Başta HDP’li belediyelere kayyım atamaları olmak üzere Demokratik Anayasa, Yargı Reformu ve Demokrasi İttifakları konusunda ziyaretlerde bulunan HDP Meclis Başkanvekili Mithat Sancar, İHD’deki buluşmada gündeme ilişkin açıklamalarda bulundu. Sancar’ın açıklamaları şöyle:

Son 1,5 yıllık gelişmeler Anayasa konusuna hayati bir aciliyet yükledi

Görüşmelerimiz planladığımız çerçevede devam ediyor. Esasen 23 Haziran’dan sonra hemen başlamak üzere yaptığımız hazırlıklar vardı. Demokratik Anayasa, Demokrasi İttifakı ve yargı konularında birlikte çalışmanın şartlarını oluşturmak üzere çeşitli kurumları ve siyasi partileri ziyaret etmeyi planlamıştık. Bunların büyük bir kısmını bugüne kadar gerçekleştirdik. Yeni anayasanın, demokratik anayasanın acil ihtiyaç olduğu gerçekliği uzun süredir biliniyor ama 1-1,5 yıllık gelişmeler bu konuya hayati bir aciliyete kavuşturdu. 16 Nisan referandumu ile kabul edilen değişiklikler 12 Eylül Anayasası’ndan kurtulalım derken daha da geriye götürdü ülkeyi. Tek adam rejimi oluşturuldu, hak ve özgürlük güvenceleri iyice zayıflatıldı, sistemin denge-fren mekanizmaları tamamen bozuldu. Üstelik o referandum OHAL şartlarında yapılmıştı ve iktidarın bütün devlet imkanlarını hoyratça kullandığı koşullarda bir kampanya yürütmek zorunda kalmıştı muhalefet ve demokrasi güçleri. Bütün o olumsuz şartlara rağmen ancak yüzde 51 civarında bir oyla kabul edilebildi. Ayrıca unutmayalım o dönemde YSK’nin kararlarının yarattığı çok büyük şaibeler vardı.

Anayasa değişikliği toplumun çok geniş kesiminin kabulünü almadan ayakta duramaz

Bir büyük anayasa değişikliği, bir hükümet sistemi değişikliği toplumun çok geniş bir kesiminin kabulünü almadan ayakta kalamaz, yaşayamaz, o topluma huzur, barış getirmez. Biz bunu anayasa çalışmalarının ilk temel kuralı ve ABC’si olarak görüyoruz. Oysa hükümet sistemi değişiklikleri çok çok az bir farkla kabul edilmişti. Üstelik çok çok ağır şartlarda, antidemokratik ortamda yapılan bir referandumla kabul edilmişti. Ardından 24 Haziran seçimleri yapıldı. 24 Haziran seçimleri sadece Cumhurbaşkanlığı ve genel seçimden ibaret değildi. 24 Haziran seçimleri aynı zamanda Cumhurbaşkanlığı sisteminin yürürlüğe gireceği tarihi de geçtiği süreci işaret ediyordu. Yine çok olağan dışı baskı ortamında antidemokratik şartlar altında bir seçim yaşadık ona rağmen Cumhurbaşkanlığı ancak yüzde 1-1,5 oy farkla seçilebildi.

Anayasa değişikliğinin amacı OHAL’i ebedi hale getirmekti

Bütün bunlarla, toplumsal meşruiyeti neredeyse hiç olmayan bir anayasa değişikliği ve sistemle karşı karşıya bıraktı bizi. Bu sistemin sonuçlarını yaşıyoruz, OHAL şartlarında olgunlaştırılan sistemin kalıcı bir OHAL öngördüğü ortadadır bizler için. Yani anayasa değişikliğinin amacı OHAL’i ebedi hale getirmekti. Kalıcı bir OHAL rejimi yaratmaktı. Biz HDP olarak demokrasi güçleri ve toplumun bütün kesimleri ile yeni bir yol arayışına girmenin hayati önem taşıdığına karar verdik ve Anayasa strateji belgesi hazırladık. Demokrasi ittifakı çerçeve metni hazırladık. Ayrıca yol temizliğinin çok önemli bir unsuru olarak gördüğümüz adalet reformu ile ilgili acil önerilerimizi hazırladık. Bu konuda başta İHD olmak üzere demokratik kitle örgütlerinin, meslek örgütlerinin ve emek örgütlerinin çalışmalarının olduğunu biliyoruz. Şimdi bunların hepsini birleştirmemiz gerekiyor.

