(...)Türk devleti Kürtlerin Rojava’da oluşturmak istediği sistemden ciddi anlamda ürktü. Rojava kantonlarının inşa etmeye çalıştığı, devletin varlık sebeplerine her açıdan en büyük saldırıydı. Dolayısıyla devlet, IŞİD’in kurulmasında ve desteklenmesinde etkin biçimde yer alıp, savaşı sınırın ötesinde tutarak “en büyük düşmanını” alt edebileceği kurnazlığına kapıldı. Kobanê saldırısı bu açıdan önemliydi, çünkü güney sınırının büyük çoğunluğunu, etkisi altında olduğunu düşündüğü bir güç olan IŞİD ile paylaşmayı, Kürtlerin yeni oluşturmaya çalıştığı ve belki de tüm Ortadoğu halkları için alternatif bir yaşam alanına dönüşebilecek bir projeye tercih edecekti

Ayhan Işıkbaslangicdergi.org

Kobanê direnişi, IŞİD faşizmine ve onu taşeron olarak kullanan devletlere karşı neredeyse bir ayını doldurdu. Bu küçük Kürt kenti hem direnişiyle destan yazdı, hem de farklı taraflar açısından atfedilen roller nedeniyle konumundan çok daha ötede sembolik bir değer yarattı. Buna yol açan etkenler oldukça farklı; temelde Kürdistan’ın/Kürtlerin dört sömürgeci devlet tarafından bölünmesinin yarattığı parçalılık hali, Ortadoğu mezhepler savaşı, dünyanın büyük güçlerinin ve bölge ülkelerinin farklı mecralarda seyreden Ortadoğu politikaları… Kürtlerin, iki blok (ABD-AB ve Rusya, Çin, İran) ve iki mezhebe (Sünni ve Şii) bölünmüş bu karmaşık siyasi ilişkiler coğrafyasında bağımsız ve üçüncü bir yolu tercih etmesi ve daha da çoğaltılabilecek çeşitli etkenleri Kobanê saldırısının sebepleri olarak ifade edebiliriz. Kısa bir yazıda tüm bu farklılıklara, ilkesiz ittifaklara, vekâlet savaşlarına, tüm bu karmaşanın rahatlıkla hayata geçirilmesindeki araç olma rolü yadsınamayacak derecede önemli olan ve Türk devletinin de açık bir şekilde taraf olduğu mezhepler çatışmasına ancak kısa vurgularla değinebiliriz. Kobanê son bir aydır tüm bu siyasetlerin ne yazık ki merkezinde kalarak büyük bir katliamla karşı karşıya.  Ama bir o kadar da haklı olmanın verdiği güvenle tarihi direnişini de sürdürmektedir.

Çokça bahsedilen Kobanê, Rojava/Batı Kürdistan’daki (Suriye’nin kuzeyi) bir Kürt kenti, Afrin ve Cezire kantonlarının ortasında bulunuyor. Suriye’deki iç savaş sürecinde Kürtler, Esad güçlerinden ve Suriye muhalefetinden ayrı, üçüncü bir taraf olarak 19 Temmuz 2012’de Kobanê’de kontrolü eline aldı, bunu Cezire ve Afrin izledi. Daha sonra 2014’ün Ocak ayının sonlarında bu kantonlar özerkliklerini ilan ettiler.

IŞİD çetelerinin YPG’nin savunduğu Kobanê’ye karşı başlattıkları saldırının ardından, bunu haklı çıkarırcasına hem Türk medyası hem de hükümetinin (ki mevzubahis Kürtler olunca genelde aynı düşünürler) sıkça sorduğu sorulardan biri Suriye Kürtlerinin neden Esad rejimine karşı Suriye muhalefeti içerisinde yer almadığıydı. Oysa Suriye muhalefeti daha ilk aylarda Esad rejiminin Kürtlere karşı siyasetini aratmayan inkârcı bir tutum takınınca Kürtler, Esad’ın tarafına da, Kürt inkârında ısrarcı ve Ortadoğu mezhepler savaşında büyük çoğunluğu Sünni ekibin silahşoru olan Suriye muhalefetine de katılmayı reddetti. Bu reddiyenin farklı ideolojik ve siyasi argümanları da vardı: Kürtler yaşadıkları yerlerde, bölünmüş de olsa ülkeleri olan Kürdistan’da kendilerini yönetmek istiyorlardı. Oysa Suriye muhalefeti kurulacak yeni bir rejimin ismini Suriye Arap Cumhuriyeti olarak belirlerken bile Esad’dan farkının olmayacağını ve gelecek planlarında Kürtlere yer olmadığını göstermişti. İdeolojik olarak Sünni-Şii mezheplerin çatışmasında taraf olmak zaten farklı dini inançlara sahip Kürtleri kendi içinde bitirecekti. Oysa Ortadoğu’nun siyasi sınırları yeniden çizilirken Kürtler, yüz yıl öncesine nazaran birlikte ve özne olarak bu süreçte yer almak istiyordu. Dolayısıyla dini ve etnik anlamda farklı toplumların birbirlerinden üstün olmadıkları bir halklar cumhuriyeti, demokratik bir devlet tasavvuruna sahip Kürtlerin, Arap Cumhuriyeti adıyla kurulacak bir rejime dâhil olmaları yüz yıllık inkârın devamına sebebiyet verebilirdi. Ayrıca Ortadoğu’nun sürekli mezhebi ve etnik çatışmalarla meşgul olmasını isteyen geniş bir emperyalist cephe de mevcut. Dolayısıyla Kürtlerin önerdikleri üçüncü yol (ne Esad, ne de geçmişten pek farklı bir sistem ve rejim öngörmeyen Suriye muhalefeti) bu büyük güçlerin de pek işine gelmiyordu.

