KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan, AKP hükümetinin savaş kararı aldığını ve bu işi şiddetle çözmeyi önüne koyduğunu belirterek, “Biz açıkça şunu söylüyoruz: AKP’nin yeni saldırı dalgası karşısında biz sonuna kadar tarihsel bir direnişi geliştirmek durumunda olacağız. Devrimci Halk Savaşı’na doğru evirilme, bu biçimde, AKP’nin yeni siyaseti nedeniyle gündeme girecektir” dedi.

ANF’nin sorularını yanıtlayan KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan, PKK lideri Abdullah Öcalan’ın “aradan çekilmesi”, hükümetin soruna yaklaşımı, eylemsizlik sürecinin sona erip ermediğine ilişkin önemli açıklamalarda bulundu. Karayılan, “Açık ki AKP hükümeti bu sorunu diyalogla ve müzakere yöntemiyle çözmeyi değil, farklı yollarla tasfiye yöntemiyle çözmek istemektedir” vurgusunu yaparken, tek taraflı ateşkeslerin de çatışmaların kesilmesini sağlamadığını kaydetti.

 

ÖCALAN’IN ELEŞTİRİLERİ ÜZERİNDE ÇOK YÖNLÜ DURUYORUZ

* Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan son görüşmesinde aradan çekildiğini belirtti. Öcalan’ı bu karara götüren nedenler nelerdi?

Önder Apo altı yılı dışarıda, on iki yılı İmralı’da, toplam on sekiz yıldır Kürt sorununda barışçıl-demokratik bir çözümün gelişmesi için çaba sergilemektedir. Gelinen noktada çok yönlü geliştirdiği bu çabalarına karşılık bulmadığı ve Türk devleti tarafından çözümleyici bir adım atılmadığı için bu kararı almıştır. “Ben artık aradan çekiliyorum” demiştir. Çözüm süreci gelişmediği için bu karara gitmiştir. Evet, bu kararı almasında Kürt Özgürlük Hareketi’nin yeterli düzeyde cevap olamayışını da bir neden olarak göstermekte ve bize dönük eleştiriler de yapmaktadır. Bize dönük eleştirilerinin özü çözümün gerçekleşebilmesi için yeterli bir performansın açığa çıkarılmamasına dönüktür. Demokratik çözümün gelişebilmesi için hareketimiz gerekli tüm araçları ortaya çıkarmada ve bu temelde Önderliğin elini güçlendirmede yetersiz kalmıştır. Buna dönük eleştiriler doğrudur. Sürecin de açıkça gösterdiği gibi, hareketimiz devleti Önderlikle görüşmeye zorlamıştır, ancak çözümü yaratacak bir düzeyi açığa çıkaramamıştır. Bu durum somuttur. Açık ki hareketimize dönük Önderliğimizin eleştirisi daha çok bu çerçevede yapılmış bir eleştiridir. Biz bunun üzerinde çok yönlü bir biçimde durmaktayız. Gerekli eleştiri ve özeleştiri çerçevesinde yetmez durumu aşarak, çözüm imkanlarını yaratmaya dönük neler yapılabileceğimizi ve nasıl çözüm koşullarını yaratacağımız noktasında belli bir tartışma ve yoğunlaşmamız söz konusudur. Bu konuda bazı üzerinde tartışılabilecek pratik davranışlar olsa da genel olarak biz bütün süreçler boyunca Önderliğimizin çağrılarını büyük bir özenle ele aldık, gereklerini yerine getirdik. Önderliğimizin İmralı’da yürüttüğü görüşmelere büyük önem biçtik, stratejik düzeyde yaklaştık, pratikte gereklerini yerine getirmeye çalıştık.