İktidar 31 Mart kaybını hazmedemiyor

Şunu ekleyelim 31 Mart yerel seçimleri aslında sadece yerel seçim değildi. Bunu biz söylemiyoruz. Bunu bizzat iktidar söylüyor. "Bu bir referandumdur" diyerek kampanya yürüttü iktidar. Daha önce bütün olumsuzluk şartlara rağmen ancak kıl payı amacına ulaşan iktidar 31 Mart’ı referanduma çevirdi ve bu referandumu kaybetti. İktidar referandum havasında geçmesini çok istediği 31 Mart seçimlerini kaybetti ama bu kaybı hazmedemiyor. Ardından İstanbul seçimlerinin hukuksuz bir şekilde yenilenmesi hamlesiyle karşılaştık ve orada daha büyük bir farklı bir kaybetti. Demek ki biz 31 Mart ve 24 Haziran seçimlerini şu 16 Nisan’da başlayan referandumlar silsilesinin finali olarak görebiliriz. Buna toplum olarak hakkımız var. Buna demokrasi güçleri olarak hakkımız var.

İktidar, kendisini ancak keyfi ve otokratik bir sistemde güvence altına alabiliyor

Nispeten daha serbest şartlarda, kısmen daha adil bir ortamda gerçekleşen seçimlerde iktidar büyük bir yenilgi aldı. Bu, artık sistemin şekli çoğunluğa dayalı meşruiyetini de kaybettiğini gösteriyor. Biz de yeni bir anayasa yapmak zorundayız. Biz de bu anayasayı toplumun en geniş kesimlerinin katılımı ile gerçekleştireceğiz. İktidarın yarattığı bu otokratik sistemden vazgeçme niyeti yok. Bunun sebeplerini biliyoruz. Çünkü kendilerini ancak bu şekilde keyfi bir sistemde, otokratik düzende güvence altına alabiliyorlar.

Bu iktidar 80’ler ve 90’ların günahlarını devralmış

Bu iktidarın günahları çoktur. Bu iktidar 1990’daki günahları da devralmış. İktidar, 1980 12 Eylül’ünün mirasını devralmış. Bu iktidar uzun yıllar kendi meşruiyet kaynağı olarak vurguladığı halk iradesi ilkesini de bir kenara bırakmıştır. Şimdi bizim bütün bunları dikkate alarak yapmamız gereken şey özgürlük, adalet, demokrasi, eşitlik temelinde en geniş katılımla bir demokrasi ittifakı oluşturmak ve bu zeminde yeni demokratik bir anayasa çalışması yapmaktır.

Halk iradesini tanımayan bir iktidarın uzun süre ülkeyi yönetmesi mümkün değil

Gündemimizin önemli bir konusu kayyım uygulamasıdır. Kayyım darbesi bu sistemi en iyi anlatan politikadır aslında. Kayyım darbesi “Ben istediğimi yaparım" anlayışının, "ben istediğim kararları alırım, halk iradesini tanımam ve hukuk tanımam" anlayışının somut, çarpıcı bir göstergesidir. Oradaki hukuksuzluk çok açık, bunu anlatmaya ihtiyaç duymuyoruz. Burada halk iradesini tanımama tutumu da son derece nettir. Bizler diyoruz ki, halk iradesini tanımayan, hukuku tanımayan bir iktidarın uzun süre ülkeyi yönetmesi mümkün değil. Artık bundan sonra yeni bir aşamaya geçilmiştir. Kayyım darbesi, bu yeni aşamada hepimize çok önemli görevler ve sorumluluklar yüklemektedir.

