BirGün yazarı Nuray Mert, 'Bir küçük paket, bir büyük sorun' başlıklı yazısında, Başbakan Erdoğan'ın geçtiğimiz günlerde açıkladığı 'demokratikleşme paketi'ni değerlendirdi.

"AK Partisi, üçüncü döneminde, otoriterliğe bu iki nedenden dolayı sürüklendi, sürüklendikçe, ‘yönetme’ kabiliyetini yitirdi, yitirdikçe de ‘dayatmacılığa’ abandı.  Bu koşullar altında daha fazla demokrasi, herkesten çok iktidarın yönetme kabiliyetinin önünü açacak bir imkan olabilirdi, ‘demokratikleşme paketi’ açıklamak ihtiyacı da zaten bu imkanı aramak zaruretinden doğuyor" diyen Mert; AKP iktidarının paket'ten ne beklediği konusunun önemli olduğunu belirterek, "Şöyle ki, iktidar partisi, gelinen noktada  ihtiyacı olan ‘rıza’yı sağlayabileceği düşüncesi ile bu paketi tasarlamış" dedi.

"Böylesi bir paketten demokrasinin ufkunu tayin etmek imkansız, ama iktidarın ufuksuzluğunu teyit etmek mümkün" diyen Mert; paketle gelen 'andımız'ın kalkmasının, Kürtçe eğitim tabusunun yıkılmasının ve başörtüsüne kamu alanında özgürlük hususlarının sevindirici olduğunu belirterek, "Son hususta tek itirazım, bu özgürlüğün tüm kamu hizmetlerini kapsamaması" dedi.

İşte Nuray Mert'in BirGün'deki yazısı:

‘Demokrasi Paketi’nden kimin ne beklentisi olduğu, paketin bu beklentileri karşılayıp karşılamadığı çok tartışıldı. Ama ‘bu paketten hükümetin ne beklediği ve bu beklentinin karşılanıp karşılanmayacağı’ fazla konuşulmadı. AK Partisi iktidarının her istediğini yapabileceği algısı o denli yerleşik ki, kimse iktidarların da bu tür adımlarla siyasal yatırım yaptığı, yani beklentileri olduğunu ve bunları ne ölçüde başarabileceği konusunu  tartışmıyor bile.  Demokratikleşme konusundaki anlayış da benzer bir varsayımdan hareket ediyor;  ‘yani iktidarın tuzu zaten kuru, demokratikleşmeye ihtiyacı olanlar diğer faniler’ sanılıyor. Oysa, ‘demokratikleşme’ nihayetinde iktidar için de, sadece meşruiyetini pekiştirmek için değil,  ‘yönetebilmeye’ devam edebilmesi için gerekli bir ‘araç’. Evet, ‘araç’, çünkü, demokrasi her zaman, herkes için ‘amaç’ olmayabiliyor ama iyi bir araç olarak düşünüldüğünde de çok işe yarayabiliyor.

Bu noktada, aslında bir bileşke olan ‘siyasal iktidar’ın, ‘bir dayatma gücü’ ve ‘yönetme kabiliyeti’ özelliklerinin hangisinin öne çıktığını sorgulamak gerekiyor, zaten demokratik ve otoriter rejim ve siyasetler burada ayrışıyor.  Artık Ortaçağlarda yaşamıyoruz, hiçbir toplum ve münhasıran Türkiye uzun süre dayatma ile yönetilebilecek bir toplumsal arka plana sahip değil. Bu koşullar altında, herhangi bir iktidarın (heva ve hevesi ne yönde olursa olsun) salt dayatma ile yoluna devam etmesi mümkün değil.  Mevcut iktidarın, (olduğu kadarıyla) ‘demokratikleşme’ ihtiyacı da bu zeminden hareket ediyor; çünkü iktidarlar dayatamadığı noktada ‘rıza’ arayışına girmek durumundadırlar. Tam da bu nedenle,  AK Partisi’nin ‘paket’den ne beklediği konusu önemli; şöyle ki, iktidar partisi, gelinen noktada  ihtiyacı olan ‘rıza’yı sağlayabileceği düşüncesi ile bu paketi tasarlamış olmak gerekir. ‘Rıza’dan kasıt, bir toplumun tamamının rızasını almak olamayacağına göre, o halde, söz konusu olan yoluna devam edebilmesi için, o yolda önüne çıkan ve çıkması muhtemel engel ve pürüzleri ortadan kaldıracak ölçekte bir rıza alanıdır. Tam da o nedenle, pakette değişik sorun alanlarına ilişkin değişimler sunuluyor, bunun karşılığında o sorun alanlarının iktidarın geleceğini gölgelemesi ihtimalini ortadan kaldırmak hedefleniyor. O halde iktidar açısından bu paketten başarısını belirleyen, nasıl karşılandığı olacak. 

