HDP Sözcüsü Günay Kubilay, partisinin genel merkezinde düzenlediği basın toplantısında gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın eleştiren Kubilay, “İnsanlar Elazığ’da evsiz barksızken, Van’da çığ altındayken sarayı konuşmak, çay dağıtmak, TOKİ güzellemesi yapmak her şeyden önce utanç vericidir. Evvelki gün Meclis'te Ahlat’a saray yasasını değil, Bahçesaray’daki yaraların nasıl sarılacağını konuşalım diye HDP grubu olarak çağrı yaptık. Hiç oralı bile olmadılar. Bahçesaray’ı değil, Ahlat’a sarayı konuşmaya devam ettiler. HDP grubu bu nedenle Meclis çalışmalarına katılmadı, bu siyasi sorumsuzluğun, duyarsızlığın ortağı olmak istemedi” dedi.

Erdoğan ve kabinesi hem Suriye’de hem de Libya’da fena halde tuzağa düşmüş durumda ve bunun siyasi sorumluluğundan tekrar ‘kandırıldık’ diye kaçamaz. Rusya ile yapılan tüm anlaşmaların sahada karşılığının olmadığı açığa çıkıyor. Çünkü Suriye Ordusunu ve Şam yönetimini bağlamayan hiçbir anlaşma uygulanabilir değil. Bu nedenle Erdoğan, ‘Putin beni kandırdı’ derse, hiç kusura bakmasın, Erdoğan kendi kendisini kandırmış olacaktır.

“Daha birkaç gün önce 8 asker İdlib’de hayatını kaybetti. Bu askerlerin İdlib’de ne uğruna öldüğünü, Türkiye’nin neden Suriye topraklarından askeri güçlerini çekmediğini Erdoğan açıklamalıdır” DİYEN Kubilay, “Suriye meselesine gelince her geçen saat İdlip’te topyekün bir savaş riskinin yükseldiğini görüyoruz. Ortaya çıkan tablo AKP-MHP iktidarı açısından son derece vahim bir durumu gözler önüne seriyor: Bir yanda Rusya ve İran’ın desteklediği Suriye Ordusu bulunuyor. Diğer yanda ise HTŞ ve ÖSO’ya kol kanat germek ve korumak için emir almış Türkiye askeri var. Suriye ordusu kendi topraklarını El Kaide uzantısı HTŞ çetelerinden temizlemeye çalışıyor. Peki Türkiye orada ne yapıyor? Türkiye askerinin İdlib’de ne işi var?” diye sordu.

Kubilay, şöyle konuştu:

Bugün Cizre katliamının 4’üncü yılı. 4 yıl önce bugün Cizre bodrumlarında 189 insan yakılarak katledildi. Cizre’ye, Cizre’deki vahşete dair söylenecek çok söz var elbet. Emin olun tarih Cizre’de yaşananları kalın puntolarla yazacaktır. Mehmet Tunç’un, Taybet Ana’nın adı çocuklarımızda, torunlarımızda yaşayacak.

Bu katliamların hesabını bugün olmasa da yarın sormak bizim boynumuzun borcu. Kimsenin şüphesi olmasın, bu katliamın hesabını er ya da geç soracağız. Yaşamını yitirenleri unutmayacağız, unutturmayacağız.

“TÜRKİYE DOĞAL AFETLERİN FELAKETE DÖNÜŞMESİNİ ÖNLEMEK KONUSUNDA YETERSİZ”

Son günlerde hepimizi derinden sarsan ve büyük acılara boğan günler yaşıyoruz. Elazığ-Malatya depreminin ardından, önceki gün de Van Bahçesaray’da 5 kişi çığ altında kalarak yaşamını yitirmişti. Arkasından çığın altında kalan insanları kurtarmaya giden halkın ve kurtarma ekiplerinin üzerine düşen çığda ise 36 kişi daha hayatını kaybetti.

Aynı gün bir başka üzücü olay da İstanbul’da yaşandı. Sabiha Gökçen Havalimanı’nda 183 kişinin içinde bulunduğu yolcu uçağı pistten çıktı. 3 kişi de orada hayatını kaybetti.

