Halkların Demokratik Partisi (HDP) Sözcüsü Ayhan Bilgen, Meclis Anayasa Komisyonu’nda kabul edildikten sonra Genel Kurul’a giden ‘başkanlık sistemini’ de içeren Anayasa değişiklik teklifini değerlendirdi.

AKP’nin CHP’yi bloke etmek ve teklife ilişkin ‘hayır’ kampanyasını zayıflatmak için HDP üzerinden CHP’yi ‘esir almaya’ çalıştığına savunan Bilgen, “Esas olarak  “hayır” kesimini daraltacak yanlışlar yapmamak, bizim üzerimizden ‘hayır’ı zayıflatacak operasyonlara alet olmamak bizler açısından son derece önemli. MHP içinde çekişen gruplar tarafından ortaya atılan “HDP’liler evet diyecekler, eyaletler kurulacak” polemiğinin tarafı olmamak açısından dikkatli olacağız. AKP’nin CHP’yi bloke etmek ve ‘hayır’ı zayıflatmak için bizim üzerimizden onları esir almasına da izin vermeyeceğiz ve elimizden gelen özeni göstereceğiz” dedi.
 
Ayhan Bilgen Gazete Karınca’dan Altan Sancar’ın sorularını yanıtladı.
 
‘Başkanlık sistemi’ne ilişkin anayasa değişikliği teklifi Komisyon’dan geçerek TBMM Genel Kurulu’na sevk edildi.  HDP konu hakkında görüşlerini daha önce gerek eş başkanlar düzeyinde gerek milletvekilleri düzeyinde ortaya koydu ancak kısa süre önce Mardin Milletvekili Kadri Yıldırım’ın sözleri tartışma yarattı ve siz de bir açıklamada bulundunuz. Toparlayıcı olması açısından, HDP’nin ‘başkanlık sistemi’ne ve teklifine ilişkin tavrı nedir?
 
Başkanlık sistemi ile ilgili yapılan anketlerden çıkan sonuçlar da “evet” diyenlerin Erdoğan’ı başkan olarak görmek istediklerini, “hayır” diyenlerin ise Erdoğan’ı başkan olarak görmek istemediklerini ortaya koyuyor. Türkiye’de başkanlık ve sistem tartışması hiç yapılmadı aslında. Erdoğan’ın bir kurtarıcı gibi sunulması ya da Erdoğan’ın kimi ne kadar rahatsız ettiği ve kaygılandırdığı ile ilgili bir tartışma yapıldı.
 
Biz, beş yıl önce Cemil Çiçek başkanlığındaki komisyonda yürüyen tartışmalarda ne söylediysek, o noktadaki tavrımızı devam ettiriyoruz aslında, yani bizim açımızdan her şey tartışılabilir. O dönemde CHP ve MHP, “Anayasanın başlangıç maddeleri ve başkanlık tartışılamaz” demişti, ama biz o zaman da sistem tartışması en demokratik ve en özgür biçimde yapılabilir demiştik. Fakat bugün karşı karşıya bulunduğumuz durum, soyut bir başkanlık veya sistem tartışması yapılabilecek bir durum değil. Ortada fiili bir durum var ve bu fiili durum hukuki bir kılıfa uydurulmaya çalışılıyor ki MHP de destek gerekçesini bunun üzerine dayandırıyor. Dolayısıyla burada bir anayasa suçu işleniyor ve fiili durum oluşturuluyor, ardından da hukuki bir kılıf oluşturuluyor.
 
Diyelim ki TBMM’den geçti, referandumdan %51 çıktı; bir süre sonra Cumhurbaşkanı yeni fiili durumlar oluşturursa ne olacak? Sık kullanılan bir tabir ile daha büyük bir yama mı atmaya çalışacağız 12 Eylül Anayasası’na? Cemil Çiçek, beş yıl önce yeni anayasa tartışması yapılırken, “Mevcudu tamir etmek mümkün değil artık yama tutmuyor” demişti, ancak şimdi Kenan Evren’in hayal ve beklentisinin üzerinde bir yama atmaya çalışıyorlar.
 