Kürtlerin bu tercihlerini kabul etmeyen hem bölge ülkeleri hem de büyük güçlerdir. Bölge ülkelerinin başını Sünni bloğu içindeki ve Osmanlı’nın İslamcılık siyasetini diriltme sevdasında olan Türkiye çekmektedir. Ortadoğu mezhep savaşlarında, Avrupa’nın Otuz Yıl Savaşları’nın geç kalmış bir Ortadoğu versiyonu ile karşı karşıyayız. Reform sürecinde Avrupa’lılar Hıristiyanlığın reforme edilmesini ve yaşadıkları çağa uyarlanmasını istemişlerdi ve mezhep savaşları bu kabul ve reddiye üzerinden yürütülmüştü. Oysa Ortadoğu devletleri ve toplumlarında ve de İslam’da yaşanan durum biraz daha farklı. Şöyle ki, İslami mezhepler özellikle her biri kendi içinde birçok parçaya bölünmüş iki büyük mezhep olan Şiilik ve Sünnilik, İslamı çağın gereklerine uyumlu bir hale getirme uğraşında değiller. Bundan ziyade asr-ı saadet sürecine olan bağlılıkları ve bu konuda herhangi bir sorgulamayı kabul etmemeleri üzerinden bir savaş ve rekabet içinde olmaları, Ortadoğu açısından umutsuz bir geleceği ifade ediyor.

Türkiye tam da böylesi bir ortamda çok somut bir tavır takındı ve Sünni cephenin liderliğine soyundu. Işid ve diğer İslami örgütlere verilen destek mezhep savaşlarında Sünni cenahın sopası işlevi gördü. Emperyalist devletler de bu süreçte herhangi bir tarafı tutmaktansa çatışmayı kalıcılaştırıcı uğraşlar içinde oldular. Rusya ve Çin’in Suriye hükümetini desteklemesi veya Amerika ve AB ülkelerinin Esad muhalefetinden medet uman tavırları kesinlikle barış içinde bir Ortadoğu istediklerinden dolayı değil. Çünkü Batılı devletlerin IŞİD’in ortaya çıkmasındaki rollerini ve kontrollerinden çıkışını gösteren sayısız veri var. Şimdilerde IŞİD Batı için yeni bir canavar. Haklılar da, çünkü kendi ülkelerinden bu faşist gruba birçok insan katılıyor. Savaşları uzaktan, kendi sınırları dışından organize etmek, yönetmek niyetindeler. Fakat bu canavarın er ya da geç kontrolden çıkıp kendilerine döneceklerini hissettikleri anda histerik bir biçimde yeni bir düşman olarak ilan ettiler. Buna rağmen bu örgüte karşı uzun zamandır mücadele veren Kürtlere ciddi bir destekleri olmadı, olmuyor. Hatta Türk devletinin tırlarla gönderdiği silah yardımları dünya basının gündemindeyken PYD lideri Salih Müslim’in ifadesiyle parasıyla bile Kürtlere lojistik destek verilmiyor. Bunda Türkiye’nin engelleyici pozisyonunun yanında Batılı güçlerin Ortadoğu’da Rojava tarzı bir oluşuma ideolojik olarak sıcak bakmamalarının temel bir rolü var.

