HDP Eş Genel Başkan Yardımcısı Tayip Temel, CHP, DEVA ve Gelecek Partisi'nin "Kürt sorunu" çıkışını değerlendiren Temel, "Birinci husus, bu sorunu kimlerle çözecek ve muhatabı kim? İkincisi, Kürt sorununu çözmemekte ısrarcı davranan ve Kürt düşmanlığı yapan bu iktidara sözü ne? Üçüncüsü ve en önemlisi ise Kürdün haklarını, Kürdün halk olmaktan kaynaklı ve statüsünün nasıl tanımlıyor ve nasıl bir çözüme kavuşturacak?" diye sordu.

“Demokratik Mücadele Programı”nın üçüncü aşaması olan ve "Savaşa karşı barış, tecride karşı özgürlük" sloganıyla başlatılan kampanyaya ilişkin de bilgi veren Temel, "Hem cesaret hem direnişe çağrı hem de mevcut siyasi iktidarın uygulamalarına ses çıkarma yöntemi açısından Edirne ve Hakkari’den başlayan ve birçok yerde buluşmalarla süren demokratik mücadele sürecimiz, birçok durumu açığa çıkardı" dedi.

DEMOKRATİK MÜCADELE PROGRAMI: ÇÖZÜMÜN DİRENİŞTEN GEÇTİĞİNİ HATIRLATMIŞ OLDUK

Mezopotamya Ajansı'ndan Diren Yurtsever ile Selman Güzelyüz'e konuşan Temel, “Demokratik Mücadele Programı”nın üçüncü aşamasının startını verdiniz. Bu süreçte bir dizi eylem ve etkinlik yaptınız. Kampanyanız nasıl gidiyor, neyi hedefliyorsunuz?" sorusuna şöyle yanıt verdi:

"Demokratik Mücadele Eylem Planı’mız, kapsamlı bir direnişi ve bir kitleselleşmeyi hedefliyordu. Fakat pandemi koşullarında biz bu programı revize etmek zorunda kaldık. Dolayısıyla Hakkari’den Edirne’ye yürüyüşle başlayan ve 1 Eylül’de Türkiye tarihinin en büyük insan zincirleri ile tamamlanacak olan bu kampanya, bir şekilde amacına ulaştı. Türkiye’deki demokrasi güçlerinin ve itirazı olan bütün güçler, yeni dönemde pandemi koşullarında mücadele yol ve yöntemlerini bulmak zorunda. HDP bunun öncülüğünü yaptı. Kadınlar İstanbul Sözleşmesi’nin hedef alınmasına karşı durarak bunun öncülüğünü yaptı. Hem cesaret hem direnişe çağrı hem de mevcut siyasi iktidarın uygulamalarına ses çıkarma yöntemi açısından Edirne ve Hakkari’den başlayan ve birçok yerde buluşmalarla süren demokratik mücadele sürecimiz, birçok durumu açığa çıkardı.
 
Artık insanların yürüyebileceğini, sorunların bir şekilde çözümünün direnişten geçtiğini tekrar hatırlatmış olduk. Kürt sorununun savaşla, saldırıyla, tutuklamayla, kayyımla, sınırların dışına işgalle çözülemeyeceği gerçeğini bir kez daha hem açıkladığımız deklarasyonlarla ortaya koyduk hem de yapılması gerekenleri sıraladık.  Türkiye’de Kürt sorunu çözülmeden ve Kürt sorununun demokratik haklar ve halk olmaktan doğan hakları temelinde çözülmeden, Türkiye’de birçok sorunun devam edeceğini de ortaya koyduk. Nitekim ekonomik kriz, ekoloji sorunu, çarpık kentleşme, talan, vurgun, zamlar bunların tümünün kaynağında savaş politikası var. Savaş kime karşı yürütülüyor? Türkiye’de düşmanlaştırılan bir halk var. Kürt halkı düşmanlaştırılmış, adeta vatandaşlıktan çıkarılmış, bütün haklarına kapsamlı bir saldırı var. Yine bu kapsamda Kürt sorununda savaşı derinleştirmek için uluslararası güçlerle tavizkar politikalar ve pazarlıklar yapılıyor. Libya’ya asker göndermekten tutalım da çeteleri oraya sevk etmeye, İdlib’de Türkiye’nin varlığına kadar. Bütün bunlar Rojava’daki Kürt kazanımlarına karşı hamlelerdir. Güney Kürdistan’da sürdürülen ve günü milyar dolara mal olan bir savaş var. Bunların tümünün görünür kılınması açısından, demokratik mücadele programı önemliydi. Birçok çevreye tekrar bu çağrıyı yaptık. Dikkat ederseniz Kürt sorununu başka çevreler tekrar gündemine almak zorunda kaldı."
 