ESAS ADIM ATMASI GEREKEN DEVLETTİR

Fakat sorunun çözümü için muhatap olan devletin adım atmaması durumu vardır. Esas olarak burada adım atması gereken devlettir. Devlet, her şeyden önce Önderliğimizin hazırladığı yol haritasını bir yıl boyunca gizledi, kimseye vermedi. Bu şekilde Yol Haritası’nın tartışılmasını engellemek istedi. Halbuki o yol haritası çözümün yol haritasıydı. Önderliğimiz daha sonra 10 Mayıs’ta üç protokolü hem devlete hem de KCK’ye sundu. Bu protokoller daha somut ve daha net, makul ölçülerde bir çözüm perspektifini içermekteydi. Biz hareket olarak bu protokolleri onayladık. Buna karşı görüşmeci heyet olumsuz yaklaşmamasına rağmen devlet katında cevapsız bırakıldı ve pratik gerekleri yerine getirilmedi. Esasında 15 Haziran’da cevap vermeleri gerekirken cevap verilmedi. En önemlisi de seçim sonrası Türkiye Cumhuriyeti’nin gündemine çözüm sürecinin girmesi gerekirken şiddetin gündeme getirilmesi durumu vardır.

AÇIK Kİ AKP HÜKÜMETİ SORUNU TASFİYE İLE ÇÖZMEK İSTİYOR

Açık ki AKP hükümeti bu sorunu diyalogla ve müzakere yöntemiyle çözmeyi değil, farklı yollarla tasfiye yöntemiyle çözmek istemektedir. Bizzat Başbakan’ın seçim öncesi kullanmış olduğu şiddet içerikli söylemleri vardı. Kimi çevreler “bunlar seçim propagandalarıdır, geçicidir” dediler ama seçim sonrası görüldü ki o söylemler öyle seçim amaçlı söylenmiş politik bazı söylemler değil, Erdoğan ve AKP’nin asli görüşleridir. Yaratılan parlamenter krizi ve o çerçevede gelişen süreç, KCK Operasyonu adı altında geliştirilen tutuklama furyasına karşı takınılan tutumlar ve askeri operasyonların durdurulmaması hususları başta olmak üzere oluşturulan tüm baskı ve saldırı ortamına dönük AKP hükümetinde herhangi bir yumuşama ve çözüme dönük bir zemin oluşturma çabası geliştirilmedi. Üstelik “Kürt sorunu yoktur, PKK sorunu vardır” diyerek, şiddet eksenli bir gündem oluşturuldu ve İran’ın Kandil’e saldırısıyla imha süreci başlatılmış oldu.

ÖCALAN’IN ÇAĞRISI DİKKATE ALINMALI

Bunun karşısında Önder Apo çok somut, çok yalın, çok kısa ve çarpıcı bir öneri yaptı. “Hükümet önümü açsın, Başbakan bana çağrı yapsın, teminat versin, ben bir hafta içerisinde tüm gerilla güçlerini bir yere toplarım. Bu temelde çözümü geliştirelim” dedi. Bu kadar somut, açık bir öneri karşısında Erdoğan ve AKP hükümeti bir cevap verdi mi? Yok. Görmezden ve duymazdan gelindi. Halbuki gerçekten anaların gözyaşlarının dökülmemesini ve artık çatışmanın tümden sona ermesini istiyorsanız, izlemeniz gereken yol açık ortadadır. Ancak çözüm yolunu izleme yerine, var olan gerginliği daha da tırmandırma, operasyonları sürdürme tutumu gelişti. Özellikle Silvan çatışmasında asker kayıpları da yaşanınca AKP bunu da elinde bir koz olarak kullandı: CHP ve MHP ile birlikte bir savaş açıklaması yaptı. Aslında bu çıkışıyla önceden planladığı kendi konseptini hayata geçirme sürecini başlattı. İşte bunu gören Önder Apo “Kimse beni taşeron olarak kullanamaz, benim üzerimde oyun oynanamaz, ben artık aradan çekiliyorum” dedi. Bunu söylerken açık kapı bırakarak, bir görüşmesinin daha olacağını da belirtti. Ama bu tutumu almış olması çok önemlidir. Ortada hükümetin dürüst yaklaşmaması vardır. Bunun görülmesi gerekiyor.

