Halkların Demokratik Partisi (HDP) Sözcüsü Günay Kubilay, parti genel merkezinde düzenlediği basın toplantısında gündemdeki konulara dair değerlendirmede bulundu.

Kubilay, “HDP olarak AKP-MHP iktidarının Suriye’de selefi, cihatçı örgütlerle yönettiği İdlib çok büyük bir savaşa doğru gidiyor. Astana, Soçi diye övünen iktidarın Suriye’de kalma tezi çökmüş, İdlib’de çetelere hamilik yapma politikası iflas etmiştir. İktidarı bir kez daha uyarıyoruz: İdlib’den kaçan sivilleri Efrîn’de, Girê Spî’de ve  Serêkaniyê’de bulunan selefi çetelerin insafına bırakmak uluslar arası hukuka göre suçtur. Bu suçu işlemeyiniz. Kürt düşmanlığından vazgeçiniz, Suriye topraklarından çıkınız” dedi.

ROBOSKİ KATLİAMI

Roboski Katliamı’nda yaşamını yitirenleri anarak başlayan Kubilay’ın açıklamaları şöyle:

“28 Aralık 2011 yılında Şırnak’ın Uludere ilçesine bağlı Roboski köyünde Türk Silahlı Kuvvetlerine (TSK) ait savaş uçaklarının bombardımanı sonucu 19’u çocuk 34 sivil katledildi. O gün Başbakan olan Erdoğan, yaptığı açıklamada ‘Genelkurmay Başkanı ve komuta kademesine bu konudaki hassasiyeti nedeniyle medyaya rağmen teşekkür ediyorum’ demişti. İçişleri Bakanı İdris Naim Sahin, bombardımanın emrini, Ankara’da Hava Kuvvetleri’nde görüntüleri analiz eden komutanların verdiğini açıklamıştı. AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik ise ‘Uludere bir operasyon kazasıdır’ açıklamasını yapmıştı.

‘8 YIL GEÇTİ HESAP SORULMADI’

Faili belli bu katliamın üzerinden tam 8 yıl geçti. Katliamda sorumluluğu olanlar, emri verenler, çocukların ve sivillerin üzerine bomba yağdıranlar bilinmesine rağmen yargılanmadılar, yargı önünde hesap vermediler. Tıpkı 33 kurşun gibi, tıpkı Dersim gibi, Maraş gibi, Gazi gibi, faili meçhul cinayetler gibi karanlıkta kaldı, aydınlatılmadı.

‘AİLELERE ANMA YASAKLANDI’

Roboski Katliamı aydınlatılmadı ama Roboskili ailelerin adalet aramak için kurduğu Roboski Derneği 6 Ocak 2017’de KHK ile kapatılıp, ailelere eylem ve etkinlikler yasaklandı. Amed Kayapınar’da belediyeye el koyan kayyumun ilk işi, Roboski Parkı’ndaki heykeli kaldırmak oldu. Erdoğan’ın ‘Ankara’nın karanlık dehlizlerinde kaybolmayacak’ dediği Roboski Katliamı üzerinden 8 yıl geçti.

Herhangi bir olumlu gelişme olmadı. Olması da mümkün değil. Çünkü Roboski Katliamı kendi yurttaşını düşman görmenin ve nefretle yaklaşmanın bir göstergesidir, bu rejimin en acımasız eylemidir. Çocuklarının katillerinin yargılanması için Roboskili ailelerin adalet ve hukuk mücadelesi tüm baskılara rağmen sürüyor. Roboski Katliamı’nın aydınlatılması, katliam emrini verenler ve sorumlular yargılanıp adalet yerini buluncaya kadar bu mücadele sürecek. Roboski’yi unutmadık, unutturmayacağız.” 

