HDP Grup Başkanvekili ve Kars Milletvekili Ayhan Bilgen, Meclis'te yaptığı basın toplantısı ile gündemdeki gelişmeleri değerlendirdi.

Cumhurbaşakanı Erdoğan’ın “HDP eşittir PKK” açıklamasına yanıt veren Bilgen, “HDP eşittir halktır. Eğer siz bir partiyi bir rekabet uğruna, siyasi hırs uğruna bu kadar kriminalize etmeyi çıkar olarak görürseniz, topluma söyleyecek sözünüz olmaz. Siyasi partiler kendi çalışma yöntemlerini, kanunlar çerçevesinde kendileri belirler. Bu sözün muhatabı HDP’den çok diğer muhalefet partileridir. Çünkü onları korkutmaya yöneliktir. Liderlerin korkuları, siyasi partilerin küçük hesapları, halkın bir kesiminin dışlanmasına zemin hazırlıyorsa, kamplaşmadan medet umuluyor demektir. 6 milyon seçmen kime oy vereceğini kestiremiyor, iktidarın ağzına mı bakacak. Eğer HDP yanlış yolda ise, HDP yanlış şeyler yapıyorsa, bunun cevabını karşılığını seçmen sandıkta verecektir” dedi.

Kars’taki seçim çalışmalarına değinen HDP’nin Kars Belediye Eş Başkan adayı Bilgen, “Bir seçime gidiyoruz, bu seçimde her şekilde kurallar başka uygulanıyor. Ankara’da iktidar partisinin adaylarının resimlerini bilboardlarda görebiliyorsunuz. Ama Kars’ta bu yasak. Bunu sorduğunuzda güvenlik görevlileri diyorlar ki “Ankara’dakiler kanunları bilmiyorlar o yüzden uygulamıyorlar.” Kars’ta kanunlar biliniyor ama Ankara’da kanunlar bilinmediği için bilboardlara afişler asılabiliyor. Bu açıkça çifte standart ve hukukun keyfi uygulanmasıdır. Ama biz bir kez daha altını çiziyoruz, siyasette esas olan halkın ne diyeceğidir, sandıkta nasıl bir tavır sergileyeceğidir. Partiler, liderler bazen kişisel hesapları ile siyasetin en temel ilkelerini ayaklar altına alırlar ama onlara ayar verecek, onların kendilerine çeki düzen vermesini sağlayacak olan ve son sözü söyleyecek olan halktır” ifadelerini kullandı.

Bilgen şunları söyledi:

İki hafta aradan sonra bu haftadan itibaren Meclis Genel Kurulu çalışmalarına başlayacak. Gündemdeki Maden Yasası ile ilgili sadece birkaç başlığa ilişkin bazı eleştirilerimizi öncelikle paylaşmak istiyoruz.

Tabii ki 2013 yılındaki termik santrallerin özelleştirilme sürecinde bu santrallerin çevreye verdiği zararların engellenmesi için emisyon sistemleri ile ilgili kimi iyileştirmelerin yapılması zorunlu emredici hüküm olarak ortaya konulmuştur. 2013’ten 2019 sonuna kadar bir süre tanınmıştı.

6 yıllık süre, yatırımcı açısından da son derece esnek ve geniş bir süre olmasına rağmen, bu hafta Genel Kurul’a gelecek olan düzenleme ile birlikte, bu süre termik santraller için 2 yıllığına uzatılmış olacak. Burada yapılan her düzenlemenin önceliği kamu yararı olması gerekirken ne yazık ki birkaç firmanın çıkarı uğruna çevre kirletilmeye devam edilecek. Adeta emisyon sistemlerinin kurulmaması için 2 yıl daha esneklik tanınacak.

‘DEVLET DENETİMİNİN ALT SEVİYEYE İNDİRİLMESİ YENİ İŞ CİNAYETLERİNE DAVETİYEDİR’

Yine Maden Yasasına yeni bir ekleme yapılarak milli menfaat kriteri ile maden sahalarının işletilmesine dair yeni bir ölçüt getirilmiş olacak. Elbette ki milli menfaat de çevre de birlikte düşünülmesi gereken unsurlardır. Bunlardan sadece birini öne çıkarırsanız milli menfaat adı altında birkaç şahsa, birkaç firmaya peşkeş çekme fikri, endişesi hem muhalefet hem de toplum da yaygın olacaktır.

Böylesi muğlak ifadelerle ÇED raporlarının askıya alınmasını tehlikeli ve zararlı buluyoruz. Yine rödovans sahaları ile ilgili denetim yetkisinin neredeyse tümüyle kamudan alınması, devlet denetiminin minimize edilmesi çevreye yönelik ciddi bir tehdittir.