AKP hükümeti, Önderliğimizin ortaya koymuş olduğu bu tavrı ciddiye almak zorundadır. Yine Türk devleti ve ilgili tüm çevreler de Önderliğin almış olduğu bu tutumu ve yaptığı çağrıyı dikkate almalıdırlar. Bu kesimlerin, Önderliğimizin bu tutumunu da görmezden gelerek dikkate almaması kaydıyla, kendi şiddet politikalarını hayata geçirmesi halinde durumun çok daha farklı bir mecraya sürükleneceği açıktır. Maalesef şimdi AKP hükümetinin yönünün de bu tarafa doğru olduğu görülmektedir.

ÇOK İĞRENÇ BİR SİYASET ANLAYIŞI

AKP hükümeti Önderliğimizin barış için yaptığı çağrıyı dikkate alacağına Önderliğin normal avukat görüşmelerini engellemektedir. Bu, çok iğrenç bir siyaset anlayışıdır. Bunu şiddetle kınıyorum. Kürdistan’da Kürt ve Türk halklarının barışını sağlayabilecek tek kişi olan Önder Apo’ya bu tarz bir yaklaşım AKP hükümetinin soruna yaklaşımını göstermektedir. Tüm ilgili çevreler ve halkımız AKP hükümetinin bu politikalarına karşı duyarlı davranmalıdır.

* Bu karar ardından hareketinizin yaptığı son açıklamada tek taraflı ateşkesler ve Öcalan’la yürütülen görüşmelerin Kürt sorununu çözmek için yeterli olmadığı yönünde belirlemeler vardı. Neden böyle bir açıklama yaptınız?

Önder Apo 27 Temmuz görüşmesinde bu kararını açıklarken önemli bir hususu söyledi: “Artık benim bu koşullarda yapacaklarım bitti, ben yapacaklarımı yaptım. Belli ki bu koşullarda ancak bu noktaya kadar gelinebiliyor. Bundan sonra benim rolümü oynayabilmem için sağlık, güvenlik ve serbest hareket etme olanaklarının bana tanınması lazım. Bu olanaklar tanınırsa ben rolümü oynarım.” Bu önemli bir husustur. Kürt sorununun çözümü açısından İmralı’da yapılacak tartışmalar yapılmıştır, artık pratik adımların atılması gerekmektedir. Pratik adımların atılması için de bu çözümün temel aktörü olan Önder Apo’nun rolünü oynaması gerekmektedir. Örneğin, ilgili tüm kesimlerle doğrudan ilişki kurabilmesi şarttır. Sorunun tek elden yürütülüp, hiçbir soruna yol açmadan çözülmesi için bu gereklidir.

YAPTIĞIMIZ BÜTÜN ATEŞKESLER DEVLETİN UYMAMASI SONUCU BOZULDU

Eğer devlet bu sorunu çözmek istiyorsa Önderliğimizin önü açılsın, bizlerle de, Kürt legal kurumlarıyla da tartışma olanağı yaratılsın, gerekli olursa teknik üzeri ya da fiili olarak doğrudan gerilla güçleriyle görüşme olanağı olsun ve sorun böylece çok kısa sürede çözüme kavuşabilsin. Şimdi çözümün perspektifi bu biçimde net açığa çıkmıştır. Ve devlet bu sorunu çözmek istiyorsa, ancak böyle yaklaşarak çözebilir. Yoksa yeni bir açılımla, farklı bir yöntemle veya köklü bir adım atılmadan sorunun çözümü gelişmiyor. Yani Önderliğimizle İmralı’da görüşmeler oluyor; biz ateşkes yapıyoruz ama ateşkesimiz tek taraflı kalıyor ve çatışma süreci kesilmiyor. Bu nedenle yalnızca bizim (tek taraflı olarak) ilan ettiğimiz ateşkesler yeterli olmamakta ve teorik tartışmalar pratik adımlara yol açmamaktadır. Açıklamada değindiğimiz nokta budur.

