Almanya’da yayın yapan Der Spiegel dergisine konuşan KCK Yürütme Konseyi üyesi Sabri Ok, Türkiye'nin Suriye'ye olan askeri müdahalesinden Irak'taki Başika krizine; YPG ile PKK arasındaki ilişkilerden Türkiye'deki yaşanan çatışmalı sürece kadar ayrıntılı değerlendirmelerde bulundu.

Sabri Ok’un Der Spiegel’e verdiği söyleşinin tamamı ANF tarafından Türkçe olarak aktarıldı:

TÜRKİYE – SURİYE

* Türkiye’nin Suriye’yi işgali Kürtler ve YPG için ne ifade etmektedir? Bu Türkiye’deki mücadelenin Suriye topraklarına taşınması mıdır?

Türk devletinin işgalci, yayılmacı ve girdiği her yerde kaos ve çatışma yaratan karakterini tarihsel geçmişinden soyut ele alırsak bugünkü karakterini ve ne yapmak istediğini anlamakta güçlük çekeriz. Türk devleti Osmanlı İmparatorluğu geleneği üzerinde şekillenmiştir. İmparatorluğun üç kıtaya yayıldığı bilinmektedir. Daha dün Erdoğan bir konuşmasında “Lozan bizim için zafer değildir. Fakat bazı çevreler Lozan zafermiş biçiminde bize yutturmaya çalışıyorlar” demiştir. Kast ettiği şudur: Arabistan, Suriye, Irak Türk devletinin hegemonyası altında olmalıydı. Erdoğan bu konuşması ile açıkça Türkiye’nin bugünkü sınırlarının tatmin edici olmadığını belirtmiş, bu konuşmasının altında bile yayılmacı, hegemonik bir zihniyete sahip olduğu görülmektedir. Erdoğan zaten kendisini adeta 5. Halife gibi tanımlamaktadır. Avrupa karşısındaki aşağılık kompleksini bu biçimde gizlemeye çalışmakta, fakat aynı zamanda imparatorluk hevesi ile bölge halklarına yaklaşım göstermektedir. Erdoğan’a göre Suriye ve Irak Osmanlı döneminde olduğu gibi bugün Türkiye’nin birer eyaleti olmalıydılar. Öykündüğü Osmanlı İmparatorluğudur.

'TÜRK DEVLETİ KIBRIS’A GİRDİ BİR DAHA DA ÇIKMADI'

Türk devleti Kıbrıs’a girdi bir daha da çıkmadı. Güney Kürdistan’a girdi, çıkmaya hiç niyeti yoktur. Bilakis Başika’ya yerleşip şimdiden Musul’a heveslenmektedir. Türk devletinin Cerablus’u işgal etmesi adeta Osmanlı İmparatorluğunun işgalci ve yayılmacı emellerinin güncelleştirilmesidir. Cerablus’a girdiyse tüm hesaplarını artık Suriye’den çıkmamak üzere yapmak isteyecektir. Bunun da ötesinde Azaz, Bab hatta Rakka’ya yerleşip Suriye halklarının geleceğini karartan, iradelerini kıran bir hegemonik güç olarak kalıcılaşmaktır. Türk devletinin Cerablus’u işgali sadece Kürtlere karşı değildir. Cerablus coğrafik olarak Kuzey Suriye ve tarihsel olarak Rojava Kürdistan olmak üzere aynı zamanda Suriye toprağıdır. Dolayısıyla bu işgal Kürt, Arap, Asuri, Süryani, Ermeni, Türkmen tüm topluluklara karşı gerçekleştirilmiştir. Bunun içindir ki Türk devletinin işgalini ne Kürtler, ne Araplar, ne Ermeniler, ne Türkmenler rıza gösterip kabul edemezler. Empati kurmak gerekir, herhangi bir işgalci güç Almanya topraklarını işgal ederse Alman halkının tepkisi ne olur. Açıktır ki direnme hakkını kullanır, işgale rıza gösteremez. Türk devletinin Suriye’yi işgaline karşı da halklar elbette direnme haklarına sahiptirler ve buna rıza gösteremezler. Türk devletinin işgali Kürtler açısında kuşkusuz başka bir anlamı vardır.