Her üç olay da Türkiye’nin gerek doğal afetlerin felakete dönüşmesini önlemek, gerekse büyük ölçekli kazalara karşı hazırlıksız ve yetersiz olduğunu bütün çıplaklığıyla ortaya koymuş oldu.

“BİR İÇİŞLERİ BAKANI VAR, ELİNDE KIRBAÇLA DOLAŞIYOR”

Bir İçişleri Bakanı var, elinde kırbaçla dolaşıyor. Deprem olmuş, insanlar ölmüş. İnsanlar verdiği verginin nereye harcandığını soruyor. Bakan soru soranlara yanıt vermek yerine kırbaç sallıyor. Çünkü, susturmak istiyor. Çünkü, ertesi gün Küba’da ve Jamaika’da 7,7 büyüklüğünde deprem oluyor. Bir kişinin bile burnu kanamıyor. Ama Türkiye’de 6,8 büyüklüğünde bir depremde 41 kişi öldü AFAD'ın açıklamasına göre.

Gerekli tedbirler alınmayınca, depremin yaratacağı felaketi önlemek için gerekli yatırımlar yapılmayınca, ikna edici yanıtlar olmayınca, geriye zorla susturmak kalıyor. İçişleri Bakanının elinden sadece insanları susturmak geliyor. İnsanlar, partiler, sendikalar, dernekler… Yardıma koşuyor, büyük bir dayanışma ağı kuruyor. Bakan yardımları yasaklıyor, yardımların ihtiyacı olanlara ulaşmasını engelliyor.

“ÇIĞ BÖLGESİ VE GÜLŞEN ORHAN'A İLİŞKİN İDDİALAR NETLEŞTİRİLMELİDİR”

Çığa gelince… Örneğin iktidar ikinci çığ ile ilgili olarak kamuoyuna yansıyan ‘AKP eski milletvekili ve Cumhurbaşkanı Danışmanı Gülşen Orhan çoğunluğu korucu ve askerlerden oluşan kalabalık bir ekiple bölgeye gittiğine ve oluşan sesten kaynaklı ikinci çığ düştüğüne’ dair iddialar var.

İlgili şahsın sosyal medya açıklamasıyla yetinilecek, üstü örtülecek, konuşanlara kırbaç sallanacak bir durum değildir. İddialar bir an önce netleştirilmeli, soruşturma başlatılmalı, iddialar doğruysa gereken yapılmalıdır.

UÇAK KAZASI DA BÜYÜK BİR ÖZENSİZLİK VE TEDBİRSİZLİĞİN SÖZ KONUSU OLDUĞUNU GÖSTERDİ”

Uçak kazası da yaralılar konusunda büyük bir özensizlik ve tedbirsizliğin söz konusu olduğunu gösterdi. Yaralıların servislerle uçaktan alındığı, yaralanan insanların ambulanslarla hızla kaza alanından uzaklaştıracak, ağır hastalara anında gerekli ilk yardımı yapacak hiçbir hazırlığın olmadığı görüldü.

“TEK İHTİYACIMIZ OLAN GÜÇLÜ TOPLUMSAL DAYANIŞMADIR”

Biz bu vesileyle hayatını kaybedenlere rahmet diliyoruz. Yakınlarının acılarını en içten duygularımızla paylaşıyor, sabırlar diliyoruz. Yaralılara acil şifalar diliyor, en kısa zamanda aramıza dönmelerini bekliyoruz. Böylesi acı dolu karanlık günlerden geçerken tek ihtiyacımız olan dayanışmadır. Güçlü dayanışma ağlarının kurulmasıdır. Dayanışma duyguları zayıf toplumlarda ne yazık ki sadece ateş düştüğü yeri yakıyor.

“DALGA GEÇER GİBİ “ALLAH RAHMET EYLESİN” DEDİKTEN SONRA AHLAT’A SARAYI 1. GÜNDEM YAPMAK SİYASİ SORUMSUZLUKTUR”

Erdoğan, Bahçesaray’da bunca insan yaşamını yitirmişken Ahlat’a saray yapmaktan söz ediyor, meclis birinci gündem olarak saray yasasını konuşuyor. Buna artık vicdansızlık demek bile az kalır. Dalga geçer gibi “Allah rahmet eylesin” dedikten sonra Ahlat’a sarayı birinci gündem yapmak büyük bir siyasi sorumsuzluktur.

