HDP Ankara Milletvekili Sırrı Süreyya Önder, HDP’nin yol haritası, CHP’nin referandum sonuçlarına ilişkin tutumu ve gündeme ilişkin açıklamalarda bulundu.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve hükümetin politika değiştirmelerinin örgütlü mücadele ile gerçekleşebileceğini savunan Sırrı Süreyya, “Durup dururken hiç kimse pragmatizm adına politika değiştirmez. Kürt düşmanlığı, bir ip mahiyetinde, rengi birbirinden çok farklı boncuğu dizebilir. Bunu egemenler çoktan keşfettiler. Onun için bir pragmatizm ummak, ondan fayda beklemek nafile bir çabadır. İktidara görüş ve fikir değiştirecek olgu, bizim ısrarlı demokratik mücadelemiz ve bunun yaygınlaştırabilmesidir” değerlendirmesinde bulundu.

CHP’nin 16 Nisan’da halk oylamasına sunulan anayasa değişiklik referandumu sonuçlarına ilişkin tutumunu eleştiren Sırrı Süreyya,  CHP’nin demokratik bir tutum sergilemediğini söyledi.

CHP sert sözlerle eleştiren Sırrı Süreyya, “Referandum sonrasında gelişen şeylerin olması kaçınılmazdı. Kafası bu şekilde küflenmiş, çağın gerisinde kalmış, insanlıktan en az AKP kadar nasipsiz anlayışın sandığa sahip çıkması beklenemez. Oy gaspına itiraz eden halklara ve gençlere sahip çıkmanın rolü sayın Demirtaş ve sayın Yüksekdağ’a sahip çıkmaktan geçerdi. Bu cesareti, erdemi ve demokratik tutumu gösteremedikleri için, oyların gasp edilmesine dönük herhangi bir sağlıklı tutum sergilemeleri mümkün değildi” ifadelerini kullandı.

Sırrı Süreyya Önder, ANF’den Özgür Aydın’ın sorularını yanıtladı.

CHP’YE ELEŞTİRİ

*16 Nisan öncesinden başlarsak, neler eksik yapıldı? Gasp edilen oylara ilişkin başlatılan eylemlere yeterli bir sahiplenmenin ortaya çıkarılmamasında CHP’nin payı nerede duruyor?

‘Hayır’ bloğunda ağırlığını CHP’lilerin oluşturduğu bir kesim, sürekli Kürt halkı ve onun siyasi kurumlarını bir nefret öznesi olarak kullanmayı tercih etti. Bu çok ahlaki ve sol değerlerle örtüşmeyen bir tutumdu. Dersim milletvekili Gürsel Erol, “Anlaştılar evet oyu verecekler” diye günlerce tezvirat yaptı. Bir diğeri Sosyalist Enternasyonal Temsilcisi Umut Oran, kongrede Kürtlerin bayrağından “paçavra” diye bahsederek, “o paçavranın yer almasını engelledik” diye sözler söyledi. Bunlar en masumları. ‘Hayır’ kampanyasında kitleleri etkileyebilme gücünü en etkili şekilde kanıtlayabilmiş olan Figen Yüksekdağ ve Selahattin Demirtaş’ın tutsak edilmesine dair en küçük bir itirazı dillendirmekten imtina ettiler.

Dolayısıyla ‘hayır’ cephesi şunu akıl edebilseydi, CHP açısından söylüyorum; demokratikleşme kampanyasına dönüştürebilselerdi, insanların ön yargılarıyla ve nefret suçlarıyla mücadele ederek bir ‘hayır’ı demokrasi cephesinde örmeyi tercih etseydiler, sonrasında gelişen bu hata ve eksikler olmazdı. Hem utanmadan böylesine pervasızlıklar yapacaksınız hem de direnmekten bahsedeceksiniz. Birkaç dürüst, erdemli ve tutum alan milletvekilini bunun dışında bırakırsak, CHP’nin genel tavrı bundan ibaretti.

Referandum sonrasında gelişen şeylerin olması kaçınılmazdı. Kafası bu şekilde küflenmiş, çağın gerisinde kalmış, insanlıktan en az AKP kadar nasipsiz anlayışın sandığa sahip çıkması beklenemez. Oy gaspına itiraz eden halklara ve gençlere sahip çıkmanın rolü sayın Demirtaş ve sayın Yüksekdağ’a sahip çıkmaktan geçerdi. Bu cesareti, erdemi ve demokratik tutumu gösteremedikleri için, oyların gasp edilmesine dönük herhangi bir sağlıklı tutum sergilemeleri mümkün değildi.