'KÜRTLER ÖZGÜR OLMASIN DİYE IŞİD'İ DESTEKLEDİLER'

Çünkü Türk devleti tüm politikalarını Kürt düşmanlığı ekseni üzerinde geliştirmektedir. Özgür iradeli Kürde her şey mubahtır anlayışındadır. Kürtler herhangi bir halk gibi halk olmaktan kaynaklı haklarını kullanacaklarsa yani bağımsız ve özgür olacaklarsa bu kesinlikle Türk devletinin hedefidir. Bunun Kürdistan’ın herhangi bir parçasında gerçekleşmesi ya da gelişmesi hiç fark etmez. Türk devleti için önemli olan özgür Kürtler adına hiçbir yerde, hiçbir iradenin ve hiçbir statünün olmamasıdır. Türk devletinin bu tutumunu Kobanê’de çok açık bir biçimde gördük. Sırf Kürtler özgür olmasın diye DAİŞ canavarını desteklediler. Binlerce DAİŞ çetelerini dünyanın değişik yerlerinde Türkiye üzerinde Suriye’ye soktular. Kürtlere, Ezidilere, Araplara, Hristiyanlara, Alevilere daha doğrusu insanlığa vahşice saldırttılar, himaye ettiler, eğittiler, destek verdiler. Bunların hepsi belgelidir. Bununla da yetinmeyip Avrupa’ya ve dünyanın değişik yerlerine geçiş için kolaylık sağladılar. Fransa’da, Brüksel’de yapılan katliamlar kesinlikle Türk devletinin DAİŞ’le ilişkisinden ayrı ele alınamaz. DAİŞ nasıl ki evrensel düzeyde insanlık düşmanı bir vahşet uyguladıysa Kürtler de onurlarıyla fedaice direnip evrensel düzeyde insanlığın onurunu korudular, onun savaşını verdiler. Şimdi sicili bu kadar bozuk, kirli olan Türk devletinin Suriye’yi işgal etmesi Kürtler için tabi ki çok şey ifade etmektedir.

Kürtlerin BAAS rejimi altında kendilerine ait bir kimlikleri olmadığı gibi Suriye vatandaşlığı dair kimlikleri yoktu. Kimliksiz ve statüsüz modern köle biçiminde yaşadılar. Türk devleti işgal politikalarıyla Kürtlere sen ömür boyu, nesiller boyu her zaman kimliksiz ve statüsüz kalacaksın anlamındadır. Bundan daha onur kırıcı, bundan daha hegemonik, bundan daha politik, ahlak dışı bir şey olabilir mi? Bunun içindir ki Kürtler de Araplar kadar, Hristiyanlar ve Türkmenler kadar bu konuda hassastır ve Türk devletinin işgalini kendileri için ne ifade ettiğini çok iyi bilmektedir. Kaos yaratarak halkları birbirine boğazlatmak isteyen Türk devletinin politikalarına Arap ve Hristiyan halkları yabancı değildir. Ancak Türk devleti bu sefer ne halkların iradesini kırabilecektir ne de halkları birbirine boğazlatabilecektir.

'KÜRTLER ESKİ KÜRTLER DEĞİLDİR'

Sorununuzun ikinci kısmına gelince, Türk devleti “Çılgın Türkler” tanımlamasında çok hoşlanırlar. Çılgınca demokrasi ve çılgınca insan hakları aşığı olmak Türk devletinin aklına bile gelmez. Katı şovenizm ve diktatörlüklerde gerçekten her türlü çılgınlık olabilir. Diktatörler çoğu kez abartılı kişiliklerin ve komplekslerinin kurbanı olmuşlardır. Ülkelerini, toplumlarını felakete sürüklemişlerdir. Türk devleti böyle çılgınca düşüneceğine kendi Kürtleri denilen Türkiye’deki Kürt halkının sorununu çözseler bu doğrudan Türk devletinin dış politikasına da etki yapacaktır. Kendi ülkesinde Kürt sorununu çözmeyen bir Türkiye’nin hemen yanı başındaki Suriye, Irak ya da İran Kürtlerinin özgür ve statü kazanmalarına asla müsamaha göstermez. Tüm politikalarını kaos ve çatışmalar üzerinde inşa eder. Türk devleti bu anlamda çözmek istemediği Kürt sorununu Suriye’ye taşımıştır. Nasıl ki Türkiye’de Kürtler kimliksiz ve statüsüz olsun istemekteyse Suriye’deki Kürtlerin de kimliksiz ve statüsüz olmasını istemektedir. Ancak Kürtler eski Kürtler değildir. Sınırın hemen iki tarafında bölünmüş aileler, aşiretler, topluluklar vardır. Kürtlerde ulusal bilinç yüksektir. Sınırın bir tarafında katliam ve soykırım yaşanırken, sınırın öbür tarafında hiçbir Kürt buna sessiz ve tepkisiz kalamaz. Türk devleti bu gerçeği çok iyi bilmesine rağmen işgalci politikalar geliştirmektedir. Kobanê’yi hatırlayınız. Kobanê’de direnen sadece Kobanêliler değildi. Türkiye’deki Kürtler Kobanê direnişinde müthiş yer aldılar. Kürt gençleri, kızları, erkekleri, yaşlı anneler, babalar dahil mayınlı tarlalara vurup tel örgüleri aşarak Kobanê’ye gittiler. Kürtlerin yüreğinde ve bilincinde böyle bir ulusal birlik ve duyarlılık vardır zaten. Özetle Türk devleti Suriye’yi işgal etmekle gerçekten tehlikeli bir politika izlemektedir.

