Halkların Demokratik Partisi (HDP) İstanbul Milletvekili Hüda Kaya, gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

Hükümeti eleştiren Kaya, Kendisi tek parti döneminde uygulanan politikaları eleştirirken, dün birlikte protesto ettiğimiz haksız uygulamaları, güçlü oldukları bugün, kendilerinin yapabiliyor olması erdemsizlik ve ilkesizliktir. Adam kayırmalar. Ehil olan insanların değil, ehil olmayan, hak etmeyen insanların kayırılıp, ehil olanların haklarının gasp edildiğini gördük. Fakat benim için esas kırılma noktası Roboski meselesi oldu. Roboski’ye eş zamanlarda Gazze bombalanıyordu, oradaki kadınlar ve çocuklar için eylemler yapıyorduk” dedi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Abdullah Gül arasındaki tartışmaya değinen Kaya, “Keşke daha büyük acılar yaşanmadan, telafisi mümkün olmayan bedeller ödenmeden önce çıkabilselerdi. Bodrumda insanlar canlı canlı yakılırken sesini çıkarmayanların, bugün sivil güçlerin hesap vermeme garantilerinin sağlandığı ve kendilerini de güvende hissetmediği, risk altında gördüğü noktaya gelmeden önce sesler çıkabilseydi” ifadelerini kullandı.

Hüda Kaya, Ahval’den Eylem Yılmaz’ın sorularını yanıtladı.

*Siz 28 Şubat döneminde “Ulusal bir heyecan ve başörtüsü” yazınızdan dolayı düşünce suçu olarak bilinen 312. madde ile oğlunuz henüz 13 yaşındayken birlikte DGM’de yargılanmıştınız. Bugün birçok anne bebekleriyle, çocuklarıyla birlikte cezaevlerinde. O dönem yaşadıklarınızla birlikte bugün dindar bir iktidarın bu dönem uyguladığı politikaları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Kuran’la tanıştığımdan itibaren, tarihte dini alabildiğine sömüren ve istismar eden saltanatçı, eril ve Emevici bir din yapısının farkına varmıştım. Bir de bunun karşısında hakikat mücadelesi veren, Peygamber’in getirdiği mesajın özüyle ve bu hakikat çerçevesinde duruşu öğreten, başta Ehlibeyt olmak üzere Onların yoldaşları vardı.

Egemenci zihniyetler yüzyıllardır insanları ötekileştiriyor, bölüyor, zulüm ediyor, insanca yaşama haklarını gasp ediyordu. Fakat hep şuna inanıyorduk; Müslümanlar güçlendiğinde adalet gelecekti. Kuran’dan öğrendiğim en temel prensip; adalet. Buna inanıyorken, gün geldi kendisini dindar, muhafazakâr diye ortaya koyan bir iktidarla karşı karşıya kaldık ve birinci dönemden itibaren bir şeylerin ters gitmeye başladığını şahsen kendi durduğumuz yerden görmeye başladık.

‘BENİM İÇİN ESAS KIRILMA NOKTASI ROBOSKİ’

*Mesela?

Adam kayırmalar. Ehil olan insanların değil, ehil olmayan, hak etmeyen insanların kayırılıp, ehil olanların haklarının gasp edildiğini gördük. Fakat benim için esas kırılma noktası Roboski meselesi oldu. Roboski’ye eş zamanlarda Gazze bombalanıyordu, oradaki kadınlar ve çocuklar için eylemler yapıyorduk.

Yine eş zamanlarda Suriye’deki kadın ve çocuklar için de aynı şekilde Türkiye kamuoyu ayağa kalkmıştı. Fakat aynı şekilde Türkiye’de dörtte üçü 18 yaşın altında olan çocukların, üzerinde gömleği, ayağında pabucu bile olmayan, ekmek parası için sınır ticareti yapmak zorunda bırakılan 34 masum insanın göz göre göre katledilmesi ve olağanca pişkinlikle de buna karşı meydan okunması bizde duygusal kırılmayı arttırdı. 