Maden sahalarında yaşanan iş cinayetlerinde, Türkiye dünya sıralamasında Çin ile birlikte başı çekerken, bu kadar denetimle bunlar yaşanırken devlet denetiminin en alt düzeye indirilmesi yeni iş cinayetlerine davetiye çıkaracaktır.

‘KİMİ GIDA ÜRÜNLERİNDEKİ ARTIŞ YÜZDE 90’LARDA ‘

Biraz önce enflasyon açıklandı, TÜFE yüzde 20’nin üzerinde ÜFE ise yüzde 33’e yakın. Bu rakamlar alarm rakamlarıdır. Her ne kadar medya organları "artış yok aynı rakamlar tekrarlandı" diye durumu normalleştirmeye, sıradanlaştırmaya çalışsa da kimi gıda ürünlerinde bu rakamların yüzde 90’lara yaklaşmış olduğu da çok açıktır.

‘ABD VE RUSYA’NIN INF’DEN ÇEKİLMESİ İNSANLIĞA KARŞI TEHDİTTİR’

Tüm bu tablo iç politika tablosu içinde dış politika ile son derece kritik ve önemli gelişmeler yaşanıyor. Orta Ölçekli Nükleer Anlaşmalarla ilgili (İNF) önce Amerika sonra Rusya’nın geri adım atması, anlaşmalardan çekiliyor olması bütün insanlığı tehdit eder düzeydedir.

‘TEHDİT DİLİ VE KAMPLAŞMA SİYASETİ TÜRKİYE’NİN BEKASINI DA BUGÜNÜNÜ DE TEHDİT EDİYOR’

Ama bu durum sanki Türkiye için hiçbir şey ifade etmiyormuş gibi sadece Minbiç’e yönelik güvenlik sendromunun ifade ediliyor olması ya da Türkiye’de cenazelerin siyasi malzeme konusu yapılması, Türkiye toplumunu ve Türkiye’yi güvenlik algısıyla karşı karşıya bırakıyor.

Tehdit dilinin ve kamplaştırma siyasetinin kendisi sadece Türkiye’nin bekasını değil, bugününü de tehdit eder niteliktedir. Siyasi kampanya sırasında kimi adayların ve iktidar yetkililerinin sarf ettiği sözler, sadece seçimi şaibeli kılmakla kalmayacak, seçimin sorun çözen bir mekanizma değil tam tersine krizi derinleştiren bir mekanizma olmasına hizmet edecek.

Bir siyasetçi sanki savaşa giriyormuşuz gibi “ezer geçeriz” diyor aday çıkarırlarsa. Seçim süreci “ezip geçme” süreci değil, centilmence yarışma sürecidir. Halkın önüne çıkarsanız, adaylarınızı çıkarsınız, halk tercih yapar. Bugün siz ezebilirsiniz yarın başkası ezer, sonuçta toplum ezilmeye devam eder ki bunun hiç kimseye faydası yoktur.

‘ANAP SÜRECİNDE HALK TEHDİTLERE BOYUN EĞMEDİ DEĞİŞİMİ YARATTI’

Bir başka aday çok açık biçimde projelerini gerçekleştirmek için merkezi hükümete mahkumsunuz, Cumhurbaşkanının onayı olmadan hiç bir yatırım yapamazsanız demeye getiriyor. Eğer hukuk devleti ise Türkiye, yerel seçimler anlam ifade ediyorsa, halk yerelde kimi iktidar yaparsa yapsın, kimi seçerse seçmen tercih hakkını kullanmıştır.

Buna saygı göstermek vesayeti değil adaleti esas almak, siyasi ahlakın ve halk iradesine saygının gereğidir. Daha önce Türkiye bu tip yaklaşımları gördü. ANAP’ın son döneminde eli kolu bağlı belediye başkanları diye gazetelere ilan verildi. İktidar lehine sonuçlar çıkacağı hesap ediliyordu. Ama böyle olmadı, halk bu tehdide boyun eğmedi hem merkezde hem de yerelde sandık yoluyla değişimin yolunu açtı halk.

‘HDP’YE 6 MİLYON DESTEK VERİYOR’

Partiler yarışırlar ama son kararı veren halktır. Siyasi kampanya sırasında doğrudan doğruya partileri kriminalize eden yaklaşımlar, siyasi kampanya mantığı içerisinde kendince başarıya da götürebilir ama bu ülkeyi nasıl bir tehdide sürükleyeceğini bütün siyasetçilerin dikkate alması gerekir.

HDP’ye oy veren 6 milyon seçmen sonuç itibariyle halktır. Diğer partilere oy verenler nasıl halk ise HDP’ye oy verenler de halktır. HDP’yi kriminalize edip HDP yönetimlerini değil doğrudan doğruya halkı cezalandırmayı da hiç kimse demokrasilerde kendisi için mübah konuma taşıyamaz. Biz bir yerde aday çıkarmadığımızda, CHP lehine feragat ya da başka bir parti lehine feragat etmişiz gibi propaganda yapmanın tersinden anlamı şudur: aday çıkardığımız yerlerde AKP lehine mi karar vermiş oluyoruz? Böyle bir mantık olmaz, siyaseti böyle kurgularsanız toplumu ikiye bölen yaklaşımlara prim vermiş olursunuz. Bu yaklaşım kimseye fayda sağlamaz.

‘KIŞANAK, TUNCEL KARARI SEÇMENİ CEZALANDIRMAYA YÖNELİKTİR’

Gültan Kışanak ve Sebahat Tuncel’e verilen cezalar sadece iki siyasetçiye verilen cezalar değildir. Bu doğrudan doğruya bu iki kadın siyasetçiyi seçenlere yönelik cezalandırma girişimidir, o iradeyi yok saymaktır. Siyasetçiler suç işleme hakkına sahip değildir ama siyasetçilerin söyledikleri sözler nedeniyle cezalandırılması aslında onları seçen halkın cezalandırılmasıdır.

Bu nedenle HDP’nin halk siyaseti yapmasının Türkiye siyaseti açısından bir avantaj bir imkan ve fırsat olarak görüyoruz. Leyla Güven’in kendi hayatını ortaya koyması, adeta kendi taleplerini değil, toplumun barışını kendi geleceğinin ana belirleyicisi olarak ortaya koymuş olması, Türkiye’nin barışı ve demokratikleşme açısından tarihi bir fırsattır. Nasıl ki kadın siyasetçilere ceza veren anlayış, bütün halkı cezalandırmaya yönelikse, Leyla Güven’in taleplerine kulak tıkamak da tüm Türkiye’de barış isteyenlerin cezalandırılmasıdır.

‘KURALAR ANKARA’DA BAŞKA KARS’TA BAŞTA UYGULANIYOR’

Bir seçime gidiyoruz, bu seçimde her şekilde kurallar başka uygulanıyor. Ankara’da iktidar partisinin adaylarının resimlerini bilboardlarda görebiliyorsunuz. Ama Kars’ta bu yasak. Bunu sorduğunuzda güvenlik görevlileri diyorlar ki “Ankara’dakiler kanunları bilmiyorlar o yüzden uygulamıyorlar.” Kars’ta kanunlar biliniyor ama Ankara’da kanunlar bilinmediği için bilboardlara afişler asılabiliyor. Bu açıkça çifte standart ve hukukun keyfi uygulanmasıdır. Ama biz bir kez daha altını çiziyoruz, siyasette esas olan halkın ne diyeceğidir, sandıkta nasıl bir tavır sergileyeceğidir. Partiler, liderler bazen kişisel hesapları ile siyasetin en temel ilkelerini ayaklar altına alırlar ama onlara ayar verecek, onların kendilerine çeki düzen vermesini sağlayacak olan ve son sözü söyleyecek olan halktır.

Soru: Cumhurbaşkanı “Suriye yönetimi ile alt düzeyde temaslarımız sürüyor” diye açıklama yaptı. Buna ilişkin değerlendirmeniz nedir? 

Biz başından beri Suriye politikasındaki tutarsızlığa, kapalı kapılar ardında yapılan ile kamuoyu önünde söylenenlerdeki çelişkiye dikkat çektik. Türkiye’nin Suriye meselesinde temel kriteri toprak bütünlüğü ise bunu sağlamanın yolu bütün  toplum kesimlerinin Suriye’nin geleceği ile ilgili söz söyleme hakkının sağlanmasıdır. Bunun dışında toprak bütünlüğünü sağlamanın yolu insanlık tarihinde  bulunabilmiş değil. Türkiye, Venezuela’da darbeye karşı çıkıyor ve orada kurucu meclisin iyi bir formül olduğunu düşünüyor. Bir ülke ister dış tehdit isterse iç savaş ile karşı karşıya kalsın, kurucu meclis ve yeni bir anayasa yapımı bir arada yaşamının önemli bir yolu ise Venezuela’da savunduğunuzu Suriye’de neden savunmuyorsunuz? Niye Suriye’de bütün kesimlerin katılacağı kurucu meclis ve anayasa yapım sürecini siyasetinizin merkezine oturtmuyorsunuz? Yanlış politikaların bedelini bütün Türkiye ödemek zorunda kalacaktır. Elbette bu yanlıştan ne kadar erken dönülürse o kadar iyidir ama bu iş sadece güvenlik ve istihbarat birimlerinin kapalı kapılar ardındaki görüşmeleriyle çözülecek bir iş değildir. Bu siyasetçilerin de küçük hesaplarla, bir ülkenin geleceğini tehlikeye atacak yangını büyütecek girişimlerden kaçınması gerekir. Kimsenin komşunun yangınından kendi evini ısıtma hesabı içine girmemesi gerekir.

Soru: Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “İstiklal Marşı okumayanlarla ittifak kurulamaz. HDP Eşittir PKK” açıklaması yaptı. Bunu nasıl değerlendirirsiniz? 

HDP eşittir halktır. Eğer siz bir partiyi bir rekabet uğruna, siyasi hırs uğruna bu kadar kriminalize etmeyi çıkar olarak görürseniz, topluma söyleyecek sözünüz olmaz. Siyasi partiler kendi çalışma yöntemlerini, kanunlar çerçevesinde kendileri belirler. Bu sözün muhatabı HDP’den çok diğer muhalefet partileridir. Çünkü onları korkutmaya yöneliktir. Liderlerin korkuları, siyasi partilerin küçük hesapları, halkın bir kesiminin dışlanmasına zemin hazırlıyorsa, kamplaşmadan medet umuluyor demektir. 6 milyon seçmen kime oy vereceğini kestiremiyor, iktidarın ağzına mı bakacak. Eğer HDP yanlış yolda ise, HDP yanlış şeyler yapıyorsa, bunun cevabını karşılığını seçmen sandıkta verecektir. Biz seçim stratejimizi halkın HDP’den beklentisi üzerine formülize ediyoruz. Biz diğer partiler gibi kapalı kapılar ardındaki görüşmelerde değil, yerellerde halk bizden ne istiyorsa, aday çıkarmamızı ya da çıkarmamamızı istiyorsa, çıkarırsak hangi profilde çıkarmamızı istiyorsa, biz onun gereğini yapıyoruz. Çünkü demokrasilerde asıl karar verici halktır, liderler ve siyasi partiler halkın geleceğini tehdit eden söylem ve yaklaşımlardan kaçınmalıdır.

Soru: Peki ya İstiklal Marşı?

Biz kimi etkinliklerimizde bunu yapıyoruz, ama her etkinliği bu formatta yapıp yapmamak hem İstiklal Marşı, hem de bayrakla ilgili yasalarda tarif edilmiştir. Bunun üzerinden bir polemik yapmak bu değerleri ortak değerler olmaktan çıkarıp birbirimizle kavga etme gerekçesi haline getirir. Bayrak, marş ortak değerlerdir. Bunların birer yarış ve kavga aracı haline getirilmesinin kabul edilir bir tarafı yoktur. Partilerin daha milliyetçi daha Atatürkçü, bazıları daha dindar, siyasi yarışa girerken bu semboller ortak semboller olmaktan çıkar.

Soru: Cumhurbaşkanı MİT Müsteşarının Kaşıkçı cinayeti ile ilgili Amerika’ya gitmesinden haberim yok demişti. Ama dün akşam MİT Başkanı Amerika Kongresi’ne Kaşıkçı cinayeti ile ilgili brifing verdi…

Kaşıkçı cinayetinin her tarafı Türkiye elinde patlayacak tehlikeli bilgiler içeriyor. Bu dinlenilen yürek hoplatıyor denilen cinayetin, vahşetin önüne geçilmesi konusunda gereğinin yapılmadığı çok açık. Burada BM’nin öncelikli muhatabı Arabistan yönetimidir, ama cinayet Türkiye topraklarında işlenmiştir. Hiç kimse cinayete seyirci kalınmasının ve cinayetin siyasi çıkarlarla zaman zaman öne çıkarılıp zaman zaman unutturulmasının hesabını veremez. Ne işlenen bu cinayet açısından ne Türkiye’nin çıkarları açısından bunun izahı olamaz. Şimdiye kadar bu cinayet Türkiye-ABD ilişkileri ve Türkiye ilişkilerinin bir aracı gibi görülüyor. Buna hiç kimsenin hakkı yok. Ortada bir çelişki olduğu çok açık. Cumhurbaşkanı haberi olduğu halde, ziyaretten haberi yokmuş gibi açıklama yapmak zorunda kaldı. Ben Cumhurbaşkanından habersiz MİT Müsteşarının ABD’ye gidip senatoda bilgilendirme yapamayacağına biliyorum. Yapılan kimi işleri savunmamak zaman zaman güçleşiyor.