ÇÖZÜM İÇİN BİR ŞANS VAR MI?

* Bu işgal Türkiye’deki durum için ne ifade etmektedir? Türk-Kürt çatışmasının barışçıl çözümü için hala bir şans var mıdır?

Türkiye’de bugün yaşananlar gözler önündedir. Darbe karşıtlığı adı altında Erdoğan ve AKP’nin karşı darbesi geliştirilmektedir. Yüzlerce aydın ve akademisyen sudan bahanelerle zindanlara atılmıştır. 70’in üzerinde gazeteci tutuklanmıştır. Onlarca televizyon ve radyo susturulmuştur. Kürtlere, Alevilere ve genel olarak demokrasi ve insan haklarına duyarlı olan ne varsa Erdoğan ve AKP’nin hedefi durumuna gelmiştir. Bir çocuk kanalı televizyonun dahi kapatılması AKP’nin Kürtlere ve demokrasiye düşmanlığını ortaya koymaktadır.

Onlarca belediyelere kayyum atanmıştır. Seçilmişlerin yerine köy korucuları dahi atanmaktadır. Bu kadar çığırında çıkmış, kaskatı diktatörleşmiş bir AKP ve Erdoğan gerçekliğinin, Türkiye’nin iç ve dış politikasının nasıl olduğu ve hangi minvalde gelişeceği konusunda net bir fikir vermemekte midir? Türk devletinin Suriye’yi işgali içerde diktatörlüğün daha da azgın biçimde geliştirileceği anlamına gelmektedir. Eğitimsiz ve örgütsüz Türk toplumunun şoven damarına girerek şırınga etkisi ile sersemleştiren bir politika uygulanmaktadır. İçerdeki diktatörlük çelişki ve kaos, dışarda milliyetçilik, işgal ve yayılmacı politikaları beslemektedir. Kaybeden demokrasi olmaktadır.

'ERDOĞAN’IN ZİHNİYETİNDE ÇÖZÜM YOKTUR'

Türkiye’de Kürt-Türk çatışması değil de mücadeleci Kürt halkı ile işgalci Türk devleti arasında bir savaş vardır. Çözüm için halen bir şans var mıdır, demektesiniz. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan birkaç hafta önce kardeşi Mehmet Öcalan ile yarım saatlik bir görüşme yapmıştır. Önder Öcalan demişti ki benim çözüm projelerim vardır. Türk devleti iki kişi göndersin 6 ayda bu sorunu çözebiliriz. Önder Öcalan ile görüşmenin yapıldığı gün Kürtlerin sahip olduğu belediyelere kayyum atadılar. Bundan önce ise Türk başbakanı Binali Yıldırım Kürt sorununu kast ederek “gündemimizde çözüm mözüm diye bir şey yoktur” demişti.

