HDP İzmir Milletvekili Ertuğrul Kürkçü, Uluslararası Rosa Luxemburg Konferansı’nda çözüm süreci, HDP üzerindeki baskılar ve Türkiye’de gündemi değerlendirdi.

Kürtlerin, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın IŞİD’e destek olduğunda AKP saflarını terk ettiğini savunan Kürkçü, “Kürtler, dört devlet arasında bölünmüş olsalar da ortak bir kültür ve tarihe ve ortak bir onur duygusuna sahipti. Suriye'nin Kuzeyinde Rojava Kürdistan ve Irak'ın Kuzeybatısında Şengal'de yaşayan Ezidiler ve Kürtler AKP'nin desteklediği, silah ve cephane verdiği IŞİD'in vahşetiyle karşı karşıya kaldıkları zaman Erdoğan onlara arkasını döndü. Kitleler halinde AKP saflarını terk ettiler” ifadelerini kullandı.

HDP milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması ve eş başkanları dahil 11 milletvekilinin tutuklanmasını Erdoğan’ın, intikamı olarak değerlendiren Kürkkçü,  “Erdoğan demokratik ve barışçı bir biçimde kazandığımız parlamenter zaferin bedelini partimize ve halklarımıza faşist bir intikam seferberliğiyle ödetme peşindedir” dedi.

“Avrupa'nın eteklerinde bir faşist diktatörlüğün doğmaması için, Suriye ve Irak halklarının Türk militarizminin postalları altında ezilmemesi için, Yunanistan halklarıyla barış içinde yaşamaya devam etmek için, Kıbrıs'ta işgale son vermek için mücadele ediyoruz” ifadelerini kullanan Kürkçü, şunları söyledi:

 “Türkiye'de bir Demokratik Cumhuriyeti kurarak, Kürt halkına ve bütün halklara kendi kaderini tayin hakkını sunarak yanıt verebileceğimizi biliyoruz. Avrupa'da yaşayan Türkiyeli göçmenleri Avrupa'nın demokratik, özgürlükçü, sol, sosyalist partilerine katkı vermeye anti-faşist mücadelelerde yer almaya çağırıyoruz. Demokratik, sosyal çoğulcu ve özgürlükçü bir Avrupa'nın inşasına verdikleri katkı doğdukları ülkenin özgürlüğüne de verilmiş bir katkı olacaktır”

HDP Onursal Başkanı ve İzmir Milletvekili Ertuğrul Kürkçü’nün, 2017 Uluslararası Rosa Luxemburg Konferansı’nda yaptığı konuşma şöyle:

Sevgili Yoldaşlar,

Sizleri, Türkiye ve Kürdistan'da faşizme, savaşa ve sömürgeciliğe karşı mücadeleyi sürdüren yoldaşlarımız adına selamlıyorum. Sıcaklık, dostluk ve dayanışmanız için teşekkür ediyorum.

Türk medyası Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından rehin alındı ve halklarımıza şiddet ve yalanın propagandası dışında hiçbir şey sunmuyor.

Ancak, emin olabilirsiniz ki, Rosa Luxemburg Konferansının internet yayını şu anda Kürdistan ve Türkiye'de büyük bir dikkatle izleniyor. Bu salondan yükselen dayanışma duyguları Türklerin, Kürtlerin, devrimcilerin, demokratların içini ısıtıyor.

İnsanlık, özgürlük, barış uğruna verdiğimiz mücadelenin dünyanın her yanında yankılandığını görüyoruz. Biliyoruz ki, asla yalnız değiliz. Güvenle haykırabiliriz: Yaşasın halkların enternasyonal dayanışması, yaşasın enternasyonalizm.

Türkiye ve Kürdistan'da 21. yüzyılın en büyük mücadelelerinden birini yaşıyoruz. Bu sadece yerel bir mücadele değil. Nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın, etkileri bölge çapında, kıta çapında ve dünya çapında olacak.

Ya Avrupa'nın eteklerinde, eski dünyanın orta yerinde “Osmanlı Sultanlığı”na özenen alaturka bir faşist diktatörlük doğacak. Ya bu faşist diktatörlük girişimi, sınırları aşan ve on yıllar boyunca bir sonuca bağlanamayan müzmin bir iç savaşa yol açacak. Ya da Türkler ve Kürtler “yeni yaşam” için, yani demokratik cumhuriyet ve Kürdistan'ın demokratik özerkliği için güçlerini birleştirip Tayyip Erdoğan'ın amok koşusunu durduracaklar.

Bu ihtimallerin hangisi gerçekleşirse gerçekleşsin Türkiye'nin iç işi olarak kalamaz. Şimdiden Avrupa'nın kurulu düzeninin gündemindedir, Avrupa'nın solunun da gündeminde olacaktır, olmalıdır. 