Bakınız; biz, şimdiye kadar sekiz kez tek taraflı ateşkes ilan ettik. Yaptığımız bütün ateşkesler devletin ateşkeslere uymaması sonucu, operasyonların gelişmesi sonucu bozulmuşlardır. Mesela birinci ateşkes ‘93 yılında bozuldu: Orada meydana gelen 33 askerin ölümü sürekli tartışılıyor ama o askerlerin ölümünden önce, yani Turgut Özal vefat ettikten sonra Amed bölgesinde ve daha değişik yerlerde operasyonlar başladı. Yirmiye yakın gerilla şehit edildi. Sonrasında ise o provokasyon yaşandı. Bugüne kadar yapmış olduğumuz bütün tek taraflı ateşkeslerimiz devlet güçlerinin uymaması sonucu bir süre sonra tekrar çatışmaya dönüşmüştür. Biz açıklamamızda bunu söyledik, dolayısıyla devletin Önderliğimizin çağrısını dikkate alması gerektiğini belirttik. Barışçıl-demokratik çözümün gelişmesinin ancak böyle olabileceğini vurguladık. Ama böyle değil de AKP hükümetinin şimdi kendini hazırlamakta olduğu gibi şiddet eksenli yeni bir sürece girilirse bizim de buna karşı cevap vereceğimizi ve direnişle kazanmayı esas alacağımızı söyledik.

NE BİR SAVAŞ KARARIMIZ VAR, NE DE BİR EYLEMSİZLİK KARARI

* Bu açıklamanız çeşitli çevreler tarafından eylemsizliğin bittiği şeklinde yorumlandı. Siz bu yorumları da dikkate alarak, önümüzdeki süreci nasıl değerlendirebilirsiniz?

-Şimdi, biz bu açıklamayla eylemsizliğin bittiğini söylemedik. Eylemsizliği biz bitirmedik, bizim böyle bir kararımız yok. Eğer fiiliyatta eylemsizliğin bittiği gibi bir durum varsa, bu, gelişen operasyonlar sonucu böyle olmuştur. Ortada ne bir savaş kararımız var ne de bir eylemsizlik kararı var. Bu, önümüzdeki günler içerisinde AKP hükümetinin tutumuyla netleşecek bir husustur.

GERİLLA KENDİNİ SAVUNMA HAKKINA SAHİPTİR

Ancak bizim esas aldığımız kimi hususlar da vardır: Örneğin ilan ettiğimiz bu ateşkes süreçlerine devlet güçleri uymadığı için, güçlerimizin ağır kayıplar vermesi söz konusudur. Mesela, son beş ayda devletin operasyonları sonucu yaşamını yitiren gerilla sayısı elli altıdır. Yine devlet güçleri tarafından vurulan sivil insanlarımızın sayısı 37’dir. Operasyonlar karşısında gerilla da alt düzeyde de olsa kendini savunma yöntemlerini geliştirmektedir. Bu henüz öyle kapsamlı bir eylemsellik sürecinin başlaması gibi bir durum değildir. Operasyonlar oluyorsa ve gerilla darbelenmek isteniliyorsa, gerilla da buna karşı pozisyon alma ve kendini savunma hakkına sahiptir. Biz kimseye elinizi-kolunuzu bağlayın, karşınızdaki güç gelip sizi imha ettiğinde bile sesinizi çıkarmayın diye bir şey söyleyemeyiz. Yine her gün şurada-burada sokaklarda çocuklarımız öldürülmektedir ve bu hiç kimse de soruşturmaya tabi tutulmamaktadır. Bir taraf olarak bütün bu saldırılar karşısında bizim de savunma hakkımız yok mu?

GERİLLA SAVUNMASI NASIL OLUR?