31 Mart ve 23 Haziran’daki stratejimizin faturasını halka kesmeye çalışıyorlar

31 Mart ve 23 Haziran seçimlerinde HDP olarak batı şehirlerinde iktidarı geriletmek, Kürt kentlerinde kayyımları göndermek parolası ile yürüttük çalışmalarımızı. Bunda da başarılı olduk. Fakat bu başarının faturasını şimdi sadece belediye başkanlarımıza değil halka kesmeye çalışıyorlar. Biz iktidarı gerilettik doğrudur bunu tek başımıza yapmadık. Demokrasi güçleri ile yaptık. Bu siyasi stratejiye demokrasi güçleri çok büyük oranda, çok yüksek düzeyde destek verdiler.

Demokrasi ittifakı artık yeni demokratik bir iktidarın altyapısını geliştirmek zorundadır.

Şimdi bir konunun altını daha çizme ihtiyacı duyuyoruz. İktidarı geriletmek yetmiyor, iktidarı değiştirmek gerekiyor. Halk iradesiyle ile değiştireceğiz. Demokrasi ittifakı artık yeni demokratik bir iktidarın altyapısını geliştirmek zorundadır. Bütün demokrasi güçleri yeni demokratik bir yönetime şimdiden hazırlanmalıdır. İktidarı geriletmek yetmiyor, halk iradesi ile değiştirmek gerekiyor. Bunun da çok uzun zaman almayacağını mevcut şartlar bize gösteriyor. Halka rağmen, hukuka rağmen hiçbir iktidar uzun süre ayakta kalamaz. Seçim, sandık ne zaman gelir bunları ayrıca speküle etmenin gereği yoktur.

İhtiyaç olan şey bütün demokrasi güçlerinin bir araya gelerek temel ilkelerde, adalet, özgürlük, demokrasi ve eşitlik ilkelerinde buluşmaları ve yeni demokratik bir iktidarın hazırlıklarını bugünden itibaren yapmalarıdır. Bu konuda kaybedecek zamanımız yoktur. Kaybedeceğimiz her zaman bu topluma tamiri daha da zorlaşan tahribat yaşatır.

Bu sistem artık bir kötülük rejimi haline gelmiştir

O nedenle iktidarın korku siyasetine asla prim vermemek gerekiyor. İktidar korku siyaseti ile demokrasi ittifakını İstanbul seçimlerinde iyice somutlaşan yerel seçimlerde, bilhassa 23 Haziran İstanbul seçimlerinde, yerel seçimlerde iyice somutlaşan bu demokrasi ittifakını dağıtmak istiyor. HDP’yi terörize etme ve böylece yalnızlaştırma politikası izliyor. Öbür yandan muhalefet güçlerini ürkütme, korkutma ve böylece geri durma tutumuna mecbur etmeye çalışıyor. Korku siyasetinin özü budur. Korkmak, bu otokrasinin bu OHAL anlayışının kalıcı hale gelmesine sebep olur. Bu toplumun buna artık gücü yoktur. Bu toplumun böyle bir iktidar ve yönetim anlayışına tahammülü yoktur.

Buradan çağrımız bütün demokrasi güçlerinedir. Kendilerini demokrasinin gelişmesinden sorumlu gören bütün kurumlara ve bütün örgütleredir, bütün bireylere ve bütün iyi insanlaradır. Artık bu sistem kötülük rejimi haline gelmiştir. Her gün daha fazla kötülük üretmektedir.

Çöktürme, şimdi çürütme planı ile devam etmektedir

Daha önce Kürt illerinde devreye soktukları Çöktürme Planı, şimdi Çürütme Planı olarak devam etmektedir. Yani Çöktürme Planı 2015'te devreye sokuldu. Çöktürme Planının amacı iradeyi teslim almak ve diz çöktürmekti. Fakat bütün askeri siyasi polisiye yargısal baskılara rağmen bizlerin iradesini teslim alamadılar. Diz çöktüremediler. Şimdi bunu çürütme planı ile sağlamaya çalışıyorlar. Çürütme Planı'ndan kastımız şudur: Bölgede kayyım politikaları ile rant ağlarını genişleterek insanları etik ilkelerden uzaklaştıran bir yönetim inşa etmektir. Burada da aynı çürütme politikası demokrasi güçleri arasındaki ilişkileri bozma üzerine oturmuştur. Her türlü yolsuzluk mubah görülüyor. Her gün sayısız yolsuzluk belgesi ortaya çıkıyor. Kayyım bölgesinde olsun olmasın her yerde yolsuzluk, keyfilik almış başını gidiyor.

