HDP’nin yeni Eş Genel Başkanı Pervin Buldan Evrensel'in sorularını yanıtladı.

Birkan Bulut'a konuşan Buldan Afrin'e operasyonu değerlendirdi. AKP-MHP ittifakına karşı Kürt halkında büyük bir rahatsızlık oluştuğunu ifade eden Buldan, "Afrin meselesi de üzerine gelince, özellikle AKP’ye oy veren Kürtlerin bu seçimde biraz daha vicdanlı davranacağı izlenimi içerisindeyim. Bunu her gittiğimiz yerde ifade ediyorlar. O yüzden AKP’ye oy veren Kürtlerin elini bir kez daha vicdanına koyması gerektiğini düşünüyorum" dedi.

Buldan'ın Evrensel'e verdiği ropörtajın bir bölümü şöyle:

Kongredeki konuşmalarınız gerekçe gösterilerek hakkınızda soruşturma açıldı. Ardından 2008 ve 2015 yılları arasında yaptığınız konuşmalar nedeniyle “Silahlı Terör Örgütüne Üye” olmak suçlamasıyla iddianame düzenlendi. Siyasi konjonktür nedeniyle dün suç sayılmayan ifadelerin bugün suç sayılması olağanlaştı. Ancak 2008-2015 arasını kapsayan iddianame için neden iki yıl beklenmiş olabilir?

Bu beklemediğimiz bir şey değil. Bütün kongrelere soruşturma açılması, yeni seçilen eş başkanlara soruşturma açılması ne yazık ki gelenek haline getirildi. Benimle ilgili bir iddianamenin hazırlanması elbette ki bana ilişkin farklı bir tutum olduğunu gösteriyor. Çünkü benim 2008'de, 2009'da, 2011'de yapmış olduğum konuşmalar yeni yasayla düşen dosyalar. Bunlar birleştirilerek örgüt üyeliğinden bir dosya hazırlandı. Eğer o iddianame kabul edilirse ifadem alınacak ve ceza verme yönünde bir girişim başlatılacak. Biz bunlara alışığız; korkmuyoruz, ürkmüyoruz. Şu anda cezaevinde on binlerce insanımız, milletvekillerimiz, belediye başkanlarımız, barışı savunan insanlar var. Ben de onlardan biriyim. Barışı savunmaya devam edeceğim. Bu soruşturma ve iddianamelerin hiçbirinin bizim açımızdan bir geçerliliği yoktur. 

Son konferans ve kongre sürecinizde bir öz eleştiri verdiniz. Tek adam rejiminin giderek derinleşmesini engelleyecek toplumsal direniş ve örgütlenmeyi yeterli bir düzeyde gerçekleştiremediğiniz, Sur ve Cizre gibi kentlerde yaşanan abluka sürecinde ve demokratik siyasete saldırılar karşısında etkili bir mücadele çizgisini açığa çıkaramadığınız şeklinde bir öz eleştiriydi. Bunu biraz daha açabilir miyiz? Neden yapılamadı?

Sokağa çıkma yasaklarıyla birlikte özellikle Cizre’de, Silopi’de, Nusaybin’de, Yüksekova’da,  o yıkımlar esnasında oradaki insanların yanında olmaya elbette çalıştık. Ancak bütün bu çabamıza rağmen çok kalın bir duvarla karşılaştık. Halkımızla birlikte olmamıza tahammül edemeyen zihniyet aramıza bir duvar ördü. Elbette bu duvar aşılabilirdi. Bir yol mutlaka bulmalıydık. Bölgede sokağa çıkma yasağıyla birlikte katledilen insanlarımızın ailelerine, işini ve aşını kaybeden esnafımıza karşı bir öz eleştirimiz var. Sokağa çıkma yasaklarının kaldırılmasıyla birlikte eş genel başkanlarımız, milletvekili arkadaşlarımız halkın acılarını paylaşmaya çalıştık ama sanırım bu yeterli olmadı. Konferanslarımızda insanlarımız bizi eleştirmeye devam ettiler ve elbette haklı eleştirilerdi. Bundan sonra halkımızın yaşayacağı en ufak bir sorunda veya acıda -umarım bundan sonra ülkemizde bu acılar yaşanmaz- yanlarında olmaya devam edeceğiz.

