HDP ve Kürt hareketine getirilen "AKP ile işbirliği" suçlamasını "haksız" ve "katlanılamaz" olarak niteleyen Nuray Mert sola çarpıcı eleştirilerde bulundu...

Mert, diken.com.tr'de yayınlanan yazısında HDP ve Kürt hareketine getirilen "AKP ile işbirliği" suçlamasını "haksız" ve "katlanılamaz" olarak nitelerken "birkaç haftalık bir direnişten ‘Gezi destanı’ yazanların, on yıllarca mücadele destanı yazanlara ‘işbirlikçi’ imasında bulunabiliyor olması, gerçekten katlanılabilir gibi değil." dedi.

İşte Nuray Mert'in "Kafkas Tebeşir Dairesi veya ‘HDP tartışması'" başlıklı o yazısı:

İşte bir kez daha, iş şirazesinden çıkmak üzere!

HDP etrafında giderek büyüyen ‘tartışma’dan bahsediyorum.  Yoksa didişme mi demeli?

Önce ‘saha temizliği’

Başlamadan hemen belirteyim ki okuma yazması kıt  veya derdi işleri kızıştırmak olanlara meydan vermiş olmayalım: Geçen hafta, IMC televizyonunda konuk olan HDP Eş Genel Başkanı Ertuğrul Kürkçü ile son derece düzeyli bir tartışmanın ardından, kısa da olsa benim için çok iç rahatlatıcı bir sohbet yaptık. Bu konuda en önemli nokta, HDP’nin tartışmaya, eleştiriye açık bir siyasete inanıyor olması. Ancak maalesef konu, giderek bu minvalden çıkma eğilimi taşıyor.

O nedenle, bence öncelikle, ‘saha temizliği’ mahiyetinde olmak üzere bazı temel konulara açıklık getirmekte fayda var. Ben de kendi açımdan bu yönde bir katkı yapmaya çalışayım diyorum.

‘Akil’ alınganlık

İşin doğrusu, şimdilerde HDP etrafında yoğunlaşan tartışma, ‘barış süreci’nin başlamasının hemen ardından, belli belirsiz bir gerilim hattının oluşmasıyla gündeme geldi. Sürecin başından itibaren, Kürt siyasi hareketinin, AKP hükümeti ve/veya devletle müzakereye başlaması, uzunca bir zamandır Kürtlerin hak ve özgürlüklerinden yana tutum takınan çevreler içinde kimilerince ‘AKP ile uzlaşmak’ olarak algılandı. Başında fazla telaffuz edilmese de, bir soğukluk ortamı oluşturdu. Öcalan’ın süreci başlatan Newroz mesajındaki ‘İslam kardeşliği’ vurgusunu kaygıyla karşılayanlar oldu.

Ardından Erdoğan’ın başkanlık rejimi yoklamaları BDP ile bir ‘pazarlık’ konusu olarak algılandı veya böyle bir soruya dönüştü. Doğrusu, ‘barış süreci’nin başında, Öcalan’ın yol haritası çerçevesinde, düzenlenmesi önerilen dört konferanstan biri olan Ankara konferasında, bu hususlar yine telafuz edilmese de hissedilen bir ‘tatsızlık’ atmosferi yarattı. Açıkça söylenmeyen şeyler, karşılıklı kuşkuları büyüttüğü için, mesela konferansa katılan ‘Akil İnsanlar’ grubundan arkadaşlarımızın bazıları, kendi çevreleri tarafından haksız eleştirilere maruz kaldıklarından şikayet etti. Buna karşılık, onlar da fazladan alıngan davranmaya başladılar, vs.

Konu kapatıldı ama kapanmadı

Ardından Gezi olayı geldi, olay başka bir mecraya aktı. Bu sefer, Kürt siyasetine en yakın duran sol çevreler içinde dahi, Kürt siyasetinin Gezi’den ‘uzak durması’ hoşnutsuzluk yarattı.

Doğrusu ben Kürt siyasi hareketinin Gezi’ye ihtiyatlı yaklaşmasının son derece haklı ve isabetli olduğunu düşünenlerdendim. Ama BDP sonradan bu iddiayı reddetme ve Gezi’yi sahiplenme yolunu seçti. Konu kapatıldı, fakat açıkça konuşulmayan her konuda olduğu gibi aslında kapanmadı.

Böylesi bir ortamda, Gezi’nin hemen ardından ve daha yerel seçimlere epey bir süre varken, önceliğin Türkiye’de demokrasiye yönelik açık tehdide, yani AKP iktidarına karşı durma mücadelesine verilmesini savunan tez, siyasi bir eksen farklılaşmasına neden oldu. Ta o zamandan, AKP karşısında, ibresi en geniş ittifak adına CHP’den yana dönmeye başlayanlar oldu. Olabilir, ama kuşkusuz bu tutum, Kürt siyasetine yakın duran çevreler için yadırgatıcı bir tavır oldu.

17 Aralık dönemeci

Nihayet, 17 Aralık’tan sonra, yeni bir tartışma hattı ortaya çıktı. Kürt siyasi hareketi bu gelişmeyi, iktidar partisine karşı bir ‘darbe’ olarak tanımladı; ‘AKP’ye muhalefet etmenin bu darbeyi görmezden gelmeyi gerektirmediğini, tam tersine demokrasi adına bir yandan iktidara muhalefet ederken diğer yandan darbeye karşı mücadele etmek gerektiği’ tesbitini yaptı.