Kürt sorununun savaşla, saldırıyla, tutuklamayla, kayyımla, sınırların dışına işgalle çözülemeyeceği gerçeğini bir kez daha hem açıkladığımız deklarasyonlarla ortaya koyduk hem de yapılması gerekenleri sıraladık. 

Temel'in diğer sorulara verdiği yanıtlar şöyle:

Üç aşamalı “Demokratik Mücadele Programı”nız toplumda bir karşılığı oldu mu? Hangi talepler açığa çıktı?
 
Bu mücadele programını üç yönlü geliştirdik. Birincisi halkla buluşmak yani halka danışma, ikincisi sivil toplum örgütleri, siyasi partiler ve birçok çevreyle buluşarak görüş ve düşüncelerini almak, üçüncüsü ise iktidara karşı bir tavır, bir tutum ortaya koymak açısından eylemsel bir duruşumuz oldu. Bunların tümünden çıkan şey şu: Bu iktidarın uygulamalarından herkes rahatsız. Aslında bu iktidar birçok zemini kaybetmiş. Sivil toplumun, halkın desteğini kaybetmiş. Meşruluğunu ve haklılığını yitirmiş. İnsanlar, toplum, büyük bir yoksulluk yaşayan işçiler… Herkes rahatsız. Fakat mücadelenin yol ve yönteminde bir sorun var, bulamıyorlar. HDP’nin bu çevrelerle buluşması önemli.  Çünkü muazzam bir baskı ve otoriterlik hali, insanların kafasının kaldırmasına izin vermiyor. Herkes çok rahatsız, çok öfkeli ama aynı zamanda çok yalnız. Dolayısıyla bu birlikteliğin nasıl yakalanması gerektiğine dair bir arayış var. HDP yeni dönemde mücadele ve politik hattını oluştururken, direniş hattını ittifaklar temelinde geliştirirken, bu kesimlerle nasıl yan yana geleceğini ve nasıl mücadele yürüteceğinin yol haritasını oluşturacak.

'HERKES ÇOK RAHATSIZ, ÇOK ÖFKELİ AMA AYNI ZAMANDA ÇOK YALNIZ'
 
“Herkes çok rahatsız, çok öfkeli ama aynı zamanda çok yalnız” dediniz. Toplumda bu kadar rahatsızlık ve itiraz varken, bir güç birliğinin sağlanamamasının önündeki engel nedir?
 
