CHP İstanbul Milletvekili Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu seçim sonuçlarını değerlendirdi.

Cumhuriyet'ten Hilal Köse'ye konuşan Kaboğlu, önümüzdeki dönemi, “Anayasanın uygulamaya konulması, anayasaya saygı gösterilmesi, Türkiye’de başlı başına bir iyileştirme yaratır. Çünkü şu anda Anayasa askıdadır” diye değerlendiriyor.

Hilal Köse'nin Kaboğlu ile söyleşisinin bir kısmı şöyle:

Seçim bitti şimdi ne olacak?

Anayasaya göre yasama yetkisi devredilemez. Her şeye rağmen yasama organı kendi yetkilerini kullanmalı, kullanabilir. Bunun için mücadele vermeli. Anayasayı değiştirirken “biz Meclis’i güçlü kılmak için bunu yaptık” dediler. Seçim kampanyasında da “Güçlü Meclis” dediler. Şimdi bütün bunları hatırlatma zamanı. Tutarlıysanız, siz yürütme görevinizi yapın biz de yasama görevimizi yapalım deme zamanı. Sadece muhalefetin gücü yetmez. İktidar milletvekilleri de en azından bir kısmı buna inanmalılar. Yoksa iki liderin ikişer dudağının arasından çıkan söze sıkışırlarsa, onlara da liderleri Erdoğan’ın seçim söylemlerini anımsatmak gerekiyor.

Seçimin hemen ardından CHP’de yaşanan tartışmaları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Ortaya çıkan tartışma bir kısır döngü çünkü seçim döneminde en tutarlı parti CHP oldu. Hedef parlamenter rejime dönmek olduğuna göre, Cumhurbaşkanı tarafsız olmalıdır, parti başkanı olmamalıdır. Parti başkanı, başbakanlığa adaydır. Cumhurbaşkanı da günlük politikanın üstünde, bütün ülkenin Cumhurbaşkanı’dır. Muharrem İnce, partinin başına geçsin gibi söylemler, CHP’nin parlamenter rejim hedefinden vazgeçmesi anlamına gelir. Bu hedeften bu kadar çabuk vazgeçilmemeli. İktidar ve Cumhur İttifakı, bu yeni anayasa metninin sürdürülemez olduğunu, uygulamada göreceklerdir.

Neden sürdürülemez?

Erken seçim, bunun bir göstergesi. Kasım 2019’da yapılacak seçimlerin erkene alınmasının hiçbir nedeni yok. Anayasacı olarak ben bunun yanıtını bulamadım. Bizzat yaptığınız anayasa metnini ihlal ediyorsunuz ve kamuoyuna niçin ihlal ettiğinizi açıklamıyorsunuz. Bu ihlalde Bahçeli daha makuldu. Seçim için 26 Ağustos’u dillendirdi. Ben YSK üyesi olsaydım, ‘bize iki ay daha tanıyın’ önerisi getirirdim. ‘Bu görevi Anayasaya uygun olarak yerine getirebilmemiz için süre lazım’ demelilerdi. Belki dediler, belki de demeye cesaret edemediler bilemiyoruz. Milyonlarca öğrenci üniversite sınavına girecekti. Aileleriyle birlikte 10 milyonluk nüfusu ilgilendiren bir konuda, iki kişi, arabanın frenini öne çeker, arkaya alır gibi karar alıyorsunuz. Bunlar sıradan şeyler değil. Bir de serbest seçimin en önemli unsuru propaganda yapılamadı.

Cumhurbaşkanı yapabildi ama...

Bir taraf zaten hep propaganda yapıyor. Televizyon onun tekelinde. Ekranlar bir anda kesiliyor. Bu durum adeta bir tür fizik kanunlarına dönüşmüş bulunuyor.

Erken seçim kararını nasıl yorumluyorsunuz?

OHAL döneminde Anayasa değişikliği yapıyorsunuz. Anayasa’yı Anayasa dışı yolla değiştiriyorsunuz. Halkoylamasını OHAL sayesinde kazandığınızı da itiraf ediyorsunuz. Bu yetmezmiş gibi kendi yaptığınız Anayasa’da öngördüğünüz süreye sadık kalmıyorsunuz. Seçimleri öne alırken OHAL’i kaldırmıyorsunuz ama kampanya ortasında oy almak için “OHAL’i kaldıracağım” diyorsunuz. Bütün bunları iktidarınızı muhafaza etmek için kullanıyorsunuz. Buna da serbest seçim diyorsunuz. 16 Nisan referandumunu hatırlayalım. Seçimler 3 Kasım 2019’da yapılacaktı. Altı ay içinde uyum kanunları çıkarılacaktı. Parlamento seçimleri ile Cumhurbaşkanlığı seçimleri, Meclis öne alırsa bir arada yapılacaktı. Uyum kanunlarının bir yıldır yapılmamış olması, ihmal yoluyla Anayasa’ya aykırılıktır. Meclis’e ait olan erken seçim kararını iki kişi aldı. Meclis altı gün sonunda bunu onayladı. Ama gerekçe açıklanmıyor. Cumhurbaşkanı, seçim konuşulunca, ‘sandığa gitmek lazım’ diyor. Bunun inandırıcılığı yok; çünkü Türkiye seçimden hiç çıkmadı ki. Sandık müptelası olduk. Çoğu kişi, 2010’lu yıllarda yapılan seçimleri sayamaz. 8 yılda 7 seçim. Bu sandığın kötüye kullanılması demektir. İnsanları sürekli sandığa götürüyorsunuz, seçimin ve referandumun ciddiyetini, demokratik işlevini ortadan kaldırıyorsunuz. Halkın iradesiyle adeta dalga geçiyorsunuz.