Şimdi, demokrasi güçleriyle birlikte Çürütme Planını boşa çıkarma zamanıdır

Aklıma burada Heinrich Mann’ın çok değerli güzel romanından uyarlanan Mavi Melek filmi geliyor. Mavi Melek filminin özü şu: Orada yozlaşmış bir tip olarak tasfiye edilen Profesör Unrat, kendi yozlaşmışlığını sürdürmek için o şehrin tümünü yozlaştırmaya çabaları geliyor. Yani romanda esas olarak o figür kendisi her türlü yozluğun içindeydi, fakat kendi itibarını, hatta gücünü korumak ve daha da iktidar olmak için o şehrin tamamını bu yozlaşmaya ortak etmeye çalışıyor. Şimdi bu iktidar da toplumun bütün kesimlerini yozlaştırmaya ve toplumu çürütmeye çalışıyor. Bir toplumu çürütmek isterseniz ilk el atmanız gereken yer adalettir. Adaleti çürütürseniz toplumun çürümesini zaten çok hızlı gerçekleştirirsiniz. Çöktürme Planını boşa çıkardık, bütün demokrasi güçleriyle birlikte çöktürme planını boşa çıkardık, şimdi Çürütme Planını boşa çıkarma zamanıdır.

Bütün annelerin acısını ortaklaştırmak zorundayız

Bir süredir Diyarbakır il binamız önünde aileler oturuyor. Sayıları giderek artıyor. 3 grup ailenin orada bulunduğu görüyoruz. Bunlardan bir kısmı gerçekten muhtemelen evlatları dağda olan ailelerdir. Onlar kayıp diye belirtiyorlar ama PKK'ye katılan çocukların aileleridir. Bir grup aile de PKK’nin elinde uzun süredir bulunan asker ve polis aileleridir. Bir kısmı da bu işin magazinleşmesi çerçevesinde bir şekilde bu durumu fırsata çevirmeye çalışanlardır. Şimdi magazin kısmını bir kenara bırakarak; oradaki bütün ailelerin, annelerin evlat acısı ve hasreti bizim için gerçektir, önemlidir. Hepimizin yüreğimizde hissettiği bir hasret ve acıdır. Ama şunu da söyleyeceğiz. Bu konuda asla acılar ve hasretler arasında ayrım yapılmasını kabul edemeyiz. Bütün annelerin; evladı dağda olan annelerin, evlatları kayıp olan Cumartesi Annelerinin, bu savaşta büyük acılar yaşamış Barış Annelerinin, hepsinin acısını ortaklaştırmak zorundayız.

Evlat acısının ve hasretinin temel sebebi savaş politikalarıdır

Biz HDP olarak buna hazırız. Bizim il binamız önünde oturan annelerin bütün duygularını saygı ile karşılıyoruz. Bütün taleplerini ciddiye alıyoruz ama bilsinler ki ve bütün toplum bilsin ki bunun, evlat acısının ve hasretinin temel sebebi savaş politikalarıdır. Bunu bitirecek kesin çare barıştır. O nedenle biz bütün annelere çağrı yapıyoruz: Herkes barış için elinden geleni yapsın.