HDP’nin 100 kişilik Parti Meclisi listesinin yarısı değişti. Ancak liste dışındaki 53 isim arasında Alp Altınörs, Besime Konca, Meral Danış Beştaş ve Osman Baydemir gibi dikkat çeken isimler de var? Bu isimler neden yer almadı?

Bu isimlerin farklı görevlerde yer alması durumu söz konusu. Örneğin; Osman Bey ve Meral Hanım Meclis grup yönetiminde yer alacakları için PM’ye giremediler. Bu tartışma konusu olmamalı bence. Her iki arkadaşımız da daha önce Parti Meclisinde görev alan arkadaşlarımızdı. Bu dönem de zaten kendilerinin görüş ve önerileri alınarak oluşturuldu. Yani alınan karar onları dışlayarak değil, onlarla ortaklaşarak alınan kararlardır. Meclisi de sıkı tutmamız gerekiyor. Görünür olduğumuz bir yer, bir mücadele alanı olarak görüyoruz. Dolayısıyla hiçbir arkadaşımıza karşı bir ön yargımız yok. Bu arkadaşlarımla görüşmeler yapılarak kendi talep ve önerileri  alınarak böyle bir listenin oluşturulduğunu belirtmek isterim.

Gün geçtikçe sivil ve askeri kayıpların arttığı Afrin operasyonunun geldiği noktayı nasıl değerlendiriyorsunuz? 

Türkiye’nin Suriye politikaları başından beri yanlış yolda. Afrin gerçekten Kürtlerin yoğunlukta yaşadığı ama aynı zamanda farklı kimliklerin, farklı etnik grupların, mezheplerin yaşadığı bir yer. Dolayısıyla oradaki saldırı sadece güvenliği korumak adına yapılan bir saldırı değil bence. Çünkü oradan Türkiye’ye şimdiye kadar hiçbir şekilde tehdit olmadı. Orada aslında Kürt halkının kazanımına yönelik bir saldırı var. Çok açık ifade etmek gerekiyor. Bugün Türkiye ya da Türkiye’yi yönetenler sadece bu ülkede yaşayan Kürtlere ilişkin değil, Ortadoğu’da yaşayan Kürtlere de bir müdahale içerisine girmiş bulunmaktadır.

Dolayısıyla ben bu politikalardan bir an önce vazgeçilmesi gerektiğini düşünüyorum. Oradaki Kürtlerin kendi özgür iradeleriyle kurmuş oldukları yaratmış oldukları kazanımlara da saygı duyulması gerektiğini düşünüyorum. Tabii sadece Türkiye’nin değil, uluslararası güçlerin de büyük payı var. Tüm dünyanın aslında Kürt halkı üzerinden oyunlarını yapmaya çalıştığı bir sürece girdik. Bu doğru bir yaklaşım değil. Kürt halkının yaşadığı her yerde kendi iradeleriyle yaşama hakları vardır. Buna da herkesin saygı duyması gerektiğini düşünüyorum. Bu politikalar herkese kaybettirir. Bu politikalarda, aynı yanlışlarda ısrar edilirse kaybeden herkes olur. 

AKP-MHP ittifakının, Kürt seçmenin oylarına nasıl yansıyacağı siyasetin tartışma konularından biri. Peki sizin gözleminiz nedir? 