Bir diğer husus ise gerilla, operasyonlarda askerin üzerine gelmesi ve aralarında yüz metre gibi çok kısa bir mesafe kalması durumunda kendisini savunur, diye bir şey yoktur. Gerillanın, tarzı gereği, kendisini savunabilmek için geniş bir alanda hareket etmesi ve zaman zaman karşı gücü şaşırtan, onun hareketini ağırlaştıran eylemler yapması gerekiyor. Bunlar savunma eylemleridir. Bu tür hareketler olmadan gerilla kendini savunamaz. Ama operasyonlar dursa öyle eylemler olmaz. Neden iki asker kaçırıldı, deniliyor. Bu meselenin arka planı vardır: Yani sen iki askeri gerillayı imha etmek üzere keşfe ve istihbarata gönderirsen gerilla da elbette onu yakalar.

ÇİFT TARAFLI ATEŞKES GEREKİYOR

Kısaca çatışma sürecini geliştiren biz değil, devlettir. Çatışma sürecini devlet güçleri geliştirmektedir. Hem polisin mütemadiyen halk üzerinde uyguladığı faşizan baskılar, KCK davası adı altında Kürt siyasetçilerine dönük sürekli geliştirilen tutuklamalar ve hem de askerin kırsalda gerillaya dönük yaptığı operasyonlar, Kürdistan koşullarında ve Türkiye’de çatışmasızlık ve barış ortamını önlemektedir. Biz bu ateşkeslerin çift taraflı olması gerekir, diyoruz. Biz durmuşsak karşı taraf da durmalı, biz parmağı tetikten çekmişsek karşı taraf da çekmeli, diyoruz. Biz elimizi tetikten çekiyoruz ama karşı taraf ha bire tetiğe basıyor, insan öldürüyor. Gerilla da tabii ki bunun karşısında davranmak durumunda kalacak.

SÜRECİ BOZAN BİZ DEĞİLİZ

Süreci bozan biz değiliz, bunu herkes bilmelidir. Silvan’da 13 asker vurulduğunda kıyameti koparanlar Uludere’de on gerilla şehit düştüğünde -devlet on iki dedi ama esasta ondu- neden bir şey söylemediler? Sizinki can da bizimki can değil mi? Bu nedenle bu konuda daha realist yaklaşılırsa gerçekler de görülür. Kürt tarafı barışçıl çözümden yanadır; ancak Türk devleti şimdiye kadar barışçıl demokratik çözüme doğru dürüst yaklaşmadı. AKP, Türkiye Cumhuriyeti’nin iflas eden 86 yıllık inkar ve imha politikasını yeni araçlarla canlandırmak ve hayata geçirmek istemektedir.