Seçim gününün bir fotoğrafını çeker misiniz?

Türkiye tarihinde ilk kez çifte seçim yaptı. Çağdaş demokrasiyi anayasasına koymuş bir devlette, Cumhurbaşkanı ve parlamento seçimlerinin aynı gün, aynı sandıkta ve zarfta yapıldığına ben ilk kez tanık oldum. Sayım görevlilerinin yoğunluğunu, kadınların, gençlerin, yaşlıların, oy çuvallarıyla gece yarısı üst üste kuyrukta bekleyişlerini gördüm. Seçim hilelerinin dillendirilmesi de cabası. Bir örnek: 298 sayılı yasada yapılan değişiklikle, sandık kurulu başkanlarının kamu görevlisi olması öngörüldü; ama İstanbul 1. Bölgede bile çok sayıda doğru doldurulmayan seçim sonuç tutanaklarına tanık oldum. 140 yıldır seçim yapan bir ülkede bunlara tanık olunması hoş değildi. 24 Haziran gecesinden bu yana CHP merkez alınarak, Millet İttifakı artı HDP, iktidarın hedef tahtası haline geldi. Musalla taşı olarak gördüler.

Neden?

İktidarı, tek başına kaybetme olgusunun bastırılması mı diye sorabiliriz. En başta CHP’nin, Millet İttifakı’nın, muhalefet bloku olarak HDP’nin bu oyuna gelmemesi gerekir. Seçimler nasıl sonuçlandı, kim kimden oy aldı. Bunlara girmiyorum. Anayasa madde 67’nin ve AİHS 1 No’lu ek prokol madde 3’ün gerekleri yerine getirilmiş olsaydı bu konulara girerdik. Büyük okumayı, 2010’dan beri, en azından 1 Haziran 2015’ten beri yapmak lazım. Yapmazsak ormanı göremeyiz.

Muhalefetin her türlü zorluğa rağmen dayanışma içinde olması mı rahatsız ediyor?

Doğruları söyleme görevimiz, her zamankinden daha acil. CHP hakkında saatlerce konuşanlar, o devasa afişlerin, bütün ülkeyi saran posterlerin, kimin parasından harcandığını sorgulamıyor. Milli Eğitim bütçesinin acaba ne kadarını siz bu posterlere harcadınız? Biri oltayla balık tutmaya çalışıyor, diğeri ise dinamit atıyor dereyi, gölü berbat ediyor. Kampanya sırasında, Külliye görevlileri, tepeden emirle tv ekranlarından, yeni düzenlemenin bir devrim olduğu şeklinde kirli bilgileri saatler süren tek yanlı konuşmalarla halka şırınga etmeye çalışıyor. Anayasal ve siyasal kamuoyu oluşumuna katkıda bulunmak amacıyla sunulan doğru bilgi ise ekranlara ancak dakikalar ile sınırlı yansıyabiliyor. Bütün bunlara karşılık muhalefete sürekli saldırı pişkinliği eksik edilmiyor.

Ormana baktığımızda ne göreceğiz?

Öncelikle şu sözcüğü hatırlayalım. İstikşafi. Ahmet Davutoğlu, “CHP ile koalisyon görüşmesi yapmadık, istikşafi görüşme yaptık” dedi. Yani CHP’yi aldattık dedi. Süreç devam ederken, Cumhurbaşkanı, Kılıçdaroğlu için “Külliye’nin yolunu bilmiyor ki görev vereyim” dedi. Bunu dediğinizde anayasa dışı bir yol izliyorsunuz demektir. 17/25 Aralık döneminde, “ne istediler de vermedik” demesi gibi tarihi bir cümleydi. 1 Kasım erken seçim kararı, Cumhurbaşkanı’nın Davutoğlu’nu kullanarak yaptığı bir operasyondu. 1 Kasım seçimlerine, Anayasal darbe yapılarak gidildi. Suruç, Ankara, Sultanahmet, Beşiktaş, İstiklal Caddesi patlamalarını da unutmayalım. Tarihimizde böylesi beş ayı bir kez daha yaşamadık. 15 Temmuz darbe girişimine girmeyeyim ama 15 Temmuz’a, anayasa yüzünden değil anayasanın amir hükümlerinin ihlal edilmesi sonucu geldiğimizi, esasen darbecilerin hükümetin 10 yıl boyunca görünür ama yasal olmayan ortağı olduğunu da hiç unutmamamız lazım. Dolayısıyla seçimi kazanabilirsiniz ama hangi ortam ve koşullarda kazandığınıza, OHAL’in nasıl kullanıldığına bakmak lazım. Bir lider, devletin bütün imkânlarını kulanıyor, öbür lider ise mazgal deliğinden, hapishaneden mesajlar vermeye çalışıyor. O bile çok görülüyor. Acaba bu bir sanal dünya mı diye düşünüyorsunuz.