AKP-MHP ittifakına karşı Kürt halkında çok büyük bir rahatsızlık oluştuğunu belirtmek isterim. Afrin meselesi de üzerine gelince, özellikle AKP’ye oy veren Kürtlerin bu seçimde biraz daha vicdanlı davranacağı izlenimi içerisindeyim. Bunu her gittiğimiz yerde ifade ediyorlar. O yüzden AKP’ye oy veren Kürtlerin elini bir kez daha vicdanına koyması gerektiğini düşünüyorum. Bu önemli bizim açımızdan. Çünkü şunu biliyoruz; Türkiye’nin her tarafında AKP’ye oy veren Kürtler var. Bunun çok farklı sebepleri var tabii ama biz bu sebepleri de araştırarak o insanlara yaklaşmak durumundayız. Tıkalı olan demokratik siyaset kanallarını açma yönünde bize yardımcı olabilirler. Çünkü bugün AKP Hükümetinin HDP’yi siyasetin dışına atma çabalarına karşı Kürtlerin yeniden bir araya gelmesi gerekiyor. Ayrıca sadece Türkiye’deki Kürtler değil. Dört parçada yaşayan Kürtler açısından da bunun önemli olduğunu ve acilen ulusal birlik kongresine ihtiyaç olduğunu düşünüyorum. Artık Kürtlerin birlik ve beraberliğinin zamanıdır bence. Kürt halkının kendisine yönelik her türlü baskı ve şiddette birlik ve beraberliği bunun önüne geçebilir diye düşünüyorum.

Kongredeki konuşmanızda, “Türkiye bir an önce diyalog, müzakere ve çözüm sürecine yeniden dönmelidir” dediniz. Gerek Erdoğan, gerekse AKP sözcüleri, CHP’nin “Dün neden masaya oturdunuz” eleştirilerine “Devlet dün şefkat elini uzattı, bugün kudret elini uzatıyor” yanıtını veriyor. Bu zihniyet hakimken, çözüm ve müzakere umudu taşıyor musunuz?

Ben açıkçası siyasete atıldığım günden bu yana sürekli bir umut içerisinde oldum. Elbette çözüm süreci Türkiye tarihi açısından çok önemli bir dönemdi. O dönem içerisinde bu ülkede hiçbir şekilde acıların yaşanmaması, hiçbir şekilde kayıpların olmaması, Türkiye’nin hiçbir yerine tabutların gitmemesi bize en büyük kazanım oldu. Çünkü hiçbir şey bir insan yaşamından kıymetli değildir. O yüzden Ege’ye giden tabutun da Hakkari’ye giden tabutun da birbirinden farkı yoktur bizim açımızdan. Van’da ağlayan bir anne ile Kayseri’de ağlayan annenin gözyaşının rengi elbette ki ayrı olamaz. 

CHP’nin bu konudaki söylediklerinin bir anlamı olmadığını düşünüyorum. Her şeyin şeffaf olmasını isteyen, Mecliste tartışılmasını isteyen CHP, o gün Mecliste kurulan komisyona üye bile vermeyi kabul etmeyen bir partidir. Keşke o zaman CHP bu sürecin dışında kalmasaydı, kurulan komisyona üye vererek sürece müdahil olsaydı. Hatta keşke adaya giden heyetin içerisinde bir tane de CHP’li olsaydı belki bugünlere gelinmezdi.

CHP, Türkiye’nin geldiği noktada en büyük rolü olan bir parti konumundadır ne yazık ki. Milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılmasından tutalım, çözüm sürecindeki pratikleri Türkiye’nin Kürt sorunu başta olmak üzere yaşadığı tüm sorunlara hep geriden bakan, sadece kendi iktidarını düşünen bir parti konumundan çıkmak durumundadır.

Çünkü ana muhalefet partisi ve sosyal demokrat konumunda olan bir parti, Kürtleri temsilen parlamentoda olan bir partinin çözüm önerilerine açık olmak zorundadır. Bunu yapmadığı sürece CHP her zaman kaybetmeye mahkumdur. Dolayısıyla Türkiye’de çözüm, barış, demokrasi meselesinde sadece elini değil gövdesini bile taşın altına koymak durumundadır. Bu konuda herkese görev düşüyor. Sadece CHP açısından da söylemiyorum. Tüm siyasi partiler, tüm sivil toplum örgütleri, demokratik kitle örgütleri bu durumda birlik ve beraberlik içerisinde olmak zorundadır.