeri geldikçe ve devlet kurumlarında görüş birliği oluştukça paylaştıklarını söyledi. Bu anlamda benim Başkanla (Öcalan) her hafta üç dört gün sürecek bir çalışma yürütmemin bu komplo koşulları altında çok tehlikeli olacağını söyledi. Basın ve Akil İnsanlar ziyaretini (İmralı ziyaretleri) bile ertelemek zorunda kaldığını, çünkü kimin nasıl davranacağından emin olamadığını söyledi. Gelişmelerde çalışma arkadaşlarının bir suçu olmadığını, bütün sorumluluğun kendisinde olduğunu söyledi. Tamamen dışarıda planlanmış bir darbe teşebbüsü olduğunu, yöneldikleri bakanların manidar olduğunu ekledi. Kürtlerin (KCK’yi kastederek) oyuna gelmeyeceklerini düşündüğünü, kendisinin hangi koşullar altında çalışmış olduğunu biraz daha iyi gördüklerini, oyuna gelmemeleri durumunda çözüm için daha rahat olunacağını, oyuna gelirlerse de kendilerinin bileceğini söyledi. Tek kaygısının bölünmemek olduğunu söylediğinde, kendisine ‘yasakların böleceğini, özgürlüklerin birleştireceğini’ söyledim. Yaklaşık iki saat görüştük.

Öcalan: Sen bir daha görüşeceksin. (Gülerek) “Sen meydanlarda Apo’nun asılmamasına hayıflanırken Apo seni kurtardı, idamdan kurtardı” diyeceksin. Bana halen sen süreci yavaşlattın diyorlar. Oysa biz tam olarak çekilmiş olsaydık onu içeri atarlardı. Sonu Menderes gibi olurdu. Bu konuyu daha sonraki toplantılarda daha detaylı çözümleyeceğim. Görüşme çok değerlidir. Seninle artık daha detaylı görüşmeler yapacaktır. Hep geliştirici olmalısın. (Pervin Buldan ve İdris Baluken’e dönerek) AKP’li vekiller ve bakanlarla ilişkiler kurup görüşmeler yapmalısınız. Detaylandıracağım.

İdris Baluken: Görüşme tempomuz ve ilişkilerimiz yürüyor Başkanım.

Öcalan: Başbakan'a deyin ki, Başkanlık modelini de hızla tartışabiliriz. Ama onun dediği gibi olmaz, demokratik olacak. Demokratik Türkiye ve Kürt meselesinde hızla çözüme gidilmelidir.

Dağdakileri, cezaevindekileri, tüm Kürtleri demokratik siyasete katacak konuları heyet ile tartışacağız. Ancak müzakereye geçilmezse, Nisan’da yeni bir durum değerlendirmesi yapacağım. Yapacağımız tartışmalarda sekiz komisyon işin özüdür. Artabilir de, eksilebilir de. Yasal boyut ve İzleme Kurulu da önemlidir. Yapacağımız müzakerelerin iki boyutu vardır. Birinci masada ben ve devlet heyeti olacağız. İkinci masada BDP, HDP, AKP komisyonları olur. Mesela kadın komisyonu için iki kadın çağırıp onlarla görüşürüz. HDP ve BDP’den kıymetli akademisyenler var. Erdoğan ile görüşün, yasal boyutundan neden çekiniyor. Çok rahat yapabilir. Sadece bizim için değil, tüm yasadışı örgütler için -Ki, yüzlerce örgüt var- kapsayıcı demokratik topluma çağrı yapabilir. Parlamentonun yapacağı ilk iş bu olmalıydı.

(…)

Radikal demokratik çözüm gerekli. Ne eskinin CHPci ve MHPci ulusal milliyetçi, faşist ulus-devlet modeli ne de neo-Osmanlıcı, hegemonik Osmanlıcı model…İkisi de olmaz. Bu iki anlayış da hastalıklıdır. Demokratik Ortadoğu modeli ideal modeldir. Demokratik çözümün ana şemasıdır. Burada verilen politik çözüm düzeyimiz evrenseldir.’’

Sonuç olarak, Öcalan 2013 yılının son aylarındaki bir görüşmede, şu an içinde bulunduğumuz süreci öngören şu tespitlerde bulunur:

‘’Umarım AKP de bizi yanlış anlamaz. Yanlış anlarsa felaket olur. Buna rağmen AKP diktatoryasını bize dayatırsa kabul etmeyiz.’’

28 Şubat 2015’te açıklanan Dolmabahçe Mutabakatı, akabinde Erdoğan’ın ‘masa yok, İzleme Heyeti yok, Kürt sorunu yok’ açıklaması, 7 Haziran ve 1 Kasım seçimleri arasındaki süreç ve devam eden pervasız saldırılar, ne yazık ki, Öcalan’ın defalarca uyarısını yaptığı tablonun acı bir şekilde hayat bulduğunu gösteriyor.