Diğer yandan Kürt Özgürlük Hareketine ve Kürtlere karşı geliştirdikleri kuralsız ve kirli savaşı kast ederek “bu bir ölüm kalım savaşıdır” açıklamasında bulunmuştu. Belirtmek istediğim şudur: AKP’nin ve Erdoğan’ın zihniyetinde çözüm ve barış diye bir şey yoktur. Çünkü onlara göre sorun diye bir şey yok. Sorun diye bir şey yoktur ki çözüm olsun. Yine savaş yoktur ki barış olsun. Oysa herkes bilir ki Türkiye’nin tüm sorunların anası Kürt sorunudur. Alevilerin, azınlıkların, emekçilerin, kadınların özetle Türkiye’nin demokratikleşmesinin sorunları Kürt sorununun çözümü ile ancak çözülebilecektir. Türk devleti Kürtlerle savaşta yüzlerce milyar dolarlar harcadı. Bu savaşta her gün ortalama 30 kişi hayatını yitirmektedir. Kürtlerin şehirleri ve kasabaları Nusaybin, Cizre, Silopi, Diyarbakır’ın Sur ilçesi tüm tarih zenginlikleriyle birlikte yerle bir edilmiştir.

'KÜRT TARAFI ÇÖZÜME HAZIRDIR'

Bunun adı savaş değil de, nedir? Halep’le, Hama’yla kıyaslayınız. Silopi’nin, Şırnak’ın buralardan bir farkı yoktur. İnsanlar cayır cayır ateşe verilerek öldürülmüştür. Onlarca yerleşim alanları boşaltılmıştır. Binlerce sivil bunların içinde yüze yakın 30 günlük ve 3 yaşında bebekler vardır. Bütün bunlara rağmen Türk devletinin kafasında kendi deyimleriyle çözüm mözüm diye bir şey yoktur. Eğer Türk devleti gerçekten çözüme dönük istekli olursa Kürt tarafı buna şans vermiştir. Önder Apo bundan iki hafta önce iki adamlarını göndersinler, 6 ayda çözeriz demekle tekrar bir şans vermiştir. Diktatörlüğe heveslenmiş, bundan sınır tanımayan AKP iktidarı Ortadoğu ile sorunlu, Avrupa ve dünya ile sorunlu hale gelmiştir. Avrupa kamuoyu ve siyaset çevreleri bu gerçekliği görmelidir. Diktatörlüğe baskı uygulamalıdır. Üçüncü taraf olma rolünü üstlenmelidir. Örneğin Almanya, Fransa, Amerika böyle bir rol oynarsa Kürt tarafı çözüme hazırdır, bu da bir şanstır. Ancak Kürtlerin tüm iyi niyetlerini, çabalarını ret eden, inkar ve imha politikasında ısrar eden Erdoğan ve AKP diktatörlüğüdür. Tüm işaretler maalesef savaşın daha da şiddetleneceği yönündedir. Kendi Kürtleri ile savaşı tırmandıran Türk devletinin komşuları ve Ortadoğu ile barışık olması mümkün değildir. Suriye işgal politikaları da bu bağlamda değerlendirmek gerekir.

PKK - YPG İLİŞKİSİ

* PKK ve YPG arasındaki ilişkiyi nasıl tarif edersiniz? PKK Suriye’ye daha fazla dahil olmaya hazır mıdır? PKK Suriye’de de Türk ordusu ile savaşacak mı?

PKK ve YPG arasındaki ilişki çok tartışılan bir konudur. PKK paradigmasal olarak Kürdistan’ın dört parçasında demokratik ulus perspektifini esas almaktadır. Kürtlerin özgür ve statü sahibi olmasını, mevcut sınırlar içerisinde kendi demokratik iradeleriyle kendilerini yönetmesini, bütün halklarla demokratik, özgür birlikte yaşamı benimsemektedir. PKK’nin Kürt sorununun çözüm perspektifi bu temeldedir. Ancak PKK’nın dışında bağımsızlığı, eşit ve devlet biçiminde yorumlayan ve Kürtler devlet kurmalıdır diyen Kürt örgütleri ve partiler vardır. Federasyonu benimseyen partiler ve örgütler vardır. PKK ideolojik ve paradigmasal olarak etkili bir güçtür.

