HDP İzmir Milletvekili Ertuğrul Kürkçü, TBMM Plan ve Bütçe Komsiyonu’nda Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı bütçesine yönelik açıklamalarda bulundu.

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın nüfus artışına ilişkin açıklamalarına da değinen Kürkçü, “Türkiye’nin batısında nüfus artış oranları binde 8 ile yüzde 1,3 arasında giderken örneğin Şanlıurfa, Hakkâri, Van ve diğer illerde bu oran yüzde 3’ten fazladır, Türkiye ortalamasının üzerindedir. Aile büyüklüklerine baktığımız zaman da gördüğümüz gerçek şudur; ortalama aile büyüklüğü 2016’da Türkiye’de 3,5 iken -yani anne, baba ve 1 çocuk var ya da yok - Şırnak ve Hakkâri’de bu 6,7 ve 5,8’dir. 5, 10, 15 burada söz konusu değildir. Aslında bu 1930’lardan beri Türk devletçiliğinin değişmez problemidir. Nüfus artış oranları batı ve doğuda, Kürtler ve Türkler arasında farklıdır” dedi.

 “Genelkurmay bu sorunla uğraşıyor, Millî Güvenlik Kurulu bu sorunla uğraşıyor ve tabii ki Cumhurbaşkanı da bu sorunla uğraşıyor” ifadelerini kullanan Kürkçü, ” Bu meselenin çözümü, dini araya sokmak, milleti araya sokmak, milli beka meselesinden dem vurmak değildir. Çünkü Cumhurbaşkanı yaklaşık 2005’ten beri “üç çocuk yapın” diye haykırıyor. Fakat en çok çocuk yapması istenenlerin çocuk sayıları durmaksızın düşüyor. Kadına reva görülecek iş mi bu? Devletin çözemediği meseleyi kadınlar doğurarak çözsünler. Nasıl yapacaklar bunu? Ev içine giriyoruz, insanların yatak odasına giriyoruz ve onları yönlendirmeye çalışıyoruz. Bu böyle çözülemez” ifadelerini kullandı.

Kürkçü, şöyle konuştu:

Cumhurbaşkanı tartışmaya konu olan son demecinde “Müslüman’ın görevi çoğalmaktır, Kitap da böyle söylüyor, Müslüman kadının yükümlülüğü böylelikle artıyor” dedi. Ayrıca dedi ki: “Çoğalmak konusunda teröristler ellerinden geleni yapıyorlar, 5, 10, 15 nüfuslular”. Bu hem kadın Bakanlığı’nın ele alıp değerlendirmesi hem de bizim üzerinde düşünmemiz gereken bir husus.

“Terörist” diye eğer PKK kastediliyorsa PKK üyelerinin genel olarak evlenmedikleri, evlenmelerinin teşvik edilmediği, çocuklu aileler kurmadığı gerçeği var. Gerçek bu olunca o zaman ister istemez “Ne kastediliyor” diye düşünülünce bakıyoruz ki Türkiye’de bir nüfus artış orantısızlığı var.

‘KÜRTLER VE TÜRKLERİN NÜFUS ARTIŞ ORANI 1930’LARDAN BERİ PROBLEM’

Türkiye’nin batısında nüfus artış oranları binde 8 ile yüzde 1,3 arasında giderken örneğin Şanlıurfa, Hakkâri, Van ve diğer illerde bu oran yüzde 3’ten fazladır, Türkiye ortalamasının üzerindedir. Aile büyüklüklerine baktığımız zaman da gördüğümüz gerçek şudur; ortalama aile büyüklüğü 2016’da Türkiye’de 3,5 iken -yani anne, baba ve 1 çocuk var ya da yok - Şırnak ve Hakkâri’de bu 6,7 ve 5,8’dir. 5, 10, 15 burada söz konusu değildir.

Peki, o zaman tartışma nereden doğuyor, niye böyle bir tartışmaya ihtiyaç var? Aslında bu 1930’lardan beri Türk devletçiliğinin değişmez problemidir. Nüfus artış oranları batı ve doğuda, Kürtler ve Türkler arasında farklıdır.

Genelkurmay bu sorunla uğraşıyor, Millî Güvenlik Kurulu bu sorunla uğraşıyor ve tabii ki Cumhurbaşkanı da bu sorunla uğraşıyor. Bunu bazı sözlerin arasına sıkıştırıyor. Doğurganlık oranlarının düşmesinin Türkiye’nin sürdürülebilir genç nüfusa sahip olmasını tehlikeye düşürdüğünü söyleyerek bunu zaman zaman ifade ediyor. Ama Türkiye’nin bugün nüfus artış oranları bakımından sürdürülebilir bir nüfus artış oranına, doğurganlık oranına sahip olduğu ortada; 2,1 civarında. Bu aslında eşik değerdir. Dolayısıyla, düşen, yok olan, azalan bir doğurganlık artışı söz konusu değil. Ama toplama baktığımız zaman bu nüfus bileşiminde, bu, Türkiye’nin batısı genel ortalamanın altında. Kürtler ise genel ortalamanın üstündedir. O yüzden dönüp dönüp buraya geliyor bu mesele.

‘DEVLETİN ÇÖZEMEDİĞİ MESELEYİ KADINLAR DOĞURARARK ÇÖZSÜN İSTİYOR’

Bu meselenin çözümü, dini araya sokmak, milleti araya sokmak, milli beka meselesinden dem vurmak değildir. Çünkü Cumhurbaşkanı yaklaşık 2005’ten beri “üç çocuk yapın” diye haykırıyor. Fakat en çok çocuk yapması istenenlerin çocuk sayıları durmaksızın düşüyor.

Kadına reva görülecek iş mi bu? Devletin çözemediği meseleyi kadınlar doğurarak çözsünler. Nasıl yapacaklar bunu? Ev içine giriyoruz, insanların yatak odasına giriyoruz ve onları yönlendirmeye çalışıyoruz. Bu böyle çözülemez.

Bunun çözülebileceği bir tek nokta var. Bunun çözüleceği yer, dine, dile, etnisiteye bağlı bir ulus tanımından kendimizi ayrıştırmak. Anayasal yurttaşlığa dayalı yani toplumun hiçbir kesiminin artış ya da azalışını bir tehdit ya da eksiklik olarak görmeyen, yurttaşlık bağıyla birbirlerine bağlanmış insanlardan oluşan modern, demokratik, özgürlükçü, öz yönetimci bir devlete doğru Türkiye’yi dönüştürebilmek. Yoksa, bu yollar tarihte çok denendi. Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yıllarında da endişeler vardı, 1930’lar bunlarla geçti.

1930'LARIN GERİSİNE DÜŞEBİLİRİZ

Elimizde 1930’larda yazılmış, Abidin Özmen’in raporu var. O da aynı şeyleri tartışıyor, diyor ki: “Ölçtüm, saydım, biçtim. Bölgede Türk’ün sayısı 20 bin artmasına rağmen Kürt’ün sayısı 250 bin artmış. 1935 nüfus sayımı bize bununla başa çıkmamız gerektiğini gösteriyor.” O zamanlar kimliklerin hak sahibi olması fikri gelişmiş olmadığı için otoriterlik bunu mazur görebilir de ama bugün artık böyle düşünebilir miyiz, böyle konuşabilir miyiz?

Kadın Bakanlığı’nın korumaya çalıştığı toplum kesimlerine devleti korumak için doğurma vazifesi vermek ve böylece işin içerisinden çıkılabileceğini sanmak, bizi 1930’ların da gerisine doğru düşürebilir.

(Demokrat Haber/Ankara)