*HDP açısından bakarsak, referandum sonucu nasıl okuyorsunuz?

Kürtler ve onların siyasi kurumları kategorik bir reddiyeden çok, bir demokratikleşme ve barış meselesi olarak ele aldılar. Bizler bütün zorluklar, imkansızlıklar ve devletin çeşitli imha operasyonlarının arasında büyük bir seferberlik yürüttük ve yüz akıyla sonuç aldık. Bizim açımızdan Türkiye bir ‘hayır’ ve ‘evet’ cephesi olarak tasnif edilemez. İttifakı hedeflediğimiz güçler; barışı, insanlığı ve özgürleşmeyi, demokratikleşmeyi isteyen ve buna kayıtsız kalmayan, ‘evet’ ya da ‘hayır’a oy vermiş bütün kesimlerdir. Meseleyi bu şekilde ele almak gerekiyor. 16 Nisan sonrası siyasi hattını doğru belirleyecek kavramsallık da bundan ibarettir.

*2019’da yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimini, Deniz Baykal adaylar üzerinden şimdiden tartışmaya açtırdı. Adaylar üzerinden tartışma yürütülmesi ne kadar doğru? Aday mı ilkeler mi?

Deniz Baykal ve gönlünden bu esbabı giymek geçen bütün kesimin de yapması gereken sağı sağla yedeklemek değil, bir barış ve demokratikleşme manifestosu etrafında ilkesel bir araya gelmenin yöntemlerine katkı sunmak olmalıdır. Cumhurbaşkanlığı seçimi çarpıcı adaylarla kazanılmaz; ilkesel tutumlarla kazanılır. Sistemden mağdur olmuş, düzenin sürekli ötekileştirdiği insanlara, müesses nizamın bekçiliğini alternatif diye gösteremezsiniz. Bu konuda sadece adı geçen isimleri kastetmiyorum. Eğer bir kampanya yapılacaksa Türkiye’nin barışından ne anladığımızı, demokratikleşmesinden ne anladığımızı, bu denli merkezileştirmenin karşısında yerel demokrasiyi ne şekilde örmek gerektiğini ve bundan ne anladığımızı konuşacak; bunun etrafında birleşme halkaları oluşturacak bir anlayışa ihtiyaç var. Bunları konuşmadan yürütülecek her türlü başkanlık kampanyası baştan mülgadır, yok olmaya etkisiz kalmaya mahkumdur.

*Referandum sonrası AKP nasıl bir yol izler? Pragmatist olan Tayyip Erdoğan bir makas değişikliğine gider mi? Ya da nasıl götürülür?

Tek değiştirici kavram, demokrasi güçlerinin bir araya geliş biçimleri, geliş nitelikleri ve bir araya gelişteki geniş taban politikalarıdır. Durup dururken hiç kimse pragmatizm adına politika değiştirmez. Kürt düşmanlığı, bir ip mahiyetinde, rengi birbirinden çok farklı boncuğu dizebilir. Bunu egemenler çoktan keşfettiler. Onun için bir pragmatizm ummak, ondan fayda beklemek nafile bir çabadır. İktidara görüş ve fikir değiştirecek olgu, bizim ısrarlı demokratik mücadelemiz ve bunun yaygınlaştırabilmesidir.

*HDP yeni yol haritasını açıkladı. Nasıl bir yol izlenecek, hangi temel de olacak bu çalışma?

Geniş tartışma, konuşma ve sorunları açığa çıkarma, bu sorunlarla yüzleşme ve buradan çıkacak ortak ilkelerle yürüme şeklinde bir hattımız olacak. Bütün birim ve kurumlarımızda çok yoğun olarak bu çalışmayı başlattık ve devam da edeceğiz. Ne olacağına dair bir çerçeve koymak ittifak aramamın ruhuna da pek uygun bir yaklaşım olmaz. Bunun şekli ve şemalı, özünün belirleyeceği bir şeydir. Öz, bu ittifakın nasıl şekilleneceğini de ortaya koyacaktır.

ŞENGAL SALDIRISI

*İktidar Kuzey Suriye Federasyonu ve Şengal’e bir hava saldırısı düzenledi. İçte tabana bir mesaj mı yoksa daha fazlası mı? Neden saldırma ihtiyacı duydu?

Kaybedilen prestijin kazanılmasından çok daha büyüğü hedefliyor AKP. Türklerin Anadolu’ya geldiklerinde nizam kurma becerisini bir tek açıklayıcı yanı vardır. Türkler, salt askeri tekniklerle gelip buraları yurt edinmemiştirler. En önemli özellikleri nizam kurabilme beceri ve kabiliyetleriydi. Bu nizam kurma beceri ve kabiliyetinin en önemli ayağı da Anadolu ve Mezopotamya’da birlikte yaşam hukuku oluşturabilecek kapasitede olmalarıydı. Anadolu erenlerinin “biz 72 millete bir nazarla” bakarız cümlesi çok önemli bir sözdür. Anadolu ve Türklerin evrimci özünü temsil ediyordu. Fakat daha sonra bu bir tekleşmeye ve biz kavramı ben kavramına dönüşmeye başladı. Bununla birlikte bu nizam kurma becerisi kaybedildi.

Şu an nizam kurma becerisine sahip olan, Rojava örneğinde görüldüğü üzere Kürt halkıdır. Kürtler, bu nizam kurma kabiliyet ve yeteneğini en üst düzeyde temsil etmektedir. Türkmen’inden, Arap’ına, Süryani’sinden, Kürt’üne çok kadim kavimleri orada birlikte yaşam hukuku çerçevesi noktasında buluşturabilmişti. Rojava’nın yenilmeyecek olması askeri ittifaklardan değil tam da bu demokratik anlayıştan beslenmektedir. Herkesin bunu böyle görmesi gerekir. Hal böyle olunca sistemin Rojava’ya yönelmesi de kaçınılmazdı. Burada oluşturdukları illüzyonu başlı başına tekzip ederek, bölgenin ve hatta dünyanın geleceğine ilham vermektedirler.

NURİYE GÜLMEN VE SEMİH ÖZAKÇA’NIN AÇLIK GREVİ

*Ankara’da 62 gündür açlık grevinde olan akademisyenler ve onlara destek için açlık grevine başlayanları ziyaret ettiniz. Nuriye ve Semih’in durumları ağırlaşıyor. Siyaset kurumuna ne görev düşüyor ne yapacaksınız?

Açlık grevi, görünmez kılınanların, sesi kısılanların, kendi sesi ve kendi varlıklarını duyurdukları bir mektup gibidir. Ama bu mektuba kendi bedenlerini zarf edip, pulunu da kendi canlarıyla yapıştırmaktır; açlık grevi direnişleri. Bu ülkede yüz elli binden fazla insanın hukuksuz bir şekilde kamu görevleri ve temel yaşam hakları gasp edildi.

Nuriye ve Semih, yanlarında diğer yoldaşlarımızla birlikte, bu yaşananlara tepki koyabilmek için imkansızlıkları mazeret etmeyerek, direniş sergilediler. Başından beri onlarla dayanışma içeresindeyiz bütün milletvekilleri olarak. Siyaset kurumuna düşen şudur; bu direniş gerekçelerini, direnişin kendisiyle birlikte devir almak. Bu öneri ve düşüncemi paylaştım. Görünür kılmanın bedeli ağır olmamalı. Arkadaşların sağlığı, vücut bütünlüğü ve hayatlarına bir halel gelmemeli. Bunun yolu da direnişi devir alıp daha da çoğaltmaktan geçiyor. Bizim de tutumumuz bundan yana.

*HDP Milletvekili İdris Baluken’in çıkarıldığı mahkeme heyeti tarafından serbest bırakılıp, tekrar aynı heyet tarafından tutuklanması yargının nasıl bir durumda olduğunu özetliyor?

Milletvekillerimizin tutuklanması barışın tutuklanmasıdır. Devletin topyekun savaşı tercih ettiğini, çok hukuksuz bir yöntemle beyan etmesidir. En görünür hukuk kuralları ve tahammüller bile ihlal edilmektedir. Oy birliğiyle serbest bırakılan İdris Baluken’in yine aynı heyet tarafından tutuklanmasının anlamı sorgulanmalıdır. Diğer bütün vekillerimiz içinde bu geçerlidir. Burada sorumluluk Anayasa Mahkemesi’ne düşmektedir. Vekillerimizin cezaevinde kaldıkları her gün Anayasa Mahkemesi’nin hesabına yazılmaktadır.