Ortadoğu’da halkların inanç ve etnik kimlik adına birbirlerini boğazladığı bir dönemde PKK’nin tüm inançların ve halkların demokratik, özgür ve ortak bir yaşamı savunması PKK’yi büyüten en önemli neden olmaktadır. Bu anlamda PKK’nin görüşlerinden etkilenen, Önder Apo’nun demokratik ulus, özgür kimlik felsefesini benimseyen birçok Kürt örgütü olduğu gibi Kürdistan halkı genelde bunu büyük bir çoğunlukla benimsemektedir. Sorun Rojava Kürdistan’ı olunca bu daha da böyledir. Önder Apo 20 yıla yakın bizzat Rojava Kürdistan’ında kalmıştır. Kürt halkını eğitmiş, örgütlemiştir. Büyük bir saygınlığı vardır, halkın bağımlılığı vardır. Rojava da YPG, PYD, TEV-DEM gibi örgüt ve kurumlar Önder Apo’nun demokratik ulus perspektifini benimsiyor, bu anlamda kendilerini PKK’ye daha yakın görüyorlarsa biz bundan sadece mutluluk duyarız.

'YPG İLE İLİŞKİLERİMİZ FELSEFİKTİR, DÜŞÜNSELDİR'

Demek istediğim şudur. Bizim YPG ile ilişkilerimiz felsefiktir, düşünseldir, paradigmasaldır. Demokrasi, özgürlük, demokratik ulus gibi ortak değerlerimiz vardır. Ancak YPG, PYD ya da TEV-DEM kuşku yok ki ayrı örgüt ve kurumlardır. Kendi kararlarını kendileri alırlar. Fakat bir de Kobanê örneği vardır. İnsanlık düşmanı, vahşi DAİŞ çeteleri tarafından Kobanê yerle bir edilirken, ardı arkası gelmeyen katliamlar gerçekleşirken PKK tabi ki buna sessiz kalamazdı. PKK DAİŞ’e karşı mücadele de YPG’yi desteklemiştir. Şengal’de de DAİŞ’e karşı savaşmıştır. Güney Kürdistan’da Mahmur ve Kerkük’te de DAİŞ’e karşı savaşmıştır. Bu vesileyle şunu belirteyim ki DAİŞ’in iradesini kıran PKK ve YPG güçleridir.

'ERDOĞAN'IN SÖZLERİ YALANDAN İBARET'

Böyle ortak bir yanımız vardır. Bunun dışında Erdoğan ve AKP’nin sürekli PKK ile YPG’yi aynılaştıran söylemleri sadece bir yalandan ibarettir. PKK’nın Suriye’de Türk devleti ile savaşma gibi bir sorunu yoktur. Fakat tüm Kürtlerin Kürdistan’ın herhangi bir parçasında Kürt katliamı gerçekleşirse sorunları olacaktır. PKK DAİŞ neredeyse DAİŞ’e karşı savaşır. PKK Kürtler nerede bir katliama uğrarsa buna ilgisiz ve sessiz kalamaz. İlgisiz ve sessiz kalırsa hem varlık nedeni ile çelişir, hem de Kürt halkından destek bulamaz. Bu anlamda Suriye ve Rojava’daki gelişmeler PKK boyutunu aşmıştır. Kobanê işgali döneminde hatırlıyoruz 6-7-8 Ekim olayları denilen bir durum vardır. Kürtler Diyarbakır’da Kobanê için ayağa kalkmıştır. PKK Kürtlere Suriye’de katliam olurken etkisiz ve tepkisiz kalın diyemez. Bu bir gerçekliktir. Doğru ve doğal olan şudur. PKK’nın Suriye’de Türk ordusu ile savaşması yerine Türk devletinin Kürt sorununun çözümüne gelmesi ve bu çözümün Suriye’ye ve tüm Ortadoğu’ya yayılmasıdır. Yani Türkiye’den kaynaklı bir savaşın dışarıya yansıması yerine Türkiye’de çözüm ve barış olsun ki Suriye ve Ortadoğu’da çözüm ve barışın yolu açılsın.

FIRAT'IN DOĞUSU/BATISI

* Kürtler, Türkiye’nin istediği gibi, Fırat’ın batısındaki toprakları terk edecekler mi?