Bu noktada da bazı ayrışmalar kaçınılmazdı. Doğrusu ben de, 17 Aralık’ın bir darbe olduğu düşüncesinde olanlardan değildim. Benim açımdan, iktidar bloku içinde bir büyük kırılmanın neticesiydi 17 Aralık. Öyle olduğu için de darbeyle mücadele gibi bir durumla karşı karşıya değildik.

Halen de öyle düşünüyorum. İktidar/devlet içinde bir ‘paralel yapılanma’ varsa ve bu yapı birçok olayın müsebbibiyse o gücü, söz konusu blok içinde olmaktan almıştır. Nitekim, iktidar partisinin bu kesimle hukuki zeminde hesaplaşmak yerine ortalığı velveleye vermeyi tercih etmesinin nedeni de bu.

Kaçınılmaz ayrışma

Her neyse, hepimiz her konuda aynı şeyleri düşünmek durumunda değiliz. Ancak mesele, kaçınılmaz olarak genel manada demokrasi sorununun öncelikleri tartışmasına vardı.

Memleket bu denli, büyük sarsıntılara tanık olurken, Kürt siyasetine yakın duran, özgürlükçü, demokrat, sol çevreler de farklılaştı.

Geldiğimiz noktada, özetle, birileri doğrudan veya çoğunlukla dolaylı biçimde Kürtleri ‘bencil’ davranmakla ve kendi siyasi hedefleri uğruna Türkiye’de genel demokrasi sorunundan uzaklaşmakla eleştiriyor; Kürtler ve başka birileri ise bunu büyük bir haksızlık olarak görüyor, öfkeleniyor.

Kürt toplumuna haksızlık

Geçmişi çilelerle dolu, 30yılı aşkın zamanı bu çilelere karşı mücadele vermek adına daha ağır çilelere göğüs germekle geçmiş, on binlerce gencini toprağa vermiş, on binlercesini hapishanelere, bir o kadarını sürgüne göndermiş, milyonlarcası evinden barkından, yerinden kopmuş, büyük şehirlerde yoksulluğa mahkum olmuş bir toplum için, çoğu konforlu burjuva aydınların ‘eleştiri’ adı altındaki hoyrat ithamlarıyla karşılaşmak gerçekten büyük haksızlık. Başka türlü algılanması zor.

Küçümsemek asla değil ama, asıl kurbanları yine yoksullar arasından çıkan birkaç haftalık bir direnişten ‘Gezi destanı’ yazanların, on yıllarca mücadele destanı yazanlara ‘işbirlikçi’ imasında bulunabiliyor olması, gerçekten katlanılabilir gibi değil. O nedenle, siyasi gelişmeleri ne şekilde değerlendirirsek değerlendirelim, bu gerçekleri bir an olsun aklımızdan çıkarmamak lazım.

‘Kraldan çok kralcılık’ pek çirkin ve pek tehlikeli

Ama, durun bir dakika! Tam da işin bu yanını öne çıkarmamız gereken bir anda işi tatsız ve verimsiz bir polemiğe dönüştürmeye, ortamı kızıştırmaya soyunanların ön cephesinde yine, Kürtlerin çilesine uzak bir yerden gelen eski solcu Türkiyeli aydınlar yer kapma telaşında. Hemen söyleyeyim, kimsenin ne Kürtlerin mücadelesine hangi mesafede durulması gerektiği, ne de demokrasi konusunda, ömrünün çoğunu Maoculukla veya TKP komiserliğiyle geçirmiş olanların rehberliğine ihtiyacı var.

Dahası, onların Kürt siyaseti adına ekmek çıkarmaya giriştikleri ‘kraldan çok kralcılıkları’ pek çirkin ve pek tehlikeli.

Sıkıntılı bir eğilim

Tüm bunları bir tarafa bırakıp HDP’yi tartışmak mümkün ve bence bu tartışma Türkiye’de demokrasi ve Kürt barışı açısından çok ama çok önemli olabilir. Bu noktada da, Kürt siyasi hareketi ve diğer HDP bileşenlerinin bu denli karmaşık bir siyasi tablo içinde, bu denli çetrefil bir siyasi projenin tartışmaya, üzerinde düşünülmeye muhtaç pek çok yanı olduğu gerçeğini kabul etmesi gerek.

Bazı arkadaşlarımızın, zor dönemeçlerde yaşadıkları sıkıntıları, eleştirilere karşı kulak tıkama veya karşı saldırganlığa dönüştürme eğiliminde olduğunu düşünüyorum. Bu sıkıntılı bir iş. Günün sonunda, herkes herkesi ne ikna etmek, ne de herkes herkesle anlaşmak, dayanışmak zorunda. Gönülsüzlük gösterenler yolları ayırır olur biter.

‘Kafkas Tebeşir Dairesi’ çizilmesin

Yeter ki, Kürtlerin özgürlüğü ve demokratik bir Türkiye tasavvurunda samimi olanlar birbirini kıracak veya zarar verecek şekilde ayrışmasın. Hatta, gerekirse boşanma sonrası, çocuklar birinde veya öbüründe kalsın.

Yeter ki ‘Kafkas Tebeşir Dairesi’ çizilmesin. O tasavvurun peşinde koşanlar dairenin ortasında kalıp bölünmesin; barış ve demokrasinin yolları bu şekilde ayrılmasın.