Güç birliğinin sağlanmamasının en büyük sebebi, iktidarın bu konuda sürekli baskı uygulamasıdır. HDP’yi ve diğer muhalefet partilerini birbirinden ayrıştıran siyaset yürütüyor olmasıdır. Meşru, Meclis’te temsiliyeti olan partileri başka tanımlamalarla sürekli kriminal göstermeleri ve muhalefetin de buna tavır alamaması. Cesur bir muhalefet gücünün ortaya çıkıp AKP ve MHP’nin gayri meşru yönlerine de vurgu yapan ama bütün siyasi partilerin onlar kadar Türkiye partisi olduğunu, Türkiye halklarının temsilini gerçekleştirdiklerini vurgulamaları gerekiyor. Örneğin; CHP’yi HDP ile dövüyor, HDP’yi yalnızlaştırıp selam verilemez hale getirmeye çalışıyor. CHP’yi içten karıştırıyor. Kriz içerisinde olan ve yönetemeyen iktidar, muhalefet partilerinin içlerinde kriz yaratmaya çalışıyor. Bu özel bir politika. HDP’ye son dönemdeki yönelimlerin bir sebebi budur. CHP’de bazı kişilerin çıkıp yeni parti veya hareket kurma açıklamalarının ardından iktidar bloğundan onlara destek açıklamalarının gelmesinin sebebi budur. İyi Parti’yi ‘yuvaya’ davet etme girişimlerinin sebebi de bu.
 
Peki bu güç birliğinin sağlanamamasında muhalefete düşen pay var mı?
 
Muhalefet partilerinden veya parti zemininde bir araya gelmekten bahsetmiyorum. Toplumun neredeyse yüzde 80’i bu iktidara rıza göstermiyor. Bunu seçim zamanlarında ya da topluma mikrofon uzatıldığında görüyoruz. Ama bir öncü güç, öncü hareket gibi bütün farklılıkları bir araya getirebilecek bir hareket çıkmıyor. Bunun sebebi, muhalefetin belli yönleriyle iktidarı yeteri düzeyde okuyup, doğru bir mücadele hattını oluşturamamasıdır. Yoksa AKP-MHP iktidarı Türkiye’de siyaseten toplumsal zemini kaybetmiştir. Şimdi mücadeleyi tekrar güvenle, kararlılıkla geliştirme ve o cepheyi oluşturma zamanıdır. Biz de HDP olarak bu konuda hem öncülük etme misyonuyla hareket ediyoruz hem de öncülük edeceklerin yanında yer alabileceğimizi söylüyoruz. Herhangi bir siyasi kompleksten bağımsız, Türkiye’nin demokrasiye geçişini gerçekleştirecek bir mücadele hattına ihtiyaç var.
 
Kampanyanızın finali için 1 Eylül Dünya Barış Günü’nü seçtiniz. Neden 1 Eylül?
 
Üçüncü aşamanın esas teması, savaş ve işgal politikalarına karşı barış, tecrit siyasetine karşı da özgürlük. Bunu şundan dolayı tercih ettik: Türkiye’de en büyük sorun savaşla, kanla, ölümle, tutuklamayla, gasp etmeyle ve çoğunlukla bunu Kürtlere karşı yaparak ayakta duran milliyetçi iktidarla karşı karşıyayız. Yani milliyetçi dala tutunan iktidar, Kürtleri esas düşman ilan ederek savaş politikalarıyla ayakta duruyor. Türkiye’deki halkları da ‘milli beka sorunu’ diye kandırarak bu sürece entegre ediyor. Bütün bu kötülüklerin nedeni, iktidarın ayakta kalmak için devreye koyduğu savaş konseptidir. Bu atmosferde de Türkiye’deki demokrasi güçlerini bastırmaya çalışıyor. Biz de buna karşı bir barış hareketine ihtiyaç olduğunu düşünüyoruz. Türkiye tarihin en büyük barış gücü; demokrasi güçleridir. Ama yalnızlar. Bir türlü bir araya gelme, bu iktidarın kabul edilemez siyasetine dur deme iradesini ve birliğini gösteremiyorlar. 1 Eylül’de bu güçlerin tümüne ulaşmayı hedefliyoruz. Bu güçlerin artık bu gerçeği görmesi, savaş karşısında barış güçlerini birleştirmesi gerekiyor. Eğer muhalefet güçleri, demokrasi güçleri, sosyalistler ve inanç grupları barış kavramı etrafında bir araya gelmezse, hangi kavram üzerinde bir araya gelecekler? En meşru ve doğru zemin barış zeminidir.