Halkların Demokratik Partisi, yukarıda andığım üçüncü seçeneğin inşası için kuruldu. Partimiz, Kürdistan Özgürlük Hareketi ile Türkiye ve Kürdistan'ın toplumsal ve demokratik muhalefet güçlerinin stratejik ortaklığı üzerinde yükseliyor.

On yıllar boyunca süren başarısızlıklara bakanlar başında böyle bir ortaklığın gerçekleşebileceğine çok ihtimal vermediler. Ama özellikle hapisteki PKK önderi Abdullah Öcalan'ın manevi otoritesini ısrarla bu yönde kullanması, Kürt mücadelesini demokrasi ve sosyalizm güçleriyle ittifaka yönlendirmesi ortaklık önündeki pek çok güçlüğün aşılmasını sağladı.

Önce 2011 genel seçimlerinde oluşan Emek, Demokrasi ve Özgürlük bloku Kürt halkının partisi olan Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) desteğiyle 36 bağımsız milletvekilini parlamentoya sokmayı başardı. DBP'nin parlamentodaki görünürlüğü ve performansı ortaklık fikrini besledi.

Öcalan'ın Mart 2013'te Erdoğan hükümetiyle başlattığı Kürt Sorunu'na barışçı çözüm için müzakere döneminde, ortaklığın alanı daha da genişledi. HDP kuruldu. BDP milletvekilleri HDP'ye geçtiler. HDP 2011'de yüzde 5 olan seçmen desteğini, 2014 yerel seçimlerinde yüzde 7'ye, 2014 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde yüzde 9,8'e ve 7 Haziran 2015 Genel seçimlerinde yüzde 10 barajını geçip yüzde 13,2'ye çıkardı. Seçmenlerin yüzde 23'ünün HDP'yi ikinci seçeneği olarak gördüğünün ortaya çıkması HDP'nin barajı geçmesi kadar önemliydi.

Bugün Türkiye'ye dışarıdan ve yüzeysel bakanlar Avrupa Birliği üyeliği için çaba gösteren, orduyu siyaset dışına çıkartan, Kürt sorununa barışçı çözüm arayan “liberal İslamcı” Tayyip Erdoğan'ın  bir anda nasıl faşist kesildiğine şaşıyorlar.

Ancak Türkiye ve Kürdistan'ın toplumsal muhalefeti açısından şaşılacak bir şey yok. Erdoğan “demokrasi”yi İslami rejime giden yolda bir istasyon olarak gördüğünü açıkça ifade etmişti. Kendisini laiklikle bağlamadığını saklamamıştı. Osmanlı Sultanlarına hayranlığını hep ifade etmişti. Kürtlerin kolektif hak iddialarını geri çevirmişti. Kürt meselesinin çözümünü “İslam kardeşliği”nde görmüştü.

Gene de bu kadarı Cumhuriyetin 90 yılı boyunca kimlikleri inkar edilen muhafazakar Kürtler'in desteğini sağlamaya yetmiş AKP Kürdistan'da birinci parti olmayı başarmıştı. Çözüm görüşmelerine girişirken de “İslam kardeşliği”nin Kürtlerin taleplerini sınırlamaya yeteceğini ummuştu.

Tayyip Erdoğan paradoksunun sırrı işte burada: HDP'nin Tayyip Erdoğan'ın ayağı altından sihirli halıyı çekip almasında. Kürtler, dört devlet arasında bölünmüş olsalar da ortak bir kültür ve tarihe ve ortak bir onur duygusuna sahipti. Suriye'nin Kuzeyinde Rojava Kürdistan ve Irak'ın Kuzeybatısında Şengal'de yaşayan Ezidiler ve Kürtler AKP'nin desteklediği, silah ve cephane verdiği IŞİD'in vahşetiyle karşı karşıya kaldıkları zaman Erdoğan onlara arkasını döndü.

Türkiye'de Kürtler HDP'nin çağrısıyla 6-7 Ekim 2014'te ayağa kalktılar. 45 Kürt barış görüşmelerinin orta yerinde linç edilip kurşuna dizildi. Muhafazakar Kürtler de onur ve haysiyetlerinin sadece HDP tarafından savunulduğunu deneyerek gördüler.

Kitleler halinde AKP saflarını terk ettiler. Erdoğan kendisine tek başına iktidar için Kürtlerin desteğini sağlayacağını düşündüğü barış müzakerelerini askıya aldı. Bu şartlar altında girilen 7 Haziran 2015 seçimlerinde HDP 80 milletvekiliyle barajı yıkarken AKP 13 yıl sonra ilk kez tek başına hükümet kuracak milletvekili kazanamadı.