“İNSANLAR ELAZIĞ’DA EVSİZ BARKSIZKEN, VAN’DA ÇIĞ ALTINDAYKEN ÇAY DAĞITMAK UTANÇ VERİCİDİR “

İnsanlar Elazığ’da evsiz barksızken, Van’da çığ altındayken sarayı konuşmak, çay dağıtmak, TOKİ güzellemesi yapmak her şeyden önce utanç vericidir. Evvelki gün Meclis'te Ahlat’a saray yasasını değil, Bahçesaray’daki yaraların nasıl sarılacağını konuşalım diye HDP grubu olarak çağrı yaptık. Hiç oralı bile olmadılar. Bahçesaray’ı değil, Ahlat’a sarayı konuşmaya devam ettiler. HDP grubu bu nedenle Meclis çalışmalarına katılmadı, bu siyasi sorumsuzluğun, duyarsızlığın ortağı olmak istemedi. Çünkü, HDP içinde milletvekillerimizin de olduğu Eş Genel Başkanımız Sezai Temelli’nin başkanlığında bir heyet bölgede bulunuyor. Halkımızla birlikte el ele vererek, omuz omuza durarak, bu felaketlerin üstesinden de geleceğiz, daha önceki felaketlerde olduğu gibi.

“ASKERLERİN İDLİB’DE NE UĞRUNA ÖLDÜĞÜNÜ ERDOĞAN AÇIKLAMALIDIR”

Suriye meselesine gelince her geçen saat İdlip’te topyekün bir savaş riskinin yükseldiğini görüyoruz. Ortaya çıkan tablo AKP-MHP iktidarı açısından son derece vahim bir durumu gözler önüne seriyor: Bir yanda Rusya ve İran’ın desteklediği Suriye Ordusu bulunuyor. Diğer yanda ise HTŞ ve ÖSO’ya kol kanat germek ve korumak için emir almış Türkiye askeri var. Suriye ordusu kendi topraklarını El Kaide uzantısı HTŞ çetelerinden temizlemeye çalışıyor. Peki Türkiye orada ne yapıyor? Türkiye askerinin İdlib’de ne işi var? Daha birkaç gün önce 8 asker İdlib’de hayatını kaybetti. Bu askerlerin İdlib’de ne uğruna öldüğünü, Türkiye’nin neden Suriye topraklarından askeri güçlerini çekmediğini Erdoğan açıklamalıdır.

“ERDOĞAN HERHANGİ BİR TÜRKİYE CUMHURİYETİ YURTTAŞI DEĞİL, ONA SORMAYACAĞIZ DA KİME SORACAĞIZ”

Erdoğan, bu tür açıklama yapmasını isteyen ve sorular soran herkese fena halde öfkeleniyor. Öfkelenmeyecek, Erdoğan herhangi bir Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı değil ki öfkelensin. Üç sıfatı birden taşıyor, halka hesap vermesi gereken üç koltukta birden oturuyor. Biz Türkiye’nin parlamentoda grubu bulunan üçüncü büyük partisi olarak bölgeyi yaşanmaz bir cehenneme çeviren saldırgan bir dış politikanın, komşularla sıfır sorundan sıfır komşuya evrilen dış politika macerasını halk adına Erdoğan’a sormayacağız da kime soracağız?

“ERDOĞAN 'İDLİB VE LİBYA KONUSUNDA KANDIRILDIK' DİYE KAÇAMAZ”

Erdoğan ve kabinesi hem Suriye’de hem de Libya’da fena halde tuzağa düşmüş durumda ve bunun siyasi sorumluluğundan tekrar ‘kandırıldık’ diye kaçamaz. Rusya ile yapılan tüm anlaşmaların sahada karşılığının olmadığı açığa çıkıyor. Çünkü Suriye Ordusunu ve Şam yönetimini bağlamayan hiçbir anlaşma uygulanabilir değil. Bu nedenle Erdoğan, ‘Putin beni kandırdı’ derse, hiç kusura bakmasın, Erdoğan kendi kendisini kandırmış olacaktır.