İsterseniz sorunuza şöyle cevap verelim. Türk devleti uluslararası hukukta hiçbir biçimde yeri olmadığı halde işgal ettiği Suriye topraklarından çekilecek midir? Türkiye hangi hakla, hangi uluslararası referansla Kürtler şurada kalsın ya da şuradan çıksın diyebilir. Olup bitenler Türkiye sınırları içinde değildir. Fırat’ın doğusu ya da batısı Türk devletini neden ilgilendirsin. Fırat’ın doğusu da batısı da Kuzey Suriye’dir. Tarihsel anlamda, coğrafik olarak Kürdistan diye tanımlamaktadır. Biz bu topraklara bugün Kuzey Suriye demekteyiz. Arapların, Kürtlerin, Hristiyanların, Türkmenlerin üzerinde yaşadıkları topraklardır. Cerablus’ta ağırlıkta Kürtler yaşar, fakat Araplar ve diğer topluluklar da vardır. Minbic’te ağırlıkta Araplar yaşar, fakat Kürtler ve diğer topluluklarda vardır. Türk devleti istedi diye Araplar ya da Kürtler niçin Fırat’ın doğusunu ya da batısını terk etsinler. Bu her şeyden önce onur kırıcı bir müdahaledir, haksızdır ve hiçbir hukuka dayanmamaktadır. Bırakınız Fırat’ın doğusunda ya da batısında Araplar, Hristiyanlar, Kürtler demokratik, özgür ortak yaşamlarını kendi iradeleriyle belirlesinler. Sorunuz ile kast ettiğiniz YPG’nın Fırat’ın batısındaki toprakları terk etmek ise Minbic’in zaten askeri ve siyasi meclisi vardır. Fakat kim diyebilir ki Bab’ın kuzeyinde yüzlerce Kürt yerleşim alanları, köyleri yoktur.

'TÜRKİYE'NİN HAKKI YOK'

Tüm Kürt partilerinin tabi ki diğer halklarında yine YPG’nin ve QSD’nin buralarda olmasından daha doğal ve doğru olan ne vardır. Türk devleti Cerablus’ta DAİŞ kendileriyle komşu halindeyken bundan son derece memnundu. Minbic özgürleştiğinde ise Suriye topraklarına girdiler ve her vesileyle Kürtlere düşmanlığını ifade etmektedirler. Daha üç gün önce Rojava’da 19 Arap vatandaşı Türk ordusu tarafından katledildi. Gün yoktur ki sınır boyunda Kürt, Arap, Asuri, Türkmen Türk ordusu tarafından katledilmesin. Peki Rojavalı Kürtler Türkiye’nin topraklarını mı işgal etmiştir. Türk devletine yönelik herhangi bir eylemde mi bulunmuşlardır. O halde Türk devletinin Kürt düşmanlığı ve Suriye işgalinin sebebi nedir. Belirttiğimiz gibi her şey Kürtlerin kimliksiz ve statüsüz olmaları içindir. Türk devleti kendisini aldatmaktadır. Kürtler, Araplar, Asuri, Süryani ve Türkmenler DAİŞ’e karşı mücadelede çok ağır bedeller ödediler. Kürtler mücadelelerinde haklıdırlar ve direngen bir halktır. Haksızlığa, onursuzluğa ve işgale karşı direnmek güç meselesi değildir. Onur meselesidir. Türkiye’nin Suriye’nin iç işlerine karışma hakkı yoktur, kendi sınırları içerisinde kalmalıdır.

'SURİYE’DE KÜRTLER DEVLET KURMAYACAK'

* Türkiye’nin Suriye’yi işgali Suriye’de bir Kürt devleti hayalinin sona ermesi anlamına mı gelmektedir?

Öncelikle şunu belirtelim. Suriye’de Kürtler devlet kurma arayışı içinde değildir. Kürtlerin Suriye’yi parçalama gibi bir amaçları yoktur. Suriye toprakları üzerinde Rojava’da yine Asuri, Süryani, Arap ve Türkmen halkları ile birlikte Kuzey Suriye’de özgür yaşamak istemektedirler. Projeleri Demokratik Federal bir Suriye ve Kuzey Suriye’de Araplar ve Hristiyanlarla birlikte federasyon tipi bir idari yapıya kavuşmaktır. Dolayısıyla Kürtlerin Suriye’de devlet kurma gibi bir amaçları olmadığı için hayallerin sona ermesi gibi bir durumda söz konusu olamaz. Sorunuzu Kürtlerin Suriye’de devlet kurma değil de federasyon inşa etme biçiminde anlarsam. Cevabım, Türk devletinin işgaline rağmen Kürtlerin bırakalım hayallerinin sona ermesi heyecanları, inançları ve umutları daha da artmıştır. Kürtlerin Rojava’da Arap, Hristiyan ve Türkmen halkları ile birlikte üç yılı aşkın özerk kantonlar biçiminde kendilerini yönetme deneyimleri vardır.