Türkiye’nin önümüzdeki dönemini nasıl değerlendiriyorsunuz?

İki yıllık bunalımı anımsayalım. Aileler yıkıldı, ocaklar söndürüldü. Türkiye, anayasal düzen dışında tutuldu. Suç ve cezanın şahsiliği ilkesi ortadan kaldırıldı. Suç ve ceza tanımı değişti. Adil yargılanma hakkı yok edildi… Toplum, hamur gibi yoğrularak, yeniden dizayn edilmek istendi. Dolayısıyla toplumda direnme ve dayanma gücü bırakmadılar. OHAL komisyonuna başvuran 130 bin kişi içerisinde belki 30 bin, belki de 100 bin kişi suçludur ama bilmiyoruz. Hukuki hiçbir işlem yapılmadı. Haklarında bir karar verilmeyen onlarca insanın hayatı, bir daha geri gelmeyecek zamanları çalınmış oldu. Genç meslektaşlarımız, ülkemize hapsedildiler. Dünya çapında yaptırım uygulandı. Bu peki insanlığa karşı suç değil mi? Bu süreçte, 5 yaşındaki, 15 yaşındaki çocuğun yaşadığı travma silinebilir mi? Bu dönem hukuk dışı bir dönemdir ve başka dönemlerle kıyaslamak suretiyle bunu hafife indirmemekte yarar var. Bana göre askerin anayasayı askıya alması daha dürüstçedir. Siz “Türkiye hukuk devletidir. Yargı bağımsızdır” deyip deyip, yargıyı askıya alıyorsunuz. Çok daha tehlikelidir. Şimdi, anayasanın uygulamaya konulması, anayasaya saygı gösterilmesi, Türkiye’de başlı başına bir iyileştirme yaratır. Çünkü şu anda anayasa askıda.

Meclis’e gidince ilk ne yapacaksınız?

Ben bugüne kadar anayasa kuramcısıydım. Şimdi anayasa öğrencisi konumuna, yaklaşık 50 yıl sonra dönmüş olacağım. Gerçi mahkemede (insan hakları raporu davası ve barış bildirisi davası) de pratik çalışmalar yaptırdılar. Ben hukukun gücüne, etkinliğine hep inandım. YSK’ye yapılan itiraz sonucu adaylığımı engelleyememeleri de umudun bu topraklarda hala var olduğunu gösterdi. Sonuna kadar vurmaya çalıştılar. Ben tabii en kötü anımda bile yaptığım gibi hukuku hiçbir zaman arka plana atmayacağım. Karşımdaki ne kadar hukuka inançsız olursa, hukuk dışı kavramlar kullanırsa kullansın. Onların da hukuka ihtiyaçları olduğunu hep anlatmaya çalışacağım.

Bu sistemde parlamenter olmak hâlâ önemli mi?

Önemli. Ben parlamentoyu işlevli kılmak amacıyla parlamenter olma yoluna koyuldum. Çünkü parlamentoyu işlevli kılmak gerekir. Anayasamıza göre yasama, ana organ. Tarihsel kazanımlarımız parlamentonun üstünlüğüne dayanıyor, Osmanlı’dan beri.. Başka devletlerde olmayan çok önemli bir Meclis deneyimimiz var. Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran birinci ve ikinci Meclis. Bu parlamentoyu eski saygınlığına kavuşturmak gerekiyor. 1970’de Ankara Hukuk Fakültesi’ne kayıt olduktan 48 yıl sonra Meclis’e gidiyorum. Orası benim ikinci hukuk öğrenciliğim olacak. Hukuk fakültesinde öğrendiğim, hukuku uygulatmak için orada olacağım. Tabii 1970’lerdeki hukuku öğrenme heyecanım bu kez yok.

Muhalif kamuoyuna uyarılarınız var mı?

CHP, ‘demokratik olmayan Anayasa dışı tabloya evet diyorum, gemisini kurtaran kaptandır’ diyebilirdi. Ama iktidarın planlarını bozarak, demokrasi yolunu tercih etti. Meclis’te AKP’nin azınlığa düşmüş olmasını, AKP’nin ittifak yaptığı MHP sayesinde Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı olmasını göz ardı ederek, CHP’ye saldırmak emeklerin heba olması demek. Emek, nitelik, dayanışma içerisinde, Türkiye’nin geleceğinin demokraside ve hukuk devletinde olduğu idealimizi, hiçbir zaman gözardı etmeden çalışmalıyız. Onların bizi çekmeye çalıştıkları bilgi kirliliği alanına uzak kalmamız gerekiyor.