“TÜRKİYE SURİYE HALKLARININ KENDİ KADERİNİ TAYİN HAKKINA SAYGILI OLMALIDIR”

Meclis'te tek parti grubu olarak Suriye tezkeresine ‘hayır’ demiştik. Ateşe benzinle gidenlerden olmadık ve olmayacağız. Türkiye kamuoyuna barışçıl, ilkeli ve erdemli bir dış politikanın gerekliliğini anlatmaya devam edeceğiz. Çağrımızı yineliyoruz: Türkiye Suriye topraklarından kayıtsız koşulsuz çıkmalıdır. Demokratik bir siyasal sürecin önünü açmalı, Suriye halklarının kendi kaderini tayin hakkına saygılı olmalıdır.

“TÜRKİYE’DE 16 MİLYON KİŞİ YOKSUL, 18 MİLYON KİŞİ DE YOKSULLUK SINIRINDA YAŞIYOR”

Ekonomik göstergelere gelince, Türkiye gelir dağılımındaki adaletsizlik derinleşiyor ve yoksul ile zengin arasındaki uçurum daha da büyüyor. DİSK-AR’ın yaptığı açıklamaya göre Türkiye, OECD ülkeleri içinde en kötü gelir dağılıma sahip üç ülkeden biri. Gelir dağılımı Türkiye'den bozuk olan ülkeler ise sadece Şili ve Meksika var. Türkiye’de 16 milyon kişi yoksul, 18 milyon kişi de yoksulluk sınırında yaşıyor.

Türkiye İstatistik Kurumu’nun Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırması 2018 yılı sonuçlarına göre yüksek gelire sahip yüzde 20'lik grubun toplam gelirden aldığı pay yüzde 48’e kadar yükselmiş. En düşük gelire sahip yüzde 20'lik grubun aldığı pay ise yüzde 6,1'e düşmüş. Yüzde 5’lik zengin kesim 2019’da zenginliğini yüzde 12.7 arttırmış durumda.

“KÜÇÜK VE ORTA ÖLÇEKLİ İŞLETMELERİN NEREDEYSE TAMAMINDA KAYIT DIŞI MÜLTECİ İŞÇİ ÇALIŞTIRIYOR”

Tablo bu kadar değil. Türkiye’de bildiğiniz gibi 3 buçuk milyonu bulan Suriyeli sığınmacı var. Sığınmacıları misafir etmekle övünen AKP iktidarı, sığınmacıları ucuz emek bir iş gücü olarak kullanmaktan beis görmüyor.

TÜRK-İŞ’in ‘Türkiye’de yaşayan Suriyeli Sığınmacılar ve Kayıt Dışı Göçmenler’ araştırmasına göre özellikle küçük ve orta ölçekli işletmelerin neredeyse tamamında kayıt dışı mülteci işçi çalıştırıyor. Bu işletmelerde sığınmacı işçiler ağır koşullarda, günde 13-14 saati bulan çalışma süreleriyle sigortasız, sosyal hak ve güvenceden yoksun, karın tokluğuna ayda 1500-1800 TL arasında değişen ücretlerle çalışmak zorundalar.  Yani kölece çalışma koşullarına uymak zorundalar.

EKONOMİK KRİZ

Birkaç gün önce açıklanan Ocak ayı enflasyon rakamları da “Faiz düşerse enflasyon düşer” diyen Erdoğan’ı bir kez daha hayal kırıklığına uğrattı. Yaz etkisi nedeniyle düşme eğilimine girse de kış etkisiyle yeniden yükselişe geçen gerçek enflasyon rakamları, sürekli artan işsizlik ve meclise getirilmek istenen yerel yönetimlerle ilgili yasa teklifi ve artırılmak istenen belediye vergilerini birlikte düşündüğümüzde ekonomik krizin yıkıcı etkilerinin daha da büyüyeceğinin altını çizebilir, söyleyebiliriz.

“GRUP YORUMLA İLGİLİ HER AN YÜREĞİMİZİ YAKACAK HABERLER GELEBİLİR “

Bildiğiniz gibi ülkemizde çok inanılmaz ilginç gelişmeler yaşanıyor. Önemli müzik gruplarımızdan biri olan Grup Yorum üyeleri uzun zamandır açlık grevindeler. Açlık grevini ölüm orucuna dönüştüren İbrahim Gökçek 235, Helin Bölek 232’ince gününde. Sağlık koşulları oldukça kötü ve her an hepimizin yüreğini yakacak kötü haberlerle sarsılabiliriz. Grup Yorum'un avukatlığını yapan ÇHD Genel Başkanı Selçuk Kozağaçlı ve tutuklu ÇHD’li avukatlar müvekkillerinin haklı taleplerinin savunucusu olmak amacıyla 5 Şubat’tan itibaren itibariyle açlık grevine başlamışlardır.