DEMOKRATİK SURİYE FEDERASYONU

Bundan büyük bir tecrübe edindiler. Halklar arasında önemli bir güven ilişkisi gelişti. Şimdi bunu federasyon idari yapısına dönüştürmek istiyorlar. Halkların bu ortak, demokratik ve özgür iradesi karşısında hegemonik ve işgalci temelde müdahalede bulunan Türk devletinin başarılı olması düşünülemez. Kürtler bugün dünden daha çok varlıklarını ve özgürlüklerini savunmaya kararlıdırlar. Demokratik Suriye Federasyonu ile birlikte Suriye’nin de demokratikleşeceğine inanmaktadırlar. Mücadelelerini özgüvenle, böyle bir bilinçle kararlı biçimde sürdüreceklerine dair kuşkum yoktur. Tam da bu noktada Avrupa Birliği’nin ve Avrupa kamuoyunun Kürtlerin bu haklı ve meşru mücadelesine destek olmaları gerekir. Kürtler bunu hak etmiştir. Kürtler faşist DAİŞ çetelerine karşı verdikleri mücadele ile Avrupa’nın güvenliğini de sağlamaktadır.

SURİYE'DE GÜBVENLİ BÖLGE FİKRİ

* Türkiye’nin Suriye’de güvenli bölge oluşturması planı hakkında ne düşünüyorsunuz? Bu iyi bir fikir midir?

Türkiye’nin Suriye’de güvenli bölge oluşturma planı iyi bir fikir değildir. Bir kere meşru bir müdahale değildir. Bu fikir hegemoniktir, çıkarcıdır. Başkalarının topraklarında güvenli bölge oluşturmak kimsenin hakkı olamaz. Türk devletinin hiç olamaz. Türk devletinin bu konuda sicili bozuktur. Araplarda, Kürtlerde ve Hristiyanlarda büyük antipati ve tepki yaratmaktadır. Bu tepki haklıdır ve doğrudur. Türk devletinin güvenlikli bölge projesiyle Suriye’de kalıcılaşma amacı vardır. Suriye’nin iç işlerine daha çok müdahale etme hevesi vardır. Kürtleri nefessiz bırakma, kazanımlarını yok etme, Arapların ve Hristiyanların iradesini tanımama, Suriye’nin geleceğinin şekillenmesinde rol alma emelleri vardır. Türkiye sınırda güvenlikli bölge oluşturacağına işgal ettiği Suriye topraklarında çekilmelidir.

İsimleri farklı olsa da zihniyetleri aynı olan Cephetel Nusra, Ehrar el Şam, Sultan Murat Tugayı vb. çeteleri desteklemekten vazgeçmelidir. Suriye halklarını rahat bıraksınlar, Suriye halkları kendi toprakları üzerinde kardeşçe yaşamayı bilip, kendi sorunlarını çözebilirler. Ancak toplumların ve kültürlerin genleriyle oynanırsa, inanç ve mezhep savaşlarında ısrar edilirse hiçbir güvenlikli bölge sorunları çözemez. Türkiye açıkça mezhep savaşını örgütlemektedir. Şia ve Alevi inancına karşı Sünni mezhebini örgütlemektedir. Tüm politikalarıyla bu toprakların kan gölüne dönüşmesine hizmet eden Türkiye’nin güvenli bölge oluşturma fikri kesinlikle iyi niyetli değildir. Bu vesileyle Suriye topraklarında güçlerini kalıcılaştırmak Cizîr, Kobanê ve Efrîn kantonlarının birleşmesini engellemek istemektedir. Türkiye NATO’nun üyesi olmaktan kaynaklı sahip olduğu gücü ve avantajları kendi deyimleriyle çılgınca, benimse şımarık dediğim bu politikalardan vazgeçmesi gerekir. Bu biçimiyle NATO’yu da politikalarına alet etmektedir. Nusra vb. çeteleri destekleyerek savaşı Avrupa’ya taşıyan AKP ve Türk devleti hangi güvenli bölgelerden bahsedebilirler. Bu bir aldatmacadır. Tek çözüm Suriye topraklarının işgalden arındırılması ve federasyonlar üzerinde inşa edilen demokratik federal bir Suriye’nin yaratılmasıdır. Kürtler mücadeleleriyle buna öncülük etmektedir. Bu anlamda bir kez daha destek hak etmişlerdir.