Böylesi bir ortamda Türk, Katar ve Suudi devletlerinin desteklediği IŞİD eliyle Kobanê’ye saldırının başlatılması tesadüf değil, hem ideolojik hem de siyasal açıdan birçok anlamı olan bir süreçtir. Türk devleti Türkiye’de sürdürülen ateşkes sürecini kelime oyunlarıyla, Kürt meselesinin çözümüymüş gibi sunmaya çalıştı. Fakat diğer taraftan Ortadoğu’da liderliğine soyunduğu Sünni cephenin taraf olduğu mezhepler çatışması varken ülke içinde yeni bir savaş cephesi açmaktansa IŞİD eliyle özellikle PKK ve benzer ideolojik çizginin hâkim olduğu yerlerde Kürtlere vurmanın başka yollarını keşfettiğini düşündü. En büyük varlık nedenini Kürt ve gayri Müslim düşmanlığı üzerine kuran bir devletten Kürt meselesini hakkaniyetli bir biçimde çözmek istediğini düşünmek saflık olur.  Evet, savaşlar da barışlar da düşmanlarla yapılır. Barış süreci adıyla bilinen süreç de böyle yürüyor, fakat Türk devleti Kürtlerin Rojava’da oluşturmak istediği sistemden ciddi anlamda ürktü. Rojava kantonlarının inşa etmeye çalıştığı, devletin varlık sebeplerine her açıdan en büyük saldırıydı. Dolayısıyla devlet, IŞİD’in kurulmasında ve desteklenmesinde etkin biçimde yer alıp, savaşı sınırın ötesinde tutarak “en büyük düşmanını” alt edebileceği kurnazlığına kapıldı. Kobanê saldırısı bu açıdan önemliydi, çünkü güney sınırının büyük çoğunluğunu, etkisi altında olduğunu düşündüğü bir güç olan IŞİD ile paylaşmayı, Kürtlerin yeni oluşturmaya çalıştığı ve belki de tüm Ortadoğu halkları için alternatif bir yaşam alanına dönüşebilecek bir projeye tercih edecekti. Bunda benimsediği ekonomik sistemin dışında bir sistem öngörmesinin yanı sıra, yapısal bir karaktere bürünmüş Kürt düşmanlığı da önemli bir rol oynadı. Ki Güney Kürtleriyle daha seviyeli bir ilişki kurmaya çalışması da, reddedemeyeceği bir siyasal yapının artık ortaya çıkmış olması ve bunu ciddi bir ekonomik atak bölgesi haline dönüştürmesinin yanında, ideolojik olarak kendine daha yakın bir çizgide görmesindendir. Fakat yine de böylesi bir dönemde Federe Kürt devletinin kısmen de olsa Rojava ile dayanışmasını engelleyemedi.

PKK çizgisinin etkin olduğu Kuzey ve Rojava Kürdistan’ındaki Kürtlerin benzer bir ideolojik çizgide olmaları, Ortadoğu mezhepler savaşında taraf tutmamaları, hakiki anlamda bölgenin neredeyse tek seküler toplumu olmaya doğru gitmeleri, daha eşitlikçi bir ekonomik model önermeleri, cinsiyet özgürlükçü olmaları; ileride devlet, federasyon veya özerk yönetimler kursalar da geleneksel baskıcı sistemlerden farklı bir kendi kendini yönetme şiarı edinmeleri, bu çizgiyi Kobanê şahsında özellikle Türk devleti nezdinde bir nefret objesi haline getirmeye yetiyor. Kobanê direnişi sırasında Erdoğan ve şürekâsının korkularından kaynaklı ifadeleri de bu Kürt inkârını tekrar tekrar gündeme getirmesi açısından oldukça netti. Aynı şekilde Batılı devletler de Rojava’daki bu siyasi modeli kabul etmedi. Hatta düşman ilan ettiği IŞİD’e karşı bile Kobanê’yi savunan güçlere ağırdan ve dolaylı biçimde destek vermesi, Kürt hareketini kontrol edememesinden ve bağımsız bir siyasi özne olarak Ortadoğu’daki var oluşunu engelleyememesindendir.

Kobanê direniyor. Kürt tarihinde benzeri az görülür bir biçimde Kürdistan’ın dört parçasından ve dünyanın farklı alanlarından bu direnişe ciddi destek eylemleri gerçekleşti, gerçekleşiyor. Kuzey Kürdistan’da onlarca kişinin yaşamını yitirdiği son yılların en büyük serhildanı gerçekleşti. Kürtler bulundukları her yerde Ortadoğu’da miadını doldurmuş sınırların yeniden çizilmesi sürecinde “biz olmadan hiçbir şey yapamazsınız” mesajını hem dört sömürgeci devlete hem de uluslararası camiaya iletmiş oldu. Tüm bu yaşananlardan yola çıkarak birçok kurum, enstitü, entelektüel, siyasetçi ve araştırmacı Ortadoğu’da bu yüzyılın kazananı Kürtler olacak diyor. Bu elbette doğru bir ifade, fakat yine de bölge ülkelerinin düşmanlıkları ve Batılı güçlerin Kürtleri tanıma konusunda bu kadar isteksiz davranmalarının altında, engelleyemeyecekleri bir toplumun özgürleşmesi sürecini elden geldiğince geciktirmek, kontrollerine almak yatıyor. Yaşadığı yerleri savunması için gerekli olan lojistik desteği sunmamaları, bunu yapmak isteyen devletleri engellemeleri, Kürt/Kobanê katliamının gerçekleşmesi isteğinden başka bir şey değil. Bu da Kürtlere hem Türk ve bölge devletleri hem de Batılı güçlerce verilmek istenen bir mesajdır: ‘İki ucu kirli değneğin ( iki mezhep-iki blok) bir tarafını tutmak zorundasın.’ Kürtler de Kobanê direnişiyle bu dayatmaya geniş anlamıyla kendi cevaplarını veriyorlar.

Toplum ve Kuram dergisi yayın kurulu üyesi Ayhan Işık'ın bu yazısı baslangicdergi.org adresinden alınmıştır. Gitmek için tıklayınız.