Halihazırda, demokratikleşme paketini bir ihanet projesi olarak algılayan MHP bir yana bırakılırsa, paketin muhtavasını tümüyle reddeden yok gibi görünüyor. Farklı itirazlar, ‘çok vadedip, az verme’ ve ‘oyalama’, ‘kandırmaca’ şeklinde ifade edilebilecek ‘yetersizlik’ ve ‘samimiyet’e ilişkin itirazlar. İktidar partisinin bu itirazları öngörmediği düşünülemez, o halde ‘ince hesabı’nı bunları dikkate almaya değmeyeceği düşüncesi üzerine kurmuş olmalı. İşte asıl sorun, o ince hesabın, kaba bir siyasi hasapçılıktan öteye gitmemesi. Pakette Alevilere ilişkin pek bir şey olmaması bu çerçevede kolaylıkla anlaşılabilir; iktidar Alevileri zaten, her muzır işin içinden çıkan bir unsur, kazanılması hem zaten imkansız, hem de ‘olmazsa olur’ gözüyle görüyor. O nedenle ‘demokratik meşruiyet’ adına sembolik adımlar ile yetiniliyor. İkinci büyük itirazın sahibi Kürtler ise, iktidar açısından daha önemli, bu nedenle bu alanda, Kürtler  için küçük, fakat  tabanı da tavanı da ‘muhafazakar-milliyetçi’ olan bir ‘iktidar için büyük adımlar’ atılmış oluyor.  Dahası, Kürtlerin kolayca barış sürecini bitirmeye yanaşmayacağını bilmek, iktidara bu konuda rahat davranabileceğini düşündürüyor olmalı.  Diğer taraftan, demokrasi algısı ‘çoğunlukçuluk’ olan bir iktidarın ‘demokratik temsilde adalet’ gibi bir kaygısı olamayacağı bir kez daha görülmüş oluyor.

Böylesi bir paketten demokrasinin ufkunu tayin etmek imkansız, ama iktidarın ufuksuzluğunu teyit etmek mümkün. Türkiye’de demokrasi sorunun, halihazırda en önemli nedenlerinden biri;  iktidarın modern bir toplumu ve özellikle çatışma hatları gergin olan Türkiye’yi sadece  oy hesabı ile yönetemeyeceğini görmemesi. İkincisi, bu gerçeğin devamı olarak, demokrasinin ‘amaç’ olmadığı durumda dahi veya hiç değilse ‘araçsallığını’ kavrayamamış olması. AK Partisi, üçüncü döneminde, otoriterliğe bu iki nedenden dolayı sürüklendi, sürüklendikçe, ‘yönetme’ kabiliyetini yitirdi, yitirdikçe de ‘dayatmacılığa’ abandı.  Bu koşullar altında daha fazla demokrasi, herkesten çok iktidarın yönetme kabiliyetinin önünü açacak bir imkan olabilirdi, ‘demokratikleşme paketi’ açıklamak ihtiyacı da zaten bu imkanı aramak zaruretinden doğuyor . Ancak, belli ki, AK Partisi, böylesi bir imkanı kendisinin ihtiyaç duymadığı bir lütüf olarak görmek/göstermekte ısrarlı. ‘Azla yetinsinler’ anlayışı buradan kaynaklanıyor, diğer yandan iktidar kendisine, ‘azla yetinip yetinemeyeceğini’ sormuyor; yani az demokrasinin kendisine açtığı alanın ihtiyacını karşılayamayabileceğini hesaba katmıyor. Örneğin, ‘Kürtler de bu kadarla yetinsin’ diye düşünmek, Kürtlerin bu kadarla yetinmeyeceği durumda doğacak sorun alanını hesaba katmıyor veya katmak istemiyor. Kaldı ki, Kürtlerin daha bir süre bu kadarla yetinmesi durumunda bile, barış sürecinin seyrini asıl belirleyecek olanın;  Öcalan’a ilişkin talepler ve İmralı müzakerelerinin aksamadan devamı olduğu  biliniyor.

İktidar perspektifinden bakıldığında daha az önemli olan Aleviler’in iyiden iyiye küstürülmesi ihtimali, toplumsal gerilimle yola devam edilebileceği anlayışının bir sonucu. Belli kimlik grupları dışında genel insan hakları ve demokratik  özgürlükler alanında dişe dokunur bir gelişmeye ihtiyaç duyulmaması da, demokrasi ve özgürlüklerin  ‘güçsüzlerin sızlanması’, buna mukabil iktidarların ayağına dolanmaktan başka bir işe yaramayacak fanteziler olduğu anlayışının sonucu. Özgürlüklerin insan haysiyeti açısından anlamı bir yana, toplumsal gerilimlerin sigortası olduğu şeklindeki araçsal demokrasi kavrayışından  bile yoksun bir siyaset anlayışı bırakın demokratikleşmede yol aldırmayı, halihazırdaki ‘yönetme krizini’ derinleştirebilir.  Konuşmamız gereken husus bu, mesele bir boş/dolu bardak meselesi değil. Hem artık ‘bardağın boş ve dolu tarafı’ diye boş boş konuşmaktan gına gelmedi mi?

Kısaca, bir büyük sorgulama ve tartışmaya girişmeden yol alamayacağız diyorum. Bu mesele baki kalmak kaydıyla paketle gelen andımızın kalkması, Kürtçe eğitim tabusunun yıkılması yanı sıra, başörtüsüne kamu alanında özgürlük hususlarına çok sevindiğimi, çok önemsediğimi belirtmek isterim. Son hususta tek itirazım, bu özgürlüğün tüm kamu hizmetlerini kapsamaması.