Dolayısıyla bu teklif bizim açımızdan ilkesel açıdan tartışılacak bir şey değil. Kadri Yıldırım’ın cümlesi farklı bir boyutu ile de öne çıkarıldı ve tüm meramı ifade etmeyen bir tablo ortaya çıktı. Net olarak söylemek gerekirse, bizim açımızdan başkanlık teklifi tartışmaya açılan, bir müzakere ve pazarlık konusu olmamıştır. Çünkü ortada açık anayasa ihlali barındıran bir pratik var ve güven verici bir pratik söz konusu değil. Mevcut anayasal hakları bile çok gören bir siyasi irade ile “siz statüyü ve anadilde eğitim hakkını tanırsanız, biz de başkanlığa destek veririz” gibi bir tartışmanın yapılacağının düşünülmesi dahi gerçekçi değildir.
 
‘HİÇBİR TARTIŞMA CİZRE’DE SUR’DA YAŞANANLARIN ÖNÜNE GEÇEMEZ’

Seçmenden HDP’ye yönelik “Salt Erdoğan’ın başkanlığına kilitlenmek doğru mu?” gibi eleştiriler oldu mu? Bu noktada neler söylenebilir?
 
Bu soru anlaşılır ve gerçekçi bir soru, fakat sorunun cevabını da kendi içinde aramak gerekiyor. Çünkü şehirleri yıkan, seçilmişleri tutuklayan, kayyum atayan zihniyet ile kararlı ve net bir hesaplaşma gereklidir. Yani bu cümleden çıkan anlam, uzlaşmacı bir tutum takınıldığında yaşananların bir daha yaşanmayacağı, seçilmişlerin serbest kalacağı, belediyelerin iade edileceği değildir. Yine bu cümleden sandığa gitmeme veya edilgen bir pozisyona çekilme anlamı çıkarmak da oyunu artırmasa bile Erdoğan’ın elini güçlendirir. Çünkü “hayır” diyenlerin sandığa gitmemesi ile az bir farkla bile olsa %51’i yakalayabilecek olan Erdoğan, yeni bir meşruiyet alanı oluşturarak on şehirde denediğini, kırk şehirde deneyecek, seçilmişlere uyguladığını başka kademelere de uygulayacaktır. Hiçbir tutuklama, hiçbir koltuk tartışması Cizre’de ve Sur’da yapılanların önüne geçemez, ama tarafsız kalmak da yine en çok mağdur olanlara zarar verir.
 
‘BURADAN CHP’YE PAY ÇIKACAĞINI SANMAK HAYALPERESLİKTİR’
 
Bu noktada CHP’ye özellikle değinmek istiyorum. CHP’ye “Kürtlerin ve Alevilerin beklentisini siyasete taşımaya gerek yok, başkanlık sistemi gelince iki partili sitemde zaten kaçınılmaz olarak CHP’ye oy vermek zorundalar; asıl sağ seçmeni ne kadar çekebilirsek o kadar iyi” aklını verenler var. Bu durumu mağdur olan ve haksızlığa uğrayan çevrelerin iyi bir biçimde okuması gerekiyor. CHP içinden birçok vekil ve partili samimi bir biçimde direnç gösterecek, ama arkasından da “Ne kadar güçlü hayır dersek siyaseten iyi olur ama sonuç olarak ‘evet’ çıkarsa dahi kazançlı çıkarız” diyenler de olacak. Buradan CHP’ye bir pay çıkacağını sanmak da tam bir hayalperestliktir.
 
‘AKP İÇERİSİNDE CHP’Yİ DİZAYN ETME STRATEJİSİ İŞLETİLİYOR’
 
Cumhuriyet Halk Partisi size böyle bir izlenim mi veriyor?
 