'İMRALI SİSTEMİ BÜTÜN TÜRKİYE'YE SİRAYET ETMİŞ DURUMDADIR'
 
Diğer bir konu da tecrit. Herkes tecridin Sayın Öcalan üzerinde yürütülen yalnızlaştırma, dışarıyla ilişkisini koparma ve bütün dünyadan soyutlama olarak tanımlıyor. Şu an İmralı sistemi bütün Türkiye’ye sirayet etmiş durumdadır. Tecrit ederek yönetme, Türkiye’deki rejimin karakteridir. O açıdan tecride karşı özgürlüğü savunuyoruz. Özgürlük toplumsaldır. Cezaevlerini boşaltmak bir özgürlük mücadelesi gerektirir. İmralı tecridini kırmak, savaş politikalarına dur demek anlamına geliyor. Çünkü oradaki çözüm ve barış iradesi defalarca denenmiş. Bu açıdan biz tecrit aşılmadığı sürece savaşın da devam edeceğini düşünüyoruz. Savaş ve tecrit birbirleriyle paralel iki olgu. Biri diğerini derinleştiriyor. Tecrit derinleştikçe savaş, savaş derinleştikçe tecrit toplumsallaşıyor. Barış ve özgürlük de böyle paralel iki kavram. Toplum özgürleştikçe barış olgusu da gelişir. Barış ve tecrit kavramını yeni dönemde mücadele hattımıza dönüştüreceğiz. Savaşa karşı barış, tecride karşı özgürlük mücadelesi yürüteceğiz.
 
Bu kapsamda neler yapacaksınız?
 
Aslında büyük mitingler düşünüyorduk. Örneğin Amed’de Newroz alanında fiziki mesafe kurallarına göre örgütlenmiş 100 bin kişilik miting. 1 Eylül’ü 21 Mart Newroz ve 1 Mayıs ruhuyla karşılamayı düşünüyorduk. İki-üç kentte devasa mitingler yapmayı düşünüyorduk. Maalesef pandeminin geldiği düzey, hastalığın giderek tedbirsizlikten yaygınlaşması nedeniyle toplum sağlığını düşünerek, barışı ve özgürlüğü daha görünür kılmak için insan zinciri gerçekleştireceğiz. Bu anlamda 7-8 merkez var. Esas merkezlerden biri İstanbul ve Amed’dir. Bunun startını kayyımın yıldönümü olan 19 Ağustos’ta Mardin ve İstanbul’da verdik. Aslında bu da bir mesaj. Kayyım sadece HDP ve Kürtlerin sorunu değil, aynı zamanda İstanbul’un, Ankara’nın, İzmir’in de sorunu. Çünkü kayyım bir gasp yöntemidir ve her yere, kazanılmış her mevziiye iktidar tarafından kolaylıkla tayin edilebilir bir gasp aracıdır. 1 Eylül belki üçüncü aşamanın finalidir ama mücadele durmayacak. Örneğin biz tecride karşı daha etkili bir mücadele yürüteceğiz.
 
 “Demokratik Mücadele Programı” öncesi partinizin yetkili kurulları, “HDP artık sokaklarda olacak” diyordu. Nitekim bir dizi eylem, etkinlik ve buluşma gerçekleştirdiniz. Partiniz sokağı nasıl görüyor ve değerlendiriyor? Yeni dönem için nasıl bir yol haritanız var? 
 