“BİR ÜLKE DÜŞÜNÜN: MUHALİF ŞARKI SÖYLEYEN BİR MÜZİK GRUBUNUN KONSERLERİ YASAKLANIYOR“

Grup Yorum üyelerini açlık grevine ve ölüm orucuna zorlayan neden Türkiye’nin içinde bulunduğu utanç verici siyasi tabloyu, ülkenin içine sürüklendiği kaotik siyasi durumu çok çarpıcı bir biçimde özetliyor. Ne diyor Grup Yorum üyeleri? Neden açlık grevler: Konser yasaklarımızı kaldırın, tutuklu üyelerimizi serbest bırakın, üzerimizdeki baskılara son verin diyorlar. Bir ülke düşünün: Muhalif şarkı söyleyen bir müzik grubunun konserlerde söylediği şarkılar nedeniyle konserleri yasaklanıyor, gruba baskı yapılıyor, üyeleri tutuklanıyor.

Böyle bir durum kabul edilemez. Grup Yorumu beğenmiyor olabilirsiniz. Beğenmiyorsanız şarkılarını dinlemeyebilirsiniz, ama şarkı söylemelerini yasaklayamazsınız.

“AKP VE MHP’LİLERE SESLENİYORUZ; GRUP YORUM’UN TALEPLERİNİ DERHAL KABUL EDİN”

Bir müzik grubunun şarkı söylemek için açlık grevine başlamasını, ölüm orucuna yatmasını hangi partiden olursa olsun vicdanı olan hiç kimsenin kabul etmesi mümkün değildir. Buradan iktidara ve AKP- MHP’lilere de sesleniyoruz, Grup Yorum’un taleplerini derhal kabul edin, açlık grevlerini ve ölüm oruçlarını sona erdirin.

“SOYLU’YA SORUYORUZ: KAYIP İNSANLARA NE OLDU? “

Son zamanlarda kayıplar Türkiye’nin öncelikli gündemleri arasında yer almaya başladı. Geçen hafta da üzerinde durmuştuk. Bu hafta da tekrarlamak isterim. Dersim'de üniversite öğrencisi olan Gülistan Doku 34 gündür kayıp. Olayın şüphelisi Zainal Abarakov adlı şahıs yurt dışına kaçıyor, bölgedeki MOBESE kayıtlarına ulaşılamıyor, şüpheli herkesin ifadesi alınmıyor. Dersim’de bu tarz olaylara göz yumma, üstünü örtme, şüphelilerin korunduğuna dair kuşkular daha da güçleniyor.

Diğer bir kayıp. Şırnak’ın Beytüşşebap ilçesinde yaşayan ve İstanbul Keldani Kilisesi Papazı Remzi Diril’in babası 71 yaşındaki Hurmuz Diril ile annesi 65 yaşındaki Şimoni Diril’den de 11 Ocak’tan bu yana haber alınamıyor. Çiftin kaybolduğu bölge askeri yasak bölge ve karakol komutanı ‘Olaya yasak getirildi. Ailesi dışında kimseyle bilgi paylaşmıyoruz’ diyor. Ne yazık ki çiftin bulunması için yeterli çalışma da yapılmıyor ayrıca kamuoyunun bilgilenmesi de engelleniyor.

Bir ilginç kayıp haberi daha… Hapishanedeki oğlunu ziyaret etmek amacıyla Batman'dan İstanbul'a gelen ve aynı gün akrabalarıyla görüşen Mehmet Bal'dan 24 Ocak’tan sonra bir daha haber alınamıyor. 7/24 kameralarla izlenen İstanbul gibi bir şehirde, bir insan nasıl kaybolabilir?