CHP, milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılmasına ilişkin oylamadan bu yana kendi tabanına, gençlerine ve milletvekillerinin büyük bir kısmına “rağmen kararlar” alıyor. Bu rağmen kararların ifade ettiği anlam demokratik, şeffaf taban siyaseti değildir. Bu başka yerlerde kurgulanmış bir senaryoya bir ana muhalefet partisini inandırmaktır.
 
Ucunun açık olmaması adına, “başka yerlerde kurgulanmıştan” kastınız nedir?
 
İki boyutu var bu durumun aslında. AKP tarafından ana muhalefeti dizayn etmeye çalışan bir strateji işletiliyor da olabilir. Mehmet Metiner’in “Cezaevlerine gidiyorsunuz ve teröristlerle görüşüyorsunuz” cümlesi AKP içerisinde CHP’yi kuşatma stratejisinin işletildiğinin bir göstergesi olabilir. Ayrıca silahlı kuvvetler veya eski devlet içerisinde, Erdoğan’ın kendi kaderi ile buluşturduğu “Türkiye Devleti tehlikede, 2. Ulusal Kurtuluş Savaşı” sözleri üzerinden CHP’nin “Erdoğan kötü, ama devlet tehlikede” yönlendirmesi ile kırmızı çizgilere uygun muhalefet yapması tasarlanmış olabilir.
 
İster gerçekten bölgesel ve küresel ölçekli bir risk olsun, ister içeriden risk olsun yapılması gereken şey toplumsal barışın sağlanmasıdır. Oysa AKP tam tersini yapıyor ve ötekileştiriyor, ateşe odun taşıyor. Ve bunu yaparken de eski devlet içerisinde yer alanlar diye tarif edebileceğimiz, 15 Temmuz’da da AKP ile birlikte hareket eden çevre ile de CHP’yi bu sürece ortak yapıyor. Yenikapı’da,  milletvekillerinin yargılanmasına ilişkin süreçte ve Suriye Tezkeresi ile ilgili süreçte takındığı tavır gösteriyor ki ister AKP içinde ister eski devlet içinde olsun, CHP’ye biçilen tavır devletin hassasiyetleri içinde pozisyon almasıdır.
 
‘TUTUKLAMALAR HDP’NİN ‘HAYIR’ KAMPANYASI TÜRÜTMESİNE YÖNELİK’
 
Milletvekillerine yönelik tutuklamalardan bahsetmişken, bu noktadan başkanlık teklifine de dönecek olursak; HDP’nin eş genel başkanlarının ve milletvekillerinin tutuklu bulunduğu bir ortamda TBMM’de bir anayasa görüşmesi yapılacak. Bu ortamda görüşülecek anayasa değişikliğini HDP olarak nasıl değerlendiriyorsunuz?
 
Doğrudan doğruya politik meşruiyetini bir kenara bırakacak olursak bile, teknik olarak milletvekillerinin oy kullanamadığı bir oylamanın sonucu baştan tartışma doğuracaktır. Milletvekillerinin yasama faaliyetlerine, komisyondaki ve genel kuruldaki görüşmelere katılımı engellendiği müddetçe bu çıkacak sonucu tartışmalı bir hale getirir. Kaldı ki bu politik açıdan nettir ki tutuklamalar HDP’nin güçlü ve etkili bir ‘hayır’ kampanyası yürütmesini engellemeye yöneliktir. Burada içeride rehin tutarak referandum döneminde partiyi çalışamaz kılmaya yönelik bir tutum da söz konusu. Burada odaklanmamız gereken esas nokta, HDP’nin nasıl bir çalışma yapmasından kaygı duyduklarını anlamaktır.
 
‘330’UN ÇIKMAMA İHTİMALİ İŞARETİ MEVCUT’
 
Tam da bu noktada HDP olarak görüşmeler için belirlediğiniz veya üzerinde tartıştığınız bir planlama söz konusu mu? Görüşmelerde AKP’nin veya MHP’nin fire vermesini bekliyor musunuz?
 
330’un çıkmama ihtimalinin işaretleri mevcut. Paketten üç maddenin çıkarılması veya başka yerlere eklemlenmiş olması, dayatma ile imza toplanması sonucunda hem MHP içinde hem de AKP içerisinde rahatsızlık olduğunu gösteriyor.
 
AKP içerisinde bu durumdan rahatsız olanlar ne yapacaklar? “Bize dokunmasın, nereye gidiyorsa gitsin” diyecekler mi? Yoksa kendi kişisel onurlarını ve tavırlarını değerli görüp tavır koyacaklar mı? Bu aynı zamanda da MHP’li vekiller açısından da bir tutarlılık testi olacak. Son bir yıl içerisinde bizleri işbirliği ile itham edip, şimdi yaptıkları arasındaki çelişkiyi nasıl açıklayacaklar?
 
AKP ve MHP’de genel kuruldaki oylama sırasında milletvekili iradelerinin ne derece korunacağı oldukça belirleyici olacak. Çünkü bizimle ilgili anayasa maddelerinin değişikliği esnasındaki uygulamaya bakacak olursak, ortada kapalı oylama filan da yok. Adı kapalı oylama olan, ancak parti komiserlerinin kabinlerin başında beklediği ve AKP’li herkesin oyunu göstererek vermek zorunda kaldığı bir oylama gördük. Bu baskıyı MHP’li vekiller için de uyguladıklarında 330’u bulabilirler. Okumadığı metine imza atanların, oy verirken oylarını göstermeye mecbur bırakılmaları son derece kendi içinde tutarlı bir durum.
 
Genel Kurul görüşmelerinde 330’un bulunmaması halinde Türkiye açısından nasıl bir siyasi süreç ortaya çıkabilir peki?
 
İki ihtimal var, ilki ve kaçınılmaz olanı ise 330’a ulaşılsın ya da ulaşılmasın AKP-MHP koalisyonunun çıkacağını düşünüyorum. 330’a ulaşılması halinde hamle yapma fırsatını yakalayan Erdoğan parti içinden yükselen itirazlara rest çekecektir. AKP, FETÖ’nün siyasi kanadı ile hesaplaşmamanın krizini yaşıyor ve teklifin geçmesi halinde bunu daha kolay halledeceğini düşünüyorum. Teklifin meclisten geçmesi halinde karşısındakiler tam anlamı ile kasaptaki koyun kıvamında olacaklar. Geçmemesi halinde ise yapmak zorunda kalacak çünkü bu durum tam anlamı ile bir hesaplaşmaya dönüşecek. Bu durumda da 330’u bulamadığı için, MHP ile 276’yı garanti altına almaya çalışacak.
 
‘EĞER GEÇMEZSE AKP’DE BÖLÜNME KAÇINILMAZ’
 
AKP’de bölünme kaçınılmaz mı diyorsunuz?
 
Geçmemesi halinde bu kaçınılmaz olur ki sonrasında zamanla yarışacaklar. AKP içerisinde farklı düşünenler atak yaparsa dengeler başka türlü yere taşınabilir, yeni bir sağ parti çıkabilir, milliyetçi- muhafazakar kesime hitap edecek özneler doğabilir. Burada erken davrananın ve atak olanın karlı çıkacağını düşünüyorum.
 
‘MHP, ‘MADEM MUHALEFET OLAMIYORUZ, İKTİDAR OLALIM’ DİYEBİLİR’
 
MHP ve koalisyon noktasından devam edecek olursak…
 
MHP, Haziran’da başka bir koalisyonun ortaya çıkmasını neden engelledi, oradaki hesap neydi ve şimdi hangi hesap yapılıyor? Cevaplanması gereken esas soru bu. Bilindiği gibi MHP 2002’de de Türkiye’yi ve koalisyon ortaklarını, kendilerinin barajın altında kaldığı seçime götürmüştü. Belli ki bir rol, bir misyonu “fedakarlıkla” yürüten bir gerçeklik var. MHP’liler ikili görüşmelerde Türkiye’nin bir darbeye sürüklendiğini ve bu darbenin engellenmesi için yeni anayasal statüye ihtiyaç duyulduğunu söylüyorlar. Tabi bu bir iddia. Politik hesap ise Erdoğan’ın ideolojik olarak MHP gibi siyaset yapıyor olması ve partinin de başına geçecek olması, MHP’ye siyaseten hiçbir alan bırakmayacak. Yani MHP “madem muhalefet olamıyoruz, iktidar olalım” diyerek böylesi bir koalisyona girebilir.
 
Türkiye’deki siyasal partiler, bir talebin siyasetteki karar süreçlerine taşıyıcıları olmaktan ziyade politikaların topluma kabul ettirilmesi aracı işlevi görmüştür. İsrail anlaşmaları-Refah Partisi, idam cezası-MHP’nin iktidar ortağı olması örneğine baktığımızda, önümüzdeki dönemde Türkiye’de iktidarda kim olursa toplumsal ikna daha kolay gerçekleşir sorusunun cevabı önem kazanıyor. Düne kadar “katil Rusya” diyenlerin, suikast sonrası “Vatan millet Moskova” pozisyonuna gelmiş olmasına baktığımızda bu tabanın manipüle edilmesi stratejik siyaset açısından oldukça önemli. Bu noktadan bakınca MHP’yi bir iktidar bloğunun içine çekmenin ifade ettiği anlam da gayet anlaşılır önümüzdeki dönem açısından.
 
‘AKP’NİN ‘HAYIR’I ZAYIFLATMAK İÇİN CHP’Yİ ESİR ALMASINA İZİN VERMEYECEĞİZ’
 
HDP, referandum sürecine girilmesi ihtimaline ilişkin çalışmalarına başladı mı?

 
Referandum süreci açısından, hem parti içi tartışmalarımızı hem de toplumsal kesimler ile tartışmalarımızı yürütüyoruz. Ayrıca önümüzdeki dönemde halk toplantıları ile bu durumu yeniden ele alacağız. Bu süreçte de yalnızca bir paketin oylanması olarak görmeyeceğiz, bütün bir süreci tartışacağız. Yani HDP’ye yapılanlar, OHAL koşulları vb. tüm tartışmaları yürüteceğiz.
 
Esas olarak  “hayır” kesimini daraltacak yanlışlar yapmamak, bizim üzerimizden ‘hayır’ı zayıflatacak operasyonlara alet olmamak bizler açısından son derece önemli. MHP içinde çekişen gruplar tarafından ortaya atılan “HDP’liler evet diyecekler, eyaletler kurulacak” polemiğinin tarafı olmamak açısından dikkatli olacağız. Çünkü bizler HDP olarak MHP’nin iç iktidar hesaplaşmalarının aracı değiliz. AKP’nin CHP’yi bloke etmek ve ‘hayır’ı zayıflatmak için bizim üzerimizden onları esir almasına da izin vermeyeceğiz ve elimizden gelen özeni göstereceğiz.
 
Biz HDP olarak ‘hayır’ı statükocu bir anlayışla söylemiyoruz. Yani “mevcut anayasa çok iyi, ona sarılalım ve koruyalım, tehlike geliyor” demiyoruz, çünkü mevcut anayasanın kendisi de bir tehlikedir. Biz siyasi taktiksel kazanımlarla, Türkiye’nin demokratik bir anayasa tartışmasına çekilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Bu noktada da HDP, en güçlü ve en tutarlı sözü söyleyecek noktada. CHP’nin sağa hitap etme çabaları HDP’ye yeni bir alan açarken, AKP-MHP ittifakı ile gelen anayasa da AKP içerisinde yer alan Kürtlere, liberal çevreye hitap etmek açısından da büyük bir fırsat sunuyor.
 
Referandumun ardından da Türkiye’de hayatın devam edeceğini de unutmadan hareket edeceğiz. İster geçsin, ister geçmesin toplumsal mücadele de devam edecek. Bu süreci önemli bir dönemeç olarak görüyoruz, ama asla kendi bağlamından koparıp bir anlam da yüklemiyoruz.