Anneler barış umudunun nerede olduğunu hissetmiş

Ayrıca evlatlarını bizim il binamız önünde aramaya gelen, oradan taleplerini yükselten annelerin mesajlarını biz samimiyetle şöyle okuyoruz: Demek ki bugüne kadar bu konuda hiçbir yerde çözüm bulamadılar. Barışın gerçek adresi bellidir. Hangi sözleri kullanırlarsa kullansınlar medya nasıl yansıtırsa yansıtsın barış umudunun nerede olduğunu hissederek oraya gelmişlerdir. Biz de söz veriyoruz. Barış politikalarından, barışı aramaktan ve savunmaktan, barış için elimizden geleni yapmaktan asla vazgeçmeyeceğiz. Barış politikası bizim varoluş sebebimizdir. Tıpkı demokratik siyasette ısrar etmenin varoluş sebebimiz olduğu gibi. HDP 2 konuda kararlıdır. Barış talebinden ve çalışmalarından asla vazgeçmeyecek, demokratik siyasette durmaktan asla vazgeçmeyecektir. Çünkü çözümün barışa ulaşmanın yolunun demokratik siyaset olduğunun farkındayız.

Gelin, annelerin acısını dindirecek bir çalışmayı ortak bir komisyonla birlikte yapalım

Mecliste bulunan tüm siyasi partilere çağrı yapıyoruz. Gelin bütün annelerin acısını dindirecek bir çalışmayı ortak bir komisyonla birlikte yapalım barış için çözüm için adına ne derseniz deyin acıyı dindirmek için ne gerekiyorsa yapalım. Bu konuda başta İHD olmak üzere; insan hakları örgütlerinin ve emek meslek örgütlerinin zaten ezelden beri yürüttükleri çalışmaları var şimdi bunları birleştirelim.

Toplumu çürütme planının en önemli ayaklarından biri cezasızlık rejimidir

Son olarak toplumu çürütme planının en önemli ayaklarından birinin cezasızlık olduğunu biliyoruz. Bu iktidar 1980’in ruhunu devraldığı gibi 90’lı politikalarını yürütücüsü haline gelmiştir. O yıllarda işlenen bütün failli meçhul cinayetlerin insanlık suçlarının bir şekilde üstünü örtmeyi kendisine görev haline getirmiştir. Son örnek iki gün önce biten Kızıltepe JİTEM davasıdır. Bakın Kızıltepe JİTEM davası 2014’te açıldı. 22 insanın katledildiğine dair sayısız bilgi ve tanıklık olmasına rağmen bu dava zaman aşımına uğratıldı ve sanıklar beraat etti. Bu iktidar döneminde oldu. Bu ilk değil, benzer davalar bundan önce de bu iktidar döneminde düşürüldü, kapatıldı. Cezasızlık rejimi, toplumu çürütmenin ve korku siyasetini egemen kılmanın en önemli yollarından biridir. Bizim demokrasi ittifakı adalet reformu derken esas vurgulamak istediğimiz nokta bunlardır.

Halk iktidarını oluşturma görevini ciddiye almalıyız

Bir yandan aynı günlerde bu kadar ağır bir insanlık suçu davası zaman aşımı ve beraatla sonuçlandırılırken, diğer yandan CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu trajikomik gerekçelerle 9 yıl 8 ay hapis cezası aldı. Toplum vicdanı bunu kabul etmiyor. Eğer biz bunlardan hesap soracağız derken inandırıcı olmak istiyorsak, bütün demokrasi güçlerinin iktidarı değiştirme ve yeni demokratik bir iktidarı halk iradesi ve seçimle oluşturma görevini ciddiye alması gerekiyor.

Adaleti rafa kaldıran ve halk iradesini kabul etmeyen bu iktidar uzun süreli olamaz

Kamu görevlilerine de yargıçlara da buradan seslenmek isteriz. Bu iktidar uzun ömürlü olmaz. Adaleti rafa kaldıran, halk iradesini kabul etmeyen ve hukuku hiçe sayan bu iktidar uzun süreli olamaz. Gelecek seçimlere çok uzun süre kalmamıştır, fazla beklememiz gerekmeyecektir. Bizlerin de bu konuda umutlu olması gerekiyor. Çalışmalarımızı bu konuda yoğunlaştırmamız gerekiyor. Yeni yönetimin yapacağı çalışmalardan bir tanesi de bütün hukuksuzluklardan, yolsuzluklardan ve adaletsizliklerden hukuk temelinde ve evrensel hukuk ilkeleri çerçevesinde hesap sormaktır. Bu bizim sadece siyasi görevimiz değil aynı zamanda vicdani görevimizdir.