*Biz ifadesini kullandınız, genel bir dindar kesimi içine alıyor mu bu?

Evet. Müslüman kadınlar olarak hepimizin en büyük kırılma noktasıydı.

*Fakat Roboski katliamından bugüne hâlen aynı kesimden insanlar oylarını AKP’ye vermeye devam ediyor…

Şu an güçlü bir oy potansiyeli olduğuna inanmıyorum.

* Niçin?

Ayrıntılara girmek durumda değiliz şu anda, ama yerel, genel, cumhurbaşkanlığı, seçimlerinde ve son referandumdaki oylara baktığımızda adım adım her seçim öncesinde iktidar bir proje ortaya koydu.

‘SON DERECE BAŞARILI BİR KORKU PROJESİNİ GERÇEKLEŞTİRDİLER’

Son derece başarılı bir korku projesini gerçekleştirdiler. 7 Haziran’da kaybetmişlerdi ve seçimleri kutsayan bu iktidar kaybetmeyi sindiremedi, beş ay içerisinde ülkede korkunç bir korku yönetimi gerçekleştirerek 1 Kasım seçimini ortaya çıkardı. Ankara katliamında 100’den fazla insan hayatını kaybetti.

‘İSLAMİ KESİMDE, BİR DİNLEME OPERASYONU İFŞA EDİLDİ’

Bu katliam ile 1 Kasım arasında yirmi gün var. İnsanlar o travma, o paranoya içerisindeyken üst üste gelen ama bireysel ama kitlesel katliamlarla ve bunlara göz yumulmasıyla yeniden bir seçime gidilmişti. Bu şartlar içerisinde iktidarı tekrar ele aldılar. Önceki seçimlerde mesela İslami kesimde, bir dinleme operasyonu ifşa edildi.

Fettullah Gülen cemaatinden, İslami kesimden bir sürü insanın konuşmalarının dinlendiği kayıtlar ortaya atıldı. O dönemde pek çok ileri gelen muhalif İslami çevreler bu dinleme olayı üzerine, “Çok büyük bir tehlikeyle karşı karşıyayız.

Elimiz mahkûm destekleyeceğiz, başka bir alternatif yok” dediler. Her seçim öncesinde muhalif İslami çevrelerin kendisine mahkûm olacağı, alternatifsiz olduğu kanaati yayıldı ve insanları kerhen oy vermeye zorladığını gördük.

‘REFERANDUMDA KESİNLİKLE YÜZDE 51 ALMADIĞINI HEPİMİZ BİLİYORUZ’

Kaldı ki, bırakalım 7 Haziran’ı 1 Kasım’ı, 16 Nisan referandumunda kesinlikle yüzde 51 almadığını hepimiz biliyoruz. Şu anda ülkenin yarısının kendilerini destekliyormuş gibi oluşturmaya çalıştıkları algı yalandır. Kazanmadıklarını kendilerini de çok iyi biliyorlar, düşüşte olduklarını da. Evet, onları körü kürüne, sorgulamadan destekleyen biatçı bir kesim de var.

*Bu bahsettiğiniz “biatçı kesim” sizce yüzde kaça tekabül ediyor?

Yüzde 30’u asla geçtiğini düşünmüyorum.

*Peki, yüzde 50 gibi bir oyu nereden alıyor bu durumda?

Yüzde 51 almadı ki. MHP’de dâhil olmak üzere yüzde 51 gibi oy almadılar. Nasıl aldıklarını, kazanmadıklarını çok iyi biliyoruz, kendileri de çok iyi biliyorlar.

*Somut sonuçlara göre sormak durumundayım.

Şu anda 16 Nisan’daki sonuçlarından bile çok daha geride olduklarını düşünüyorum. Kaldı ki; bunlar gerçek olmayan sonuçlar. Olduklarından daha da geriye düştüler.

