HDP İzmir Milletvekili Ertuğrul Kürkçü, TBMM Plan ve Bütçe Komisyonunda Milli Savunma Bakanlığı bütçesi üzerine konuştu.

Kürkçü'nün konuşmasından satırbaşları şöyle:

Daha önceki yıllara nispetle askerî harcamalarda çok büyük bir artışa gittiğini görüyoruz. Tehdit algılarından bir tanesi Fethullah Gülen terör örgütünün yarattığı sorunlar. Ancak sizin ortaya koyduğunuz delillere bakarak bu kalkışmanın tamamen bastırıldığını, bu unsurların saf dışı edildiğini ve bunların kontrolündeki bütün silahların ve askerî birliklerin geri alındığını, bunların Silahlı Kuvvetlerden temizlendiğini görüyoruz. Yani onlarla birlikte tanklar, toplar, tüfekler, gemiler, füze savunma sistemleri, uçaklar, helikopterler gitmiş değil.

İkincisi, DAİŞ’le mücadele. DAİŞ’le mücadeleye ayrılan kaynakların son derece sınırlı olduğunu biliyoruz. Suriye için de yapılan harekâtın boyutlarının öngörülen harcamalarla telafisi mümkün olduğu kanısında değiliz. Geriye kalıyor PKK’yle sürdürülen çatışma. Bu çatışmanın boyutları askeri boyutlarla ölçülemeyecek kadar sert ve şiddetli. Tükettiği insan kaynakları, tükettiği iktisadi kaynaklar, kültürel kaynaklar bakımından Türkiye'nin karşı karşıya kaldığı en ciddi mesele. 

28 Şubat 2015’te bir çözüm deklarasyonu Hükûmetiniz ile Halkların Demokratik Partisi temsilcilerinin katıldığı bir toplantıda, Dolmabahçe’de deklare edildi. Şimdi, bunun terk edilişi ve kaynakların çatışmaya tahsisine dair, ne toplum ne Meclis ne çeşitli politik güçler yeterince bilgilendirilmiş değil. Apansız başlayan bir çatışma süreciyle karşı karşıya kaldık.

Bu çok büyük ölçüde bizim tarafımızdan 7 Haziran 2015 seçimlerinin sonuçlarıyla ilişkilendirilmektedir. Çünkü bu seçim sonuçlarıyla birlikte iki şey ortaya çıktı. Birincisi, çözüm yanlısı politik güçlerin toplumsal destek görmekte olduğu. Ama öte yandan bu çözümü geçersiz sayan Hükûmet partisinin toplumdaki desteğinin düşmüş olduğu. 

Ne yazık ki 7 Haziran sonrasında Hükümet kurulmayışı sonucunda ortaya çıkan boşluk, savaşa tahvil edildi ve biz bugüne geldik. Eğer bütün bu kaynakların böyle kullanılmasının biricik sebebi bu ise o zaman dönüp Meclisin ve Hükûmetin bu 2013, 2014, 2015 varsayımlarına bakması lazım. Elde kanun var, bu kanunun niçin icra edilmediğine bakması lazım. 

DAVUTOĞLU'NUN AÇIKLAMASI SONRASI SURİYE, TÜRKİYE'NİN BİR MESELESİ OLDU

Hatırlayın, sıfır sorun politikasından bugüne geldik ama sıfır sorun politikasının orta yerinde Başbakan Ahmet Davutoğlu, Suriye’de ortaya çıkan toplumsal hareketlerin sonucunda iç çatışmanın bir tarafıyla kendisini, Hükûmeti yan yana koyarak öbür Hükûmeti devirmek üzere girişilen faaliyetlerin yanında yer aldığını ifade etti. Sadece bununla kalmadı, “Emevi Camisinde namaz kılacağız, Şam’a gideceğiz” dedi. O günden beri Suriye Türkiye'nin bir meselesi oldu. 

Suriye meselesi sadece ve sadece Suriyeli Kürtlerin kendi kendilerini yönetme iradesiyle IŞİD’le savaşarak yaşadıkları topraklar üzerinde öz yönetim ilan etmeleriyle ilgili değil. Bu, aynı zamanda Türkiye ile Şam rejimi arasında ilan edilmemiş bir çatışmanın doğmuş olmasıyla ilgili. Çünkü satın almak istediğiniz füze sistemleri Kürtlerin elinde bulunmuyor. Bu, olsa olsa Suriye’de olabilir, bilmiyorum var mı, Irak’ta olabilir. O zaman, demek ki bunu PKK’yle savaş, terörle mücadele rasyonalitesiyle de açıklamak mümkün değil. 

İkincisi, bu savaş bizim kanaatimizce rasyonel değil çünkü içeride kendi yurttaşlarına yönelik bir çatışma yürütmektedir Türkiye Hükümeti. Ölen, öldürülen, takip edilen, hapsedilen, hayatları ellerinden alınan insanlar da, onları takip edenler de devletin siyaseti sonucunda ortaya çıkmış olan bir çatışmanın iki tarafında yer alan yurttaşlarımızdır. Bir hükümetin en önemli başarısı, yurttaşlarının bir bölümünü tenkil ve tediple meseleyi ortadan kaldırma olamaz. Kaldı ki yakın tarih ve bu Meclis çatısı altında yapılan analizler bunun böyle gerçekleşemeyeceğini bize gösteriyor. O nedenle, buraya tahsis edilen kaynaklar da aslında başka türlü değerlendirildiğinde, bu kadar büyük bir savunma ve savaş giderine ihtiyaç olmaz. 

Dolayısıyla hem iç politikada hem dış politikada konulan yanlış teşhisler, Türkiye’nin kendisini komşuları için dominant yönetici, hâkimiyet tesis edici bir güç olarak ifade etmesiyle birlikte ortaya çıkan bir dizi gerilimin sonucunu yaşıyoruz. Bu, öte yandan abartılmış askerî tehditler olarak karşımıza çıkıyor. 

Bu hatalı iç ve dış politikanın sonucu, Türkiye’de çatışmanın süreğen hâle gelmesi, komşularla daimî sorunlar yaşamak ve bütün bunların gerisinde içeride çözülememiş Kürt meselesinin, komşularımızda Birinci Dünya Savaşı sonrasında 4’e bölünmüş bir toplumun, her bir komşuda yaşarken karşı karşıya kaldığı politik meselelerin Türkiye’nin o devletlerle meselesi hâline dönüşmesi. Bugün Irak’la mesele dediğimiz şey güney Kürtlerinin, Suriye’yle mesele dediğimiz şey batı Kürtlerinin, İran’la mesele dediğimiz şey doğu Kürtlerinin, Türkiye’deki iç çatışma dediğimiz şey kuzey Kürtlerinin altında yaşadıkları devletlerle karşı karşıya kaldıkları meleseler. 

Türkiye, burada aslında bir çözüm modeli ortaya koyarak uzun vadede bütün bu devletler karşısında da kendisine tanzim edici bir rol üstlenebilirdi. Fakat ne yazık ki bunu yapmadık, bunu tercih etmedik. Çünkü bu, öyle görülüyor ki bir devlet siyaseti olmaktan çok hükûmet partisinin istikbal siyaseti olarak gözüktü ve bir anda Türkiye bu siyasetin peşinde sürüklenmeye başladı. 

TÜRKİYE BİR İTTİFAKSIZLAŞMA SÜRECİYLE KARŞI KARŞIYA 

Bunun yol açtığı diğer sonuçlar arasında Türkiye’nin şimdi bir ittifaksızlaşma durumuyla karşı karşıya kalması var çünkü bu hatalı iç ve dış siyaset öte yandan sadece bölgesel değil, küresel siyasette de bazı sonuçlar yaratıyor. 

Ben derim ki: Türkiye, Amerika Birleşik Devletleri’yle ihtilafında yüzde 100 haklı bile olsa şu an içine girmiş olduğu açmazlar dolayısıyla bu çatışmayı, bu ihtilafı bir avantaja da dönüştürecek durumda değil. Çünkü sonuç olarak, öylesine bütün komşularla çatışan bir konumdayız ki nereye dönsek orada sadece bir imkân değil, aynı zamanda ondan daha yüksek bir tehditle karşı karşıyayız. 

Bu manada, Rusya’dan beklenilen katkıyı, Şanghay İşbirliği Örgütünün NATO’ya alternatif ya da Avrupa Birliğine alternatif olabileceği hayallerini, mantıklı kurmaylar paylaşmazlar. Fakat kamuoyunda bunun ne kadar kuvvetle dalgalandırıldığı ve kamuoyu algısının nasıl böyle kurulduğu belli. Partimiz, askerî tehdit yaratan bütün uluslararası paktlardan, uluslararası askerî anlaşmalardan, hegemonyacılıktan, istilacılıktan uzak durulmasını savunan bir programa sahip. 

NATO’YLA İTTİFAK ÇIKAR ÇATIŞMASI MI?

Türkiye’nin sol muhalefeti, sosyalist hareket, Türkiye’nin NATO’dan çıkmasını sadece bugün değil, NATO kurulduğu günden beri savunageldi. Ama NATO’yla ihtilaf hakikaten bir egemenlik, bağımlılık ihtilafı mıdır? Yoksa bölgesel hâkimiyet iddiası bakımından farklı çıkarların çatışması dolayısıyla mıdır? 

Eğer Türkiye’de NATO’nun topluma verdiği çok önemli bir zarar varsa o da NATO Anlaşması’nın gizli bir maddesinin NATO’ya üye olacak bütün devletlerin sivil yurttaşlarından kurulan bir antikomünist örgüt ihdası mecburiyetidir. Türkiye bu örgütü kurmuştur ve bu örgüt soğuk savaş sona erdikten sonra bütün öteki ülkelerde tasfiye edilirken Türkiye’de tasfiye edilmemiştir. Türkiye’nin derununda bu NATO örgütü yaşayagelmektedir. Kim tarafından kontrol edildiğini ben şimdi bilmiyorum ama bütün 1960’lar, 1970’ler, 1980’ler bu örgütün haklarımıza karşı açtığı savaşla geçti. O yüzden NATO’yla meseleyi çözecek, NATO’yla hesap göreceksek buradan başlamayı tavsiye ediyorum. Hükûmet bu gizli örgütü, gladyoyu tasfiye yönünde kollarını sıvarsa işte o zaman hakikaten NATO’yla ciddi bir tartışma yapıyor demektir. 

Beri yandan, NATO’suz yaşanır; NATO üyesi olmayan Avrupa ülkeleri var, NATO’yla çeşitli zamanlarda askerî ittifakını askıya almış olan ülkeler var, geri dönüşler var. Türkiye böyle bir opsiyonu hakikaten değerlendirecekse o zaman Türkiye’ye lazım gelen, artan savaş politikaları, artan militarizm değil, yurttaşlarıyla uzlaşma, yeni bir uzlaşma kapısı açma, askerî harcamalarını minimize etme, bunun yanında bütün komşularıyla barışçı ilişkiler kurabileceği bir dış siyaseti benimsemek olabilir. 

Biz bütün bu nedenlerle, bu askerî harcamaların bir oldubitti olarak, “Ya, böyle öngördük, böyle olacak” yerine geniş ve yaygın bir iç ve dış politika tartışmasını bütün toplumda yaparak halledilmesini isteriz. Sonuçlarla değil sebeplerle ilgilenmeyi öneriyoruz.