AKP HÜKÜMETİ SAVAŞ KARARI ALMIŞTIR

Demirel, “29. isyanı da bastıracağız” dedi; 29. isyanı bastıramadılar. Kürt sorunu bugün artık Türkiye ve dünyanın gündemindedir. Yeryüzünde bu tür sorunlar nasıl çözülüyorsa bu ülkede de bu sorun çözülmek zorundadır. En temel çözüm biçimi Özerkliktir. Yeni bir savaşın önüne geçmek ve barışı geliştirmek için yasal Kürt siyaseti ve sivil toplum kuruluşları demokratik özerkliği ilan etti. Kendi çözümünü ortaya koydu. Ancak AKP hükümeti, Kürtlerin kültürel haklarını, kimlik haklarını ve kendini yönetme haklarını teslim etmek yerine, farklı araçlarla, sömürgeci inkar ve imha politikasını yeniden hayata geçirmek istiyor. Bunun karşısında Kürtler de elbette ki direnecekler. Biz açıkça şunu söylüyoruz: AKP’nin yeni saldırı dalgası karşısında biz sonuna kadar tarihsel bir direnişi geliştirmek durumunda olacağız. Devrimci Halk Savaşı’na doğru evirilme, bu biçimde, AKP’nin yeni siyaseti nedeniyle gündeme girecektir. Çünkü AKP Hükümeti savaş kararı almıştır. Şiddetle bu işi çözmeyi önüne koymuştur. Biz de direnişle sonuç almayı ve kazanmayı önümüze koymak zorundayız. Başbakan “bundan sonra iyi niyet göstermeyeceğiz, çok daha farklı strateji ve uygulamalarla sonuç alacağız” diyerek askeri stratejisini ortaya koydu. Bu bize karşı bir savaş ilanıdır. Zaten orduda yapılan yeni düzenleme de bir tür savaş düzenlemesidir. Bu durumda askeri güçleri savaş düzenine göre hazırlamaktadırlar. Faili meçhul ve kimyasal silah kullanma dahil her türlü yöntemi kullanabilecek bir yeni savaş yönetimi oluşturdular. Açık ki yeni bir plan var. Yoksa devletin tepe noktasında gerçekleşen bunca zirvenin anlamı nedir? Yine aynı dönemde yandaş medya da Tamil gerillalarının Sri Lanka tarafından nasıl imha edildiğini yazıp-çizmektedirler. Açıktır ki, bunun teorisini oluşturuyorlar.

İRAN DEVLETİNİN SALDIRISI DA AKP’NİN TERTİPLEDİĞİ KONSEPTİN PARÇASI

Bu temelde düşünüldüğünde, İran devletinin saldırısı da aslında Kürt Özgürlük Hareketine dönük AKP’nin tertiplediği imha konseptinin bir parçasıdır. Bizlerinse, buna karşı Demokratik Özerkliği Savunma ve Devrimci Halk Savaşı’nı geliştirme dışında yapacağımız bir şey yoktur. Yani sürecin, anayasal-demokratik çözüm ve barış sürecinden çatışmalı bir savaş sürecine doğru kaydırılmasına yol açan AKP hükümetinin politikaları ve şu anda almış olduğu savaş kararıdır. Biz yeni bir savaş ilan etmiyoruz. Biz, AKP’nin hazırlamakta olduğu saldırı dalgasına karşı kendimizi savunmaktan bahsediyoruz. Bizim yaptığımız açıklamanın anlamı budur ve yapacaklarımız da bu şekilde anlaşılmalıdır.

KCK AÇIKLAMASI ÖNEMLİ BİR AÇIKLAMADIR

Bu açıklama, önemli bir açıklamadır. Önder Apo’nun sağlık, güvenlik ve özgürlük sorununun çözümü temelinde ancak Kürt sorununun çözüleceği gerçeği açığa çıkmıştır, bizim politikamız bundan böyle budur, bu eksende derinleşecektir. Ve biz sonuna kadar Önder Apo’nun özgürlüğü ve Kürt sorununun çözümü ekseninde kararlı bir duruşu sergileyeceğiz. Yine buna yanaşmayan ve imha operasyonlarını geliştirmekte olan, daha da kapsamlısını hazırlayan AKP hükümetinin saldırılarına karşı da sonuna kadar direneceğimizi o bildiride açıkça koymuş bulunmaktayız.

Tutumumuz bu biçimde nettir ama AKP hükümetinin Önder Apo’nun çağrısını dikkate alması halinde çözüm koşulları da gündemde duruyor. Sürecin barışçıl bir sürece evirilmesinin zemini henüz tüketilmiş değildir. Fakat AKP hükümetinin mevcut yönelimi aynı şekilde devam ederse bu zeminin tümüyle tüketileceği de unutulmamalıdır. Bu çerçeveyi dile getirdiğimiz ve bu temelde barıştan, demokratik çözümden yana olan çevrelerin ağırlığını ortaya koymasını, halkımızın da buna göre tavır geliştirmesini istediğimiz açıklama aynı zamanda hareketin bundan sonra hangi doğrultuyu esas alacağını açıkça ortaya koyan bir açıklamaydı.