MIZRAKLI’NIN DURUŞMASI

Yerine kayyum atandıktan sonra tutuklanan Diyarbakır Büyükşehir Belediye Eşbaşkanı Selçuk Mızraklı’nın 25 Aralık’ta görülen ilk duruşmasına değinen Kubilay, şöyle konuştu:

“Duruşmada bir kez daha görülen davanın hukuksal dayanaktan yoksun siyasi bir dava olduğunu gösterdi. Artık mahkemeler ısmarlama kararlar veriyor. Karar ısmarlama verilecekse, karara yasal kılıf uydurulacaksa, o zaman uyduruk tanık da gerekir. En uygun kişiler kimler? Çoğu itirafçılardan oluşan gizli tanıklar… Pek çok mahkeme sonrası açığa çıkıyor ki, öyle bir gizli tanık da yok. Selçuk başkanın duruşmasındaki gizli tanık da bir benzeri 2017’de Mardin Mahkemesi tarafından çelişkili beyanlarından dolayı bu itirafçının gizli tanıklığı kabul edilmemiş. Şimdi Selçuk başkanın davasında sözüne itibar edilir bir tanık olarak dinleniyor. Üstelik bu itirafçının beyanında sözünü ettiği hastanede çalışmadığına dair SGK kayıtları mevcut olduğu halde. Eğer Sarayın direktifleriyle değil de bırakınız evrensel hukuk normlarını, Türkiye’de ki mevcut yasalara göre dahi bu davanın usulden bozulması gerekirdi.

Bunlar kadar daha önemli bir diğer nokta kayyım atanmasına bahane olarak gösterilen hiçbir konu başlığı bu davada yer almıyor. Belediyeye dair iddia ya da bir suçlama var mı? Yok. Kayyımlar atandığında İçişleri Bakanı avazı çıktığı kadar bağırıyordu. Bunlar dağa para gönderiyor. Erdoğan ‘Halkın vergileri örgüte aktarılıyor’ diye esip savuruyordu. Bu duruşma bir kez daha bütün bunların yalan ve iftira olduğunu, HDP’yi gözden düşürmeye yönelik kara propaganda olduğunu gözler önüne sermiş bulunuyor.”

‘HESABI SORULACAK’

HDP’li belediyelere ve eşbaşkanlarına darbe yapanların söz konusu iktidarın elinde olduğu zaman farklı politikalar uyguladığını kaydeden Kubilay, “Sadi Güven başkanlığında toplanan YSK, AKP’li Ceylanpınar Belediye Başkanı Abdullah Aksak’ın 2 yıl 9 aylık hapis cezası nedeniyle mazbatasının iptaline karar verdi. Yeni Belediye Başkanı, 5393 sayılı Belediye Kanunu’nun 44. Maddesi uyarınca, belediye meclisinde yapılan seçimle belirlendi. Oysa HDP’li belediyelerde ne oldu? 6 belediye eşbaşkanı sadece KHK’li olduğu için önce mazbatasına el konuldu, arkasından yüzde 20 oranında oy almış AKP’li adaylar belediye başkanı olarak atandı. Artık Türkiye’de geçerli olan hukuksal normlar değil, iktidarın siyasi tercihleri, Sarayın direktifleridir. Bu iktidarın siyasi utanç vesikası olarak tarihte yerini almıştır. Zamanı geldiğinde, devran döndüğünde bütün bu keyfiliğin, yasa dışı uygulamaların yargı önünde hesabı sorulacaktır” diye konuştu.

LİBYA MESELESİ

AKP-MHP iktidarının, mezhepçi, yayılmacı, sömürgeci ve militarist dış politikasının yeni alanının Libya olduğunu vurgulayan Kubilay, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Erdoğan açıktan Libya’da süregiden iç savaşın bir tarafı olduğunu gizlemiyor. Daha önemlisi bölgesel bir savaşı tetikleyecek saldırgan bir dış politikayı Türkiye halklarının siyasi tercihiymiş gibi empoze etmeye devam ediyor. Libya’da Farac hükümeti, Erdoğan’ın sözcülüğünü üstlendiği İhvancıların tercihi olabilir. Erdoğan’ın ve partisinin, iktidar ortağının ideolojik, politik tercihi de olabilir. Fakat Libya’da süren iç savaş ve bölünmüşlük Türkiye halklarının tercihi değildir, olamaz da.