Biz bu ülkede insanların güvenliğinden ve yaşamlarından sorumlu bakan Soylu’ya soruyoruz: Yukarıda adı geçen insanlara ne oldu, akıbetleri ne durumda? Çıkıp başta kayıp yakınları olmak üzere kamuoyuna doyurucu, ikna edici açıklamalar yapın, kayıpları bulun. 

“CEZAEVLERİNDEKİ İŞKENCE ARTIK GİZLENEMEZ BİR BOYUT KAZANDI”

Cezaevlerindeki hak ihlalleri ve işkenceler artarak sistematik biçimde devam ediyor ve artık yaygınlaşarak gizlenemez bir boyut kazanmış bulunuyor. Cezaevlerindeki hasta tutsakların tedavi edilmemesi, tedavi süreçlerinde ise kelepçe dayatılması, çıplak arama, gazete, dergi ve kitap kısıtlaması, koğuşlara yapılan baskınlar, kadınların erkek gardiyanlar tarafından aranması, banyolara dahi kamera yerleştirilmesi, darp, tehdit ve hakaret şeklinde süren işkence yöntemleri sık sık gündemimize geliyor.

Bu konuda iki örnekle yetinelim: Bakırköy Kadın Kapalı Cezaevi Eğitim Kurul Başkanlığı, çok sayıda kitap ve gazetenin tutuklulara verilmesini yasaklamış. Bu kitapların adları ve içeriğindeki kavramlar eğitim kurulunun düşüncelerine aykırıymış. Eskişehir H Tipi Kapalı Cezaevi’nde hücrelerde keyfi biçimde arama yapıldığını, aramalara ise gardiyanların dışında dışarıdan özel harekât polisleri de katılıyormuş. Cezaevlerinde gizlenemez biçimde yaygınlaşan işkencelere ses çıkarılmaz, hasta tutsaklar ölüme terk edilirken Sivas Katliamının katillerinden Ahmet Turan Kılıç hasta ve yaşlı olduğu için Erdoğan tarafından affedilmiş ve serbest bırakılmıştır. Bu konunun değerlendirilmesini biz kamuoyunun takdirine bırakıyoruz.

“CİZRESPOR'UN YAŞADIĞI TÜRKİYE SPOR TARİHİNE GEÇECEK KARA BİR LEKEDİR”

Türkiye’deki içler acısı siyasi tablo bununla sınırlı değil. Geçen günlerde 3. Lig 2. Grup’ta mücadele eden Cizrespor Türkiye Futbol Federasyonu (TFF) ve Merkez Hakem Kurulu’na (MHK) karşı güçlerinin yetmediğini belirterek, kendi sahalarında yapılan adaletsizlik, deplasmanlarda görmüş oldukları ırkçılık nedeniyle ligden çekildiğini duyurdu.

Bu durum Türkiye spor tarihine kara bir leke olarak geçecek utanç verici bir gelişmedir. Özellikle AKP-MHP iktidarı döneminde futbol evrensel barışa hizmet eden bir köprü özelliğini yitirerek iktidarın ideolojik saldırı aygıtına ve hegemonya aracına dönüştürüldü. İktidarın ırkçı, ayrımcı ve eril anlayışı stadyumlarda kendini en çıplak biçimlerde göstermekte ve giderek bir ‘spor kültürü’ haline gelmektedir.

Her şeyden önce futbolun barış ve kardeşlik köprüsü olma işlevini, evrensel değerlerin taşıyıcısı olma özelliğini yeniden kazanmasının yolu futbolun bu özelliklerini yok eden AKP-MHP iktidarından kurtulmaktan geçiyor.

“REMZİYE YAŞAR KARARI HUKUKSAL DAYANAKTAN YOKSUN, SİYASİ KARARLARDAN BİRİDİR”

Bir başka hukuk dışı karar ise Yüksekova Belediye Eşbaşkanımız Remziye Yaşar ile ilgili. 15 Ekim 2019 tarihinde yapılan ev baskını ile gözaltına alınan ve 17 Ekim’de Yüksekova Belediye Eşbaşkanımız Remziye Yaşar'ın Hakkari 1’nci Ağrı Ceza Mahkemesince adli kontrol şartı ile tahliyesine karar verilmişti. Ancak, savcılığın karara itirazı üzerine gece yarısı apar topar toplanan 2’nci Ağır Ceza Mahkemesi heyeti Yaşar’ın tahliye kararını reddetti.