*Yüzde 30’luk kesimden de oylarının azaldığını mı söylüyorsunuz?

Şöyle söyleyeyim; körü körüne biat edenlerin yanı sıra kerhen de olsa pastayı paylaştığı çevrelerde var. Ekonomi, siyasi, medya çevreleri diyebilirsiniz veya orta kesim, kendileriyle birlikte havuzu paylaştıkları, kurulan bir mekanizmanın her türlü ayağında olan bir kesim var.

Onlar birbirlerini harcamazlar. Fetullah Gülen çevresi gibi. Yıllarca ittifak ettikleri Fethullah Gülen çevresine bugün muhalif görünüyorlar.

‘KARŞILIKLI MENFAATE DAYALI HER İLİŞKİ YAPAYDIR’

*Görünüyorlar mı?

Evet, görünüyorlar. Şerh koşuyorum. Öncesinde bu cemaat çevresiyle yaptıkları ittifakı düşündüğümüzde, dün hapis ettikleri, “Ben bu davanın savcısıyım” dediği çevrelerle de en güçlü ittifakı kurmuş görünüyor. Ulusalcı veya derin güçlerle bugün bir ittifak içerisinde olduğunu görüyoruz.

Dün nasıl ki, cemaat çevresiyle yapay bir ittifak kuruldu ve bu ittifak gün geldi çatırdadıysa, bugün kurulan bu ittifakın da menfaate dayalı ve yapay olduğunu düşünüyorum. Bu demek değil ki; halkın güçlü desteği var, sadece yapay ittifaklar var. Karşılıklı menfaate dayalı her ilişki yapaydır.

*Dindar kesimi bildiğiniz için sormak istiyorum; Başkanlık Sistemi’ne yaklaşımları nasıl?

Dindar kesim de, sol, laik, seküler çevreler gibi tek bir renkten ibaret değil. Son derece bilinçli ve muhalif çevreler olduğu gibi; “Giderse yerine kim gelecek, başka alternatif yok” gibi karamsar bir düşünceyle bu iktidara mahkûm olduğunu düşünen çevreler de var.

Hatta hiç eleştirisini, muhalefetini göstermeyip de AKP içinde de dâhil olmak üzere bu gidişattan rahatsız olanların olduğunu da biliyoruz. Dışarıda en reisçi söylemleri yaparlar ama içeride son derece karamsarlar.

‘SANDIKLARA SİLAH ZORUYLA MÜDAHALE ETTİKLERİ DE OLDU’

Az sayıda da değiller. Böyle bir durumda en önemli problem OHAL gerçeği ve güvenlikçi politikalar. Yıllardır her seçimde arkadaşlarımız, insanlarımız yaşadıklarını bizimle paylaşıyorlar.

Silahlı güçlerin, emniyet güçlerinin, kaymakamların, muhtarların sandık başlarında, okullarda, köylüleri “Hepinize soruşturma açılacak” “size hizmet gelmeyecek” gibi tehditlerde bulunuldular. Sandıklara silah zoruyla müdahale ettikleri de oldu.

‘KHK İLE DOKUNULMAZLIK ZIRHINA KAVUŞTURULAN SİVİL GÜÇLER’

Biz bunlarla mücadele ederken, bugün son KHK ile dokunulmazlık zırhına kavuşturulan sivil güçler ortaya çıktı. Bırakın devletin resmi güçlerini bugün adı sanı belli olmayan, nereden ne zaman çıkacakları bilinmeyen, kim olduklarının bilinmediği, Türkiye’nin en ücra yerlerine kadar herkesi tehdit eden, güvenliği, adaleti ortadan kaldıran böyle bir gerçeklik varken nasıl sağlıklı bir seçim gerçekleşebilir.

‘SARAY’IN PARALEL ORDUSU VAR’ DEDİĞİM İÇİN BANA FEZLEKE GELDİ’

*İyi Parti Genel Başkanı, eski İç İşleri Bakanı Meral Akşener’in, Tokat’ta ve başka illerde kamplar kurulduğu ve orada sivillere silahlı eğitimler verildiği iddiası oldu. Bu iddianın bir benzerini ifade ediyorsunuz…

Meral Hanım’ın bahsettiği SADAT kampları meselesi yeni değildir. Yeni keşfedilmiş gibi kamuoyunda konuşuluyor. En az bir buçuk yıl önce, resmi güçlerin haricinde, “Saray’ın paralel ordusu var” dediğim için bana fezleke geldi. Dokunulmazlığımın kaldırıldığı fezlekelerden birisi budur. Paralel ordusunun farklı farklı versiyonlarıyla, toplumda farklı bir yapılanmaya gittiğini biliyoruz.

*Bu kampların olduğu doğru mu yani?

Yapılanmalar var. Meral Hanım’ın spesifik olarak söylediği yerden bakmıyorum olaya ama çok daha farklı yapılanmalar var.

*Nasıl farklı?

Tek bir sivil renk üzerinden gidilmiyor. Bunu özellikle çatışmaların olduğu Kürt illerinde bire bir şahit olduğumuz olaylardan yola çıkarak söyledim. Polis içinde de, askerin içinde de varlar. Hatta ifadeleriyle sabittir; askerin, polisin içinde komutanın, emniyet müdürünün, “Siz kimsiniz!” diyemedikleri güçler var.

Askerin, polisin, komutanın dahi hesap soramadığı çevreler bunlar. Bunlara biz şahit olduk. Tekbir getirerek üzerimize saldırdılar. Görünenin altında çok daha vahim yapılanmalar bunlar…

*Peki, eğer bunlar doğruysa bu noktadan çıkmak için neler yapılmalı?

Gidişat kötü diyen AKP’liler de, diğer muhalif çevreler de müşterek bir noktada buluşmalıdır.

*Buluşurlar mı?

İşte zaten bir türlü ortak bir noktada buluşulmadığı için 16 yıldır bu zulüm politikası besleniyor. Küçük hesaplar peşinde koşan muhalif çevreler, bu 16 yıllık zulüm politikasının bugünlere gelmesini sağladı. Bizim HDP olarak duruşumuz net. İlkelerimiz var ve bu çerçevede yaklaşırız.

Günü birlik hesaplar ve şahıslar üzerinden bakmayız olaylara. Muhalif olup da devletçi reflekslerinden kurtulamayan bu çevreler, demokratik ve özgürlükçü ilkesellikte daha mesafeli duruş ortaya koyabiliyorlar.

Hâlbuki 80 milyon insanımızın geleceği söz konusu. Bunu evrensel, insani değerler çerçevesinde her birimizin bir adım atarak gerçekleştirmesi gerekiyor.

Meclis içinde de, dışında da çok kez şahit olduğumuz gibi bu devletçi, milli refleksler veya ideolojik reflekslerle, özgürlükçü, barışçı, demokratik bir duruşla yan yana gelmeye bile endişe eden bu politik yaklaşımlar maalesef bugün ki zulüm politikasına karşı daha güçlü bir muhalefetin önündeki engellerdendir.

*Cumhurbaşkanı Erdoğan, CHP’nin kendisine yönelttiği eleştirilere onların tek parti iktidarındaki politikalarını hatırlatarak yanıt veriyor. Ezanların yasaklamasından başörtüsü sorununa… Aslında şöyle bir durum var; bir dönem ezilen bir kesimin bugün iktidar olması ama bu kez ezen taraf olması. Dolayısıyla size şöyle sormak isterim; bir dönemin rövanşı mı alınıyor? Bir de; o dönem ezilen dindar kesimin bugün ezilen başka bir kesime ses çıkartmamaları, artan gelirleriyle iyi bir yaşam sürmeleri, “Bir hırka, bir lokma”dan bugüne… Siz bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Amma devlet, amma millilik, amma ulusalcılık adına olsun, Türkiye Cumhuriyet’i devletinin kuruluşundan bugüne maalesef farklı kimliklere, inançlara, dillere, mezheplere sahip çevreler üzerinde her dönem farklı zulüm politikaları yapıla geldi.

Başörtüsünden dolayı Müslüman kadınlar, sakalından dolayı Müslüman erkekler, Aleviler, Kürtler, Ermeniler, farklı olan herkes acı bir hafızaya sahip. İktidar tek parti dönemindeki Kuran, başörtüsü yasaklanması vesaire gibi zulüm politikalarını hatırlatarak toplumun belli bir yaş kesimine hitap ediyor.

Fakat şöyle bir tezat aynı zamanda kendini gösteriyor, tek parti döneminin zulüm politikalarını eleştirirken bugün AKP resmi ve gayri resmi bir şekilde tek parti döneminin bütün gerçekliklerini şimdi topluma yaşatıyor.

TEK TİP ELBİSE UYGULAMASI

*Osmanlı İmparatorluğu özlemi dile getiriliyor ama…

Keşke Osmanlı anlayışlarında da dürüst olsalar… Şimdi bu ayrıntıya girmeyeyim… 28 Şubat döneminde Müslüman Kadınlar olarak YÖK kaldırılsın diye biz yıllarca üniversite önlerinde, meydanlarda eylemler yaptık.

Çünkü yasakçı bir kurum olarak bizim karşımızda duruyordu. Bu yasakçı kurum 12 Eylül darbesinden kalan enkaz bir kurumdu. Bunun kaldırılmasını savunuyorduk. Bugün geldiğimiz noktada 12 Eylül döneminden kalan bu kurumlar AKP’nin şu anda savunduğu ve arkasına sığındığı en temel kurumlar haline geldi.

Bırakın kaldırılmasını şu anda kendisini bu kurumlarla var ediyor ve gücünü onlardan alıyor. Yine son KHK’lar ile gündemimize gelen cezaevlerinde tek tip elbise uygulaması var.

ABD’nin Guantanamo’daki insanlara uyguladığı tek tip uygulamasını İslami çevreler ve Mazlum Der gibi kurumlar olarak eylemler yaparak protesto ettik. Dün bu eylemleri birlikte yaptığımız insanlar bugün AKP’nin KHK’larla uygulamaya koymasına karşı seslerini çıkaramaz hale geldiler.

*Çıkaramaz mı, çıkarmaz mı?

Amma içsel amma dışsal sebeplerden dolayı çıkaramaz hâle geldiler. Bunu böyle söyleyeyim. Hangi sebepten olursa olsun çıkaramamak bir acziyetin ve zilletin göstergesidir. Dün bizim insanlarımıza baskı yapılırken ses çıkarmayı bir onur mücadelesi olarak gördük.

Bugün bizim dışımızdaki başka çevrelerden insanlara bu zulümlerin yapılmasına ses çıkarmamayı asla Kuran’ın toplumsal ibadet ilkeleriyle bağdaştıramıyorum.

Kaldı ki; Hz. Peygamber’in, “Kendinize yapılmasını istemediğiniz bir şeyi başkasına yapmayınız” sözü var. Bir insanın kendisi için istediği insani her türlü güzelliği ve imkânı kendisi gibi olmayanlar için de istemesi Kuran’ın en temel ilkelerinden bir tanesidir.

‘BEN DE TÜRK’ÜM, MÜSLÜMANIM VE İNANCIMDAN DOLAYI İDAMLA YARGILANDIM’

*Bir de şöyle bir durum var; CHP’nin tek parti dönemi uygulamaları konu edildiği için soruyorum, Türkiye Cumhuriyet’inin kuruluşundan bugüne bu baskı, şiddet ve asimilasyon politikaları hiç hız kesmeden Kürtlere uygulana geldi. Müslüman, Sünni olan Kürtlere uygulanan bu baskı ve şiddete karşı dindar kesimin baskıyla karşılaştığı bahsettiğiniz dönemde de, bugün de itirazı olmadı, Kürtlerin yanında durmadı. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Kendisi tek parti döneminde uygulanan politikaları eleştirirken, dün birlikte protesto ettiğimiz haksız uygulamaları, güçlü oldukları bugün, kendilerinin yapabiliyor olması erdemsizlik ve ilkesizliktir. Muhafazakârlarda Kürtler söz konusu olduğunda maalesef şöyle bir şey var; öğretilen din geleneğindeki egemenci, erkekçi ve ırkçı bir temel, bir damar var. Emevi İslamcılığı böyledir; ırkçıdır, ayrıştırıcıdır.

Maalesef ki, bu hâlâ din diye Türk toplumuna öğretilmeye devam ediyor. Bugün 16 yıllık bu iktidar döneminde hep var olan devlet geleneği çok daha somut bir şekilde ortaya çıktı. Kimliğinden vaz geçmiş, asimile olmuş Ermeni iyidir, sosyalist olsa yine kendisinin olursa iyidir, kimliğine sahip çıkmayan, asimile olan Kürt de, Alevi de aynı şekilde onlar için iyidir, ehlileşmiştir.

Ben de Türk’üm, Müslümanım ve inancımdan dolayı idamla yargılandım. Ama bugün geldiğim noktada, muhafazakârların iktidarda olduğu bir dönemde yine linçle, hapisle karşılaşıyorum. Bunun nedeni nedir? Eleştirmek, sorgulamak. Eleştirmeyecek, tartışmayacaksın, konuşmayacaksın deniyor. Kendi inancından, ırkından da olsan eğer muhalifsen tehlikelisin.

‘İYİ PARTİ’NİN YARIN ERDOĞAN’LA YAN YANA OLMAYACAĞININ BİR GARANTİSİ YOK’

*Din Başkanlık yolunu açıyor olabilir mi? MHP ile din ve milliyetçilik temelinde yaptıkları ittifak başarıya ulaşır mı?

MHP de tek parçadan ibaret değil, kendi içerisinde muhalefetini yarattı. Türkiye ile ilgili gerçekliklerde o kadar sık ilkesizliklerle karşı karşıya kalıyoruz ki, bunu şunun için söylüyorum; bugün en şiddetli muhalefeti sergileyen İyi Parti’nin yarın Erdoğan’la yan yana olmayacağının bir garantisi yok.

Dolayısıyla, bu ittifakların ilkesel ve değerler anlamında toplumsal çürümüşlüklerinin sonucu olduğunu düşünüyorum. Başkanlık noktasında ise, zaten bunun yolu açıldı. Yine de 2019’da Türkiye’nin kaderini tayin edecek olanın toplum olduğunu düşünüyorum. Hangi kanun çıkarsa çıksın, kim kiminle ittifak ederse etsin şuna inanıyorum; barış, özgürlük, adalet insanlar için en büyük değerlerdir.

Bunun için mücadele edenlerin bir araya geldiklerinde kazanacağını düşünüyorum. Bunu yine bu toplum yapacak. Dış güçler ya da uzaylılar yapmayacak, kendi toplumsal gerçekliklerimiz bu sonucu ortaya çıkaracak.

Emekler, fedakârlıklar, iyilerin çabası, bu değerlere sahip çıkanlarla ülkemizin kaderini değiştirebiliriz.

ABDULLAH GÜL TARTIŞMASI

*Bir de, Abdullah Gül’ün son KHK’yı eleştirmesi üzerinden yaşadıkları tartışmanın ardından AKP içinden Gül’ün etrafında yeniden bir yapılanma olduğu konuşulur oldu. Sizin buna ilişkin bir bilginiz var mı? Böyle bir oluşum hayır bloğu olarak oluşursa içinde yer alır mısınız?

En az beş yıldır duyuyordum böyle bir yapılanmaya yönelik girişimleri ama kesinlikle reddediliyordu. Gezi ve bu KHK’lar gibi konularda Gül ile ayrışmalarını gördük.

Bu farkındalık çok önemli ama iyi bir muhalefet sesi çıkmasında Gül gibi insanların geç kaldığını düşünüyorum. İnsanlarımız çok acı çekti. Bıçak kemiğe dayandı, geçti. O kadar acı olaylar yaşandı ki; iyilerin sesinin çıkması gereken dönemler oldu. O dönemler sessizlikle geçiştirildi.

Bugün kendi ailemizi, çevremizi tehdit eder duruma geldikten sonra ses çıkarmak ne kadar sağlıklı bir muhalefet ittifakına götürebilir insanları.

*Abdullah Gül’ün hayır bloğunun ortak adayı olarak ortaya çıkarılacağı iddiaları gündeme geliyor. Bu HDP içinde hiç konuşuldu mu? Böylesi bir durumda nasıl bir tavır alırsınız?

Böyle bir gündemimiz olmadı.

Parti içinde hiç tartışılmayan bir konuda burada bir yorum yapmam söz konusu olamaz. Bütün kırgınlığıma, çok geç kalınmış bir refleks olduğunu düşünmeme rağmen, bunun arayış içinde olan AKP içindeki muhalifler başta olmak üzere onlar gibi muhaliflerin tutunacakları bir dal olduğunu düşünüyorum.

Keşke daha büyük acılar yaşanmadan, telafisi mümkün olmayan bedeller ödenmeden önce çıkabilselerdi. Bodrumda insanlar canlı canlı yakılırken sesini çıkarmayanların, bugün sivil güçlerin hesap vermeme garantilerinin sağlandığı ve kendilerini de güvende hissetmediği, risk altında gördüğü noktaya gelmeden önce sesler çıkabilseydi.

*CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun demokrasi bloğu önerisi HDP içinde tartışıldı mı? Bu öneriyi nasıl değerlendiriyorsunuz?

Demokrasi bloğu, hayır ittifakları, Kılıçdaroğlu’nun adalet yürüyüşüyle gündeme gelmedi. Daha önce HDP’nin müdahil olduğu barış ittifakları, demokrasi bloğu gibi ittifak çalışmalarımız oldu ve kesintisiz sürüyor. Küçük hesaplar peşinden koşmadan ülkemizin geleceğini değiştirecek ittifaklar kurmamız gerekiyor.

Bunlar her zaman gündemimizde ve tartışılıyor. İslami kimlikli olarak kendi çevremizde, Ermeni arkadaşımız kendi çevresin vesaire bunun adımlarını atabilir. Yeri gelir hep birlikte yan yana gelmemiz gerekir, hep birlikte yan yana oluruz ve barış için ülkemizin renkleri olarak yan yana olmanın güzelliğini ortaya koyarız. Bunu kolektif bir çalışmayla ortaya koymak için çalışmalarımız var.

CHP’nin kitlesi ile HDP’nin kitlesinin referandum sonuçlarında belirleyici olduğu gibi bir sonuç var. Bu kitleyi bir araya getirmek gibi çalışma yürütülebilir mi diye soruyorum.

CHP tabanı ile biz referandumda çok kez birlikte çalıştık ve dayanıştık. CHP tabanıyla hiçbir sorunumuz yok. Fakat CHP’ye yön veren merkezi ideolojik bir tutuculuk var. Bu da bir gerçek. Mesele orada. Böyle bir bloğa yer açılması. Bazı çevreler eğer hâlâ iktidara karşı mimlenmeyelim, biz de gözaltına alınmakla, fezlekelerle tehdit edilmeyelim endişesiyle yaklaşmadan adımlar atılabilmesi gerekir. Bu endişelerden uzak ilkesel bir oluşum lazım.

Söyleşinin tamamı burada.

Kaynak: Ahval