Doğu Akdeniz ve Kuzey Afrika’da özellikle Libya’da AKP-MHP savaş bloğunun izlediği strateji, içerde her geçen gün daha fazla zayıflayan ve güçten düşen iktidar, orta erimli bölgesel bir gerilim üzerine inşa edilen Ortadoğu ve Kuzey Afrika politikasıyla içerde ömrünü uzatmak, dışarda yayılmacı amaçlarına erişmek için sonu belirsiz bir siyasi maceraya yelken açmış bulunmaktadır. Nitekim 25 Aralık’ta Erdoğan Tunus ziyaretinde Libya’ya siyasi çözüm girişimlerinden söz ederken, aynı gün Libya tezkeresinin Meclis’e geleceğini ve TSK’nin Libya’da Farac hükümetiyle birlikte Hafter güçlerine karşı savaşabileceğini söylemekte bir beis görmemiştir. Bütün siyaset stratejisini tehdit ve şantaj üzerine inşa etmiş Erdoğan’ın siyasi çözüm söylemlerine hiçbir yerde itibar edilmiyor ve saygınlıkla karşılanmıyor. Nitekim aynı gün Cezayir’e de gitmek isteyen Erdoğan’ın Cezayir tarafından kabul edilmediğinin de altını çizmek isterim.

‘MÜZAKEREYLE ÇÖZÜLMELİ’

HDP, Libya’ya yönelik alınan iki Meclis kararına da ‘hayır’ oyu vermiş, muhalefet şerhi düşmüştür. HDP bölgesel sorunların bölge halklarının ortak çıkarlarını temel alan bir yaklaşımın ışığında diyalog ve müzakere yoluyla çözümünden yanadır. Barışçıl bir Ortadoğu’dan, barışçıl bir Akdeniz’den yana olan herkesi AKP-MHP iktidarının saldırgan ve militarist dış politikalarına karşı çıkmaya ve tutum almaya çağırıyoruz.

İDLİB

AKP-MHP bloğu bir savaş bloğu haline gelmiştir. İdlib’deki gelişmelere baktığımız zaman Suriye’de sıkışmıştır ve bedelini de sivillere ödetmeye devam etmektedir. Hatırlanacağı gibi Rusya’yla İdlib’i silahlı gruplardan arındıracağına dair Rusya’yla anlaşmalar yapılmıştı. Fakat durum tersi oldu. İdlib’e benzer şekilde Efrîn ve Kuzey ve Doğu Suriye selefi, cihatçı gruplarla dolduruldu, on binlercesi maaşa bağlandı, çete gruplarından oluşan bir ordu kuruldu.

Şimdi de İdlib’i terk eden 80 bin sivil olunca ‘Bu yükü tek başımıza taşımayacağız’ diyen bir Erdoğan var. Bugüne kadar Suriye’ye savaş ve şiddet ihraç etmekten başka bir şey yapmayan, 8 yıldır Suriye’de barış için adım atmayan Erdoğan, bugün Türkiye’ye milyonlarca Suriyelinin göç etmesinde önemli rolü vardır. Son olarak göç etmek isteyen 80 bin kişi de buna dahildir. Fakat iktidarın bu tür insani krizleri ticari bir meta gibi kullanmakta, tehdit ve şantaj aracı olarak kullanarak fırsata çevirmekte çok mahir olduklarını biliyoruz. Ama ne var ki, burada hem batıya karşı bir koz olarak hem de Suriye’de demograf değişimi için kullanılan milyonlarca Suriyelinin geleceğinden, aslında büyük bir insani trajediden söz ediyoruz.

‘KÜRT DÜŞMANLIĞINDAN VAZGEÇİN’

HDP olarak AKP-MHP iktidarının Suriye’de selefi, cihatçı örgütlerle yönettiği İdlib çok büyük bir savaşa doğru gidiyor. Astana, Soçi diye övünen iktidarın Suriye’de kalma tezi çökmüş, İdlib’de çetelere hamilik yapma politikası iflas etmiştir. İktidarı bir kez daha uyarıyoruz: İdlib’den kaçan sivilleri Efrîn’de, Girê Spî’de ve  Serêkaniyê’de bulunan selefi çetelerin insafına bırakmak uluslar arası hukuka göre suçtur. Bu suçu işlemeyiniz. Kürt düşmanlığından vazgeçiniz, Suriye topraklarından çıkınız. Suriye’de savaşın sona ermesinin ve demokratik bir siyasi çözüm sürecinin önünde engel olmayınız.

KANAL İSTANBUL PROJESİ

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun 25 Aralık’ta yaptığı açıklamada altını çizdiği bazı noktaların altını bir kez daha çizmekte fayda var:

‘Terkos Gölü ve Sazlıdere Barajı yok olacak, deprem riskini tetikleyecek, İstanbul’un doğası katledilecek. Tarih talan edilecek. 100 milyar liralık yeni vergi yükü gelecek. İBB’nin sırtına 23 milyar lira ek maliyet, trafikte iki kat perişanlık, 50 yıllık hafriyat, 1,2 milyon yeni nüfus, 8 milyonu adaya hapsetmek, Montrö rüyası görmek demek. Balıkçılık yok olacak.’ Ortaya çıkacak hakikat böyle bir kaotik sonuca işaret ediyor, ama iktidar ise yangından mal kaçırır gibi 1595 sayfalık ÇED raporuna apar topar son şekli vererek, kendine dayanak oluşturmaya çalışıyor. Üstelik rapora da sözde şekil şartını yerine getirmek için bir haftalık itiraz süresi koymuş.

Diğer bütün sorunlarda olduğu gibi aynı nakaratı tekrarlayıp duruyorlar: Kanal ‘beka’ meselesiymiş, parti projesi değil, devlet projesiymiş. Tıpkı Kürt sorununda olduğu gibi insanların milli duygularını okşayarak, istismar ederek, büyük yağma, talan, rant ve yıkım projesinin üstünü örtmeye çalışıyorlar. Erdoğan, her konuştuğunda ‘Boğaz’da kaza olabilir’ diyor. Hatırlarsınız, Hakan Fidan çıkıp ‘Suriye’den bir füze atarız, savaş çıkartırız’ demişti. Eğer Boğaz’da bir kaza olursa bilin ki bu kaza muhalefeti bastırmak ve İstanbulluları ‘ikna’ için planlanmış bir oyundur.

‘YÜKSEK SESLE KARŞI ÇIKMALIYIZ’

Kanal İstanbul, toplum için ekonomik bir felaket olduğu kadar ekolojik bir felakettir. Türkiye’nin geleceğini ipotek altına alacak ve ekolojik bir felakete yol açacak bu çılgınlığa izin vermemeliyiz. ‘Boğaz’ın güvenliği, jeopolitik konum, her an kaza olabilir’ yalanları altında İstanbul’u Katar’a satanlara karşı çıkmalıyız.Ülkenin varlıklarını ve kaynaklarını yabancı sermayeye peşkeş çekecek, İstanbul’u iklim krizine sokacak, canlı yaşamını tehlikeye atacak bu projeye yüksek sesle karşı çıkmalıyız.

ASGARİ ÜCRET

2020 yılı için asgari ücret 2 bin 324 lira olarak açıklandı. 2 bin 324 liralık asgari ücret, iktidarın işçi, emekçi düşmanı politikalarının sonucudur. Emekçiler bir kez daha açlığa mahkûm edilmiştir. Emekçinin alın terini silaha, savaşa, ranta, israfa, şatafata, yandaşa aktaran bu iktidar, işçinin alınterini işçiden esirgemiştir.

Elektriğe, suya, doğal gaza, gıdaya yüzde 40 ile 50 arasında zamların yapıldığı, insanların geçim sıkıntısı nedeniyle ailece yaşamlarına son verdiği bu ağır kriz koşullarında 300 liralık bir ücret artışı işçiyle alay etmektir, ölürsen öl demektir. İş bulamayan işsiz emekçiye ölümü gösterip sıtmaya razı etmektir.

ASGARİ ÜCRET

Daha önce de dile getirdiğimiz gibi sendikaların yaptığı çalışmaya göre, bırakınız asgari yaşamı, 2 bin 300 lira açlık sınırıdır. Asgari yaşam maliyeti 2 bin 578 TL olmasını komisyonda işçiler adına oturan Türk İş söylemiştir, HDP değil.  HDP olarak asgari ücretin en az 3 bin 200 lira olmalı, dönemsel belirlenmeli ve vergiden muaf tutulmalıdır. Her şeyden önce asgari ücret belirleme yöntemi değişmeli, grev yaptırımı dahil toplu sözleşme yöntemiyle asgari ücret belirlenmelidir. Bu ücret kesinlikle kabul edilemez. Asgari ücret en az 7 milyon ücretli çalışanı, en az 15-20 milyon nüfusu ilgilendiren bir konudur. Biz bütün işçileri, emekçileri bu açlık ve sefalet ücretine karşı kitlesel tepki göstermeye, üretimden gelen gücünü kullanmaya çağırıyoruz.

MÜLTECİ SORUNU

17 Aralık’ta Adana’nın Seyhan ilçesi Tapantepe mevkiinde bir portakal bahçesinin kenarında üzeri battaniyeyle örtülü bir erkek cesedi bulunmuştur. Cesedin 10 Mayıs 1977 Halep doğumlu Mustafa el Recep isimli Suriyeli işçiye ait olduğu tespit edilmiştir. İşçi Mustafa çalıştığı fabrikada tavana asılı bulunmuş. İş yerine zarar geleceği düşüncesiyle patronu ve ustabaşı tarafından cesedi yol kenarına bırakılmış. Patron ve ustabaşı bu nedenle mahkemece tutuklandı.

Türkiye’de bugün 3 milyon 695 bin 944’ü geçici koruma statüsüyle yaşayan Suriyeliler olmak üzere toplam 4 milyon 800 bin göçmen ve sığınmacı yaşamaktadır. Çalışma izni verilen Suriyeli sayısı 31 bin 185 kişidir. Suriyeli işçiler sağlıksız, güvencesiz ve gayri insani koşullarda ve çok düşük ücretlerle çalıştırılmaktadır. Hiçbir statüye sahip olmayan Suriyelilere yönelik ırkçı saldırılar, nefret söylemleri saray rejiminin yanlış Suriye politikasının bir sonucudur. İktidarı uyarıyoruz: Suriyelileri ‘Batı’ya karşı tehdit unsuru ve şantaj aracı’ olarak kullanmaktan vazgeçin. Mültecilere yönelik ayrımcı politikalara son verin, ırkçı saldırıları önleyin, insanca yaşayabilecekleri imkan sağlayın.

Biz HDP olarak tüm insanlığın ortak mirası ve kazanımı olan temel insan haklarından, dil, din, ırk, cinsiyet ayrımı yapmaksızın Türkiye’de yaşayan herkesin eşit biçimde yararlanması ve insanca koşullarda yaşaması gerektiğini düşünüyor, bunun için mücadele ediyoruz.

YENİ YIL MESAJI

Ne yazık ki, 2019 ülke ve bölge halkları açısından savaşların ve işgallerin, açlığın ve sefaletin yaşandığı, acıların ve gözyaşlarını dinmediği bir yıl oldu. Ama buna karşın bölgede sömürgeciliğe, savaşa ve işgallere karşı muazzam direnişlerin sergilendiği, dünyanın pek çok ülkesinde geleceğe özgüvenle bakmamızı sağlayan mücadelelere, kapitalizmin kötülüklerine karşı başkaldırılara, direnişlere ve kitlesel eylemlere tanık olduk.

HDP olarak, Saray rejimi tarafından hayatın her alanında düşmanca bir yaklaşımla varlığımıza yönelmiş sistemli ve sürekli saldırı dalgasına karşı onurlu bir duruşun mihenk taşı, emek, barış, demokrasi, özgürlük mücadelesinin, hak, hukuk, adalet arayışlarının vazgeçilmez adresi olmaya çalıştık. Yeni yılda da onurlu bir barış mücadelemiz, insanca yaşam özlemlerimiz, demokratik cumhuriyet hedefimiz ve yeni yaşam idealimiz doğrultusunda emin adımlarla yürümeye devam edeceğiz.

Bu vesileyle başta hapishanede bulunan geçen dönem eş genel başkanlarımız, milletvekillerimiz, belediye eş başkanlarımız, seçilmişlerimiz, yöneticilerimiz, üyelerimiz olmak üzere, bütün HDP dostlarının ve devrimci tutsakların yeni kutluyoruz, selamlarımızı, sevgilerimizi gönderiyoruz. 2020’nin barış, demokrasi ve özgürlük yılı olmasını diliyor, bunun için etkili ve kesintisiz mücadele sözü veriyoruz.

Siz sevgili basın emekçilerinin de yeni yılını kutluyoruz. Gazetecilerin özgür olduğu, gazeteciliğin suç sayılmadığı, hakikatin üstünün örtülmek istenmediği bir yıl geçirmenizi diliyoruz.”

Kaynak: Mezopotamya Ajansı