Erdoğan'ın HDP'ye Kürtler'e ve Türkiye'nin HDP etrafında kümelenen demokratik ve toplumsal muhalefetine savaş ilanının nedeni budur. Bu savaşın henüz barış müzakereleri sürerken Eylül 2014'te “Sri Lanka örneğine göre” planlandığı da ortaya çıktı. “Çöktürme Harekat Planı” adı verilen plan çerçevesinde Kürt özgürlük mücadelesine destek veren yerleşimlerin yerle bir edilmesi, en az 300 bin insanın yerinden edilmesi, 15 bin insanın hayatının sona ermesi, bütün legal siyasal kurumların kapatılmasını öngören bu vahşi tablo bugün “terörizmle savaş” adı altında süre gidiyor.

HDP milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması ve eş başkanlarımız dahil 11 milletvekilimizin yüze yakın belediye eş başkanımızın ve 5 bin üye ve yöneticimizin bugün hapiste olmasının nedeni de budur: Erdoğan demokratik ve barışçı bir biçimde kazandığımız parlamenter zaferin bedelini partimize ve halklarımıza faşist bir intikam seferberliğiyle ödetme peşindedir.

15 Temmuz 2015'te gerçekleşen başarısız darbe girişimi kendi tabiriyle Erdoğan için “Allahın bir lütfu oldu.” Fettullah Gülen taraftarlarının ordudaki isyanının başından beri Erdoğan tarafından izlendiğine kuşku yok.

Erdoğan bu girişimi bastırma zorunluluğunu kendi darbesinin gerekçesi haline getirdi. Bütün demokratik hakları askıya aldı. 40 binden fazla insan hapse atıldı. Hapishaneler işkence merkezlerine döndü. Şu ana kadar en az 150 bin insan kamu görevlerinden kovuldu. Binlerce akademisyen, yargıç, hekim, öğretmen işsiz bırakıldı.

Gazetelere, televizyonlara, el kondu. Binlerce dernek ve birlik kapatıldı. Erdoğan yarattığı bu dehşet dalgasının üzerinde toplumu iç savaş ve istikrarsızlıkla tehdit ediyor. Bu istikrarsızlık korkusunu da başkanlık rejimine geçiş için istismar ederek diktatörlüğünü ilana hazırlanıyor.

Buna karşın Türkiye ve Kürdistan hala direniyor. Her gün sokakta, meydanda, okulda, iş yerinde insanlar Erdoğan'ın faşist diktatörlük dayatmasına karşı seslerini yükseltiyorlar. Erdoğan'ın neden 2015 7 Haziran seçimlerinden sonra bir koalisyona kapı açmadığını bugün çok daha iyi görebiliriz. Eğer Türkiye bugün bir koalisyon hükümetiyle yönetiliyor olsa Erdoğan asla şimdi sahip olduğu güce sahip olamazdı. Ona göre HDP egemenlik denklemini bozmuştur ve ortadan kaldırılmalıdır.

Avrupa'nın demokratik mirası yanında bir faşizm mirası da var. Bu mirasın bize öğrettiği şey şu: Faşizme karşı yarım zaferlerle yetinilemez, aslında yarım zafer diye bir şey de yoktur! HDP 7 Haziran zaferini yarı yolda bırakmayacak.

Erdoğan'ın faşizme yürüyüşünü durdurmak için  içeride geniş ve çoğulcu bir demokrasi ortaklığının inşası için çaba göstereceğiz. Erdoğan'ın faşist siyasetinin Uluslar arası alanda tecrit edilmesi ve Türkiye halklarıyla demokratik ve enternasyonalist dayanışmanın genişletilmesi için elimizden geleni yapacağız.

Sadece kendimiz için değil, uygarlık için, insanlık için, evrensel dayanışma ve özgürlük için mücadele ediyoruz, tıpkı Rosa Luxembourg ve Karl Liebckneth'in de Almanya'da mücadele ederken, Türkler için, Osmanlı Ermenileri için, Rusya'nın demokrat ve sosyalistleri için de mücadele ettikleri gibi. 

Avrupa'nın eteklerinde bir faşist diktatörlüğün doğmaması için, Suriye ve Irak halklarının Türk militarizminin postalları altında ezilmemesi için, Yunanistan halklarıyla barış içinde yaşamaya devam etmek için, Kıbrıs'ta işgale son vermek için mücadele ediyoruz. Buna en iyi biçimde Türkiye'de bir Demokratik Cumhuriyeti kurarak, Kürt halkına ve bütün halklara kendi kaderini tayin hakkını sunarak yanıt verebileceğimizi biliyoruz. Avrupa'da yaşayan Türkiyeli göçmenleri Avrupa'nın demokratik, özgürlükçü, sol, sosyalist partilerine katkı vermeye anti-faşist mücadelelerde yer almaya çağırıyoruz. Demokratik, sosyal çoğulcu ve özgürlükçü bir Avrupa'nın inşasına verdikleri katkı doğdukları ülkenin özgürlüğüne de verilmiş bir katkı olacaktır.

Buradan ülkelerimizde ve dünyadaki dostlarımıza ve yoldaşlarımıza bir kere daha söz veriyoruz:  Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiçbirimiz. Yaşasın enternasyonalist dayanışma.

(Haber Merkezi)