HDP ve Türkiye’de bu rejimin değişmesini isteyen herkesin, pandemi de dahil her koşulda bir mücadele yolunu ve yöntemini bulması gerekiyor. Bunun elbette en önemli ayağı sokaktır. Sokakta, meydanda, mahallede, fabrikada mücadele gelişmediği, bunların tümünün bileşkesi olan toplumsal bir muhalefete dönüşmediği sürece, iktidar her koşul ve krizde Türkiye toplumunu manipüle etmeye devam edecektir. İstanbul Sözleşmesi’nin hedef alınmasına karşı kadınların çok muazzam bir direniş örneği var. Demek ki pandemi koşullarında mücadele yürütülebilir. HDP yeni dönemde de sokağı asla terk etmeyecek. Türkiye’de iktidarın yürüttüğü savaş, öldürme, yıkma, gasp etme siyasetinin bir sonu var. Bu siyasetin iflas ve tıkanıklık yaşayacağı noktaya geldiğini düşünüyoruz. Türkiye’deki halkları, Türkiye’nin geleceğini düşünen tüm güçlerin öncelikle bu çürüten, kirleten, yıkan, yakan savaşa dur demesi gerekiyor. Biz bu yüzden sokağı terk etmeyeceğiz. Bu toplum, iktidarın politikalarına rıza vermediğini gösteriyor. Bunun bir öncülükle kapsamlı bir karşı duruşa dönüşmesi gerekiyor. Bu konuda başarılı olacağımıza inanıyorum. HDP bu konuda ısrarlı olacak.

MUHALEFETE 3 SORU
 
Kürt sorunu çeşitli çevrelerce yeniden gündeme getirildi. CHP, DEVA ve Gelecek Partisi liderleri de konuya dair düşüncelerini söyledi. Köklü ve tarihsel bir sorun olan Kürt sorunu bugüne kadar ya inkar edildi ya da soruna yüzeysel tanımlamalarla yaklaşıldı. Sorunun şimdi bu partiler tarafından gündeme getirilmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
 
Birinci husus, bu sorunu kimlerle çözecek ve muhatabı kim? İkincisi, Kürt sorununu çözmemekte ısrarcı davranan ve Kürt düşmanlığı yapan bu iktidara sözü ne? Üçüncüsü ve en önemlisi ise Kürdün haklarını, Kürdün halk olmaktan kaynaklı ve statüsünün nasıl tanımlıyor ve nasıl bir çözüme kavuşturacak?
 
Kürt sorunu, öyle politik çıkar ve dönemsel faydacı siyasetle gündeme alınıp çözülecek bir konu değil. Bu konuya böyle yaklaşanları yakan bir sorundur. Kürt sorununa yanlış yaklaşıldığı için, bir çözüm iradesi geliştiremediği için çok sayıda iktidar devrildi. O yüzden hangi güç, Kürt sorununun çözümüne adaysa ve Kürt sorununu çözeceğine dair samimiyse üç hususu öncelikle belirlemesi lazım. Birinci husus, bu sorunu kimlerle çözecek ve muhatabı kim? İkincisi, Kürt sorununu çözmemekte ısrarcı davranan ve Kürt düşmanlığı yapan bu iktidara sözü ne? Üçüncüsü ve en önemlisi ise Kürdün haklarını, Kürdün halk olmaktan kaynaklı ve statüsünün nasıl tanımlıyor ve nasıl bir çözüme kavuşturacak? Bu üç soruya cevap veremeyen bir güç, daha önceki iktidarların daha önce denediği pragmatist ve lafazanlığının ötesine geçemez. Bir şekliyle işi politik polemiğe dönüştürür. Biz HDP olarak bu çağrıyı yapıyoruz. Bu konuda köklü bir çözüm anlayışı ortaya koymadan, bu soruna siyasi hesaplarla, faydacı ve Kürdün oyuna göz dikerek gündemde tutmak tehlikeli ve yanlıştır. Bu işe bu şekilde soyunanları yakar. 

HDP, Kürt sorununu nasıl tanımlıyor ve nasıl bir çözümü savunuyor?
 