Bu karar Türkiye’de yargı sisteminin nasıl işlediğini, nasıl ısmarlama kararlar verildiğini, kararların hukuksal dayanaktan yoksun siyasi kararlar olduğunu bir kez daha gözler önüne sermiş bulunuyor. Bu karar her şeyden önce, siyasi iktidarın siyasi darbe yöntemleri ve gayri meşru yollarla da olsa Kürt halkının siyasi iradesini gasp etmeye ve HDP’ye yönelik siyasi saldırılarını kesintisiz biçimde sürdüreceğini gösteriyor. Ancak şu çok iyi bilinmelidir ki HDP olarak içeride veya dışarıda haklı ve meşru davamızı sürdürmeye, direnişimizi büyütmeye devam edeceğiz. HDP’yi yıldıramazsınız.

“GEZİ BÜTÜN TOPLUMUN ADALET TALEBİYDİ”

Biliyorsunuz Gezi Davasıyla ilgili savcılığın mütalaası yayınlandı. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, Gezi davası savcılık mütalaasında, tutuklu iş insanı Osman Kavala, mimar Mücella Yapıcı ve Yiğit Aksakoğlu hakkında ağırlaştırılmış müebbet hapsi talep etmiş. Savcının mütalaası Türkiye’deki hukuksuzluğun geldiği ve içine sürüklendiği vahim noktayı bir kez daha gözler önüne seriyor. Davayı Fethullahçı savcılar açmıştı, şimdi hiçbir şey olmamış gibi dava devam ediyor.

Gezi iktidara karşı birikmiş bir öfkenin bütün ülkeye dalga dalga yayılma haliydi. Bütün toplumun adalet talebiydi. Baskıya, yağmaya, talana, eşitsizliğe, adaletsizliği, dışlanmaya, horlanmaya, yok sayılmaya gösterilen kitlesel bir tepki biçimiydi.

Gezi kütüphaneler, danslar, forumlar, dayanışma ağları ile “başka bir Türkiye” hayalinin inşasıydı. Cizre’den Taksim'e köprü kurulan yerdi Gezi. Farklı siyasi renklerin, dinlerin, dillerin, farklılıkların buluşmasıydı. Gezi’de yaralananları tedavi eden vicdan sahibi doktorlarla, Cizre’de bombalananlara koşan sağlık emekçileri aynı duygularla koştular.

Bugün devam eden pek çok direniş Gezi’nin yarattığı özgüven ve dayanışmanın sonucudur.  İşçiler, eylemlere katıldığı için işten atılanlar, haklarında disiplin soruşturması açılan öğrenciler, yaralıların yardımına koşan doktorlar benzer bir duyguyla Gezi’yi hatırlıyorlar.

“GEZİ DAVASI’NDA İSTENEN CEZALARIN GEZİYİ LEKELEMESİ MÜMKÜN DEĞİLDİR”

Bu bağlamda Gezi Davası’nda yargılananlar hakkında istenen cezaların hükmü yoktur. Bu ceza taleplerinin Gezi’yi lekelemesi mümkün değildir. Çünkü bizi dinleyen, izleyen milyonlarca insan Gezi’yle duygudaşlık kurmaktadır. Kendini yaşadıklarını Gezi’de bulmaktadır.

Kendini Gezi’de, Gezi ruhu ile ifade eden insanlara ceza vermek istiyorsanız bu toplumun hepsine müebbet hapis cezası vermeniz gerekir. Çünkü Gezi’yi tetikleyen her şey devam ediyor ve yeni Gezileri mayalıyor. Ama biliyoruz ki, bugün büyük bir sessiz çoğunluk her şeyin farkında.

“HERKESİ 18 ŞUBAT’TAKİ GEZİ DAVASI’NIN 6. DURUŞMASINA DAVET EDİYORUZ”

O gün ‘hepimiz oradaydık’, bugün hepimiz buradayız, her şeyin farkındayız ve mücadeleden asla vazgeçmeyeceğiz. Gezi'yi bize unutturmaya çalışanlara inat Gezi’yi unutmayacağız. Bu vesileyle herkesi 18 Şubat’taki Gezi Davası’nın 6. duruşmasına davet ediyoruz.