Kürt sorunu, Kürdistan sorunu, dört devlette yaşanan bir sorundur. Irak’ta belli bir statüye kavuştu, yine Rojava’da hala bazı tartışmalar yürüyor ama bir çerçeveye kavuştu. Oradaki özerk yapı Suriye ile anayasal çerçevede bir çözüm öneriyor. İran zaten Kürtlük adına ne varsa idam siyasetiyle bastırıyor. Türkiye’deki sorun ise şudur: Uluslararası güçlerde bu ikilemde sorunu ele alıyor. Nedir bu ikilem? Ya Kürtler Türkiye’den kopup, ‘Biz başka statüyle, başka bir hukukla kendimizi yönetmek istiyoruz’ diyecekler ve dolayısıyla kendi sistemlerini kuracaklar ya da Türkiye’nin sınırları içinde demokratik bir ülkede kendi öz kimlikleri, öz iradeleri ve öz varlıklarıyla bu sistemde yaşama ve bu sistemle yaşama özgürlüğüne kavuşacaklar. Türkiye’nin demokratikleşmesi temelinde Kürt sorununda demokratik yollarla çözülmesi var. HDP bundan yana. HDP’nin savunduğu yol, Türkiye’de Kürtlerin de asli unsur olduğu ve halk olmaktan doğan hakları çerçevesinde kendilerini yönetebilecekleri, yerel demokrasilerini kurabilecekleri, dillerini, kültürlerini hayata geçirebilecekleri bir demokratik ülke.  Yani Türkiye içinde bir statünün tanınması. Şimdi bu Türkiye’yi bölmeyen bir proje ve bir öneri. Ayrılıkçı, bölücü bir proje de değil. Kürt siyasi hareketi bunu savunuyor, HDP bunu savunuyor.
 
Kürt siyasi hareketi ile HDP’nin savunduğu bu çözüme iktidar yanaşmamakta neden ısrar ediyor?
 
Çünkü dış güçlerin burayı sürekli karıştırmanın yolu, Kürt sorununun sürekli çözümsüz kalmasıyla mümkün. Ve iktidarın şu an ki politikaları buna hizmet ediyor. İktidarın şu an ki politikaları bölücüdür. Türkiye’yi birleştiren, Türkiye’deki bütün halkları ama özellikle Türk halkı ile Kürt halkını bir arada yaşama iradesine kavuşturacak demokratik bir devlet, demokratik bir sisteme karşı çıkmaları anlaşılacak bir şey değil. Bu faşist, ırkçı zihniyetin karşı çıktığı nedir? Kürtlerin kendi hakları, kendi hukukları ve kendi varlıklarıyla Türkiye’de yer bulmalarıdır. Şimdi buna karşı çıkan neyi körüklüyor? Çözümsüzlüğü körüklüyor. Dolayısıyla bölücülük yapan HDP değil, iktidarın kendisidir. HDP birleştirme ve bütünleştirmeye çalışıyor Türkiye’deki demokrasi güçlerini. Çözümü de demokratikleşmede görüyor.
 
 Kürt sorununun çözümü için “HDP olarak her türlü sorumluluk ve riski almaya hazırız” demiştiniz. Nedir bu riskler?
 
HDP’nin aldığı risk şudur: Çatışmanın ve savaşın durdurulması açısından HDP birçok bedel ödedi. Dünyanın hiçbir yerinde barış elçileri içeri atılmaz ama bizimkiler içeride. Bahsettiğim tüm dayatmalara karşı işte dış güçler, emperyalist güçler ayrılıkçılığı körüklüyor. Kürt sorununun çözümsüz kalmasını dayatıyor. Oysa HDP dimdik iradeyle Türkiye halklarıyla bu sorunun çözülmesi gerektiğini savunuyor. Ve Türkiye’nin demokratikleştirilmesi temelinde Kürdün statüsünün tanınmasını öneriyor. Bunun için risk alıyor. Hiçbir siyasi, hiçbir oy kaygısına girmeden, hiçbir dış gücün tahrikine gelmeden, hiçbir faşist ve ırkçı politikaya boyun eğmeden ve tenezzül etmeden tüm bu süreci, bu çözümü topluma anlatacak, muhalefete anlatacak, Türkiye’deki tüm toplumsal kesimleri de duyarlı kılacak bu mücadeleye dahil olurken, bu çözüme de ikna edecek bir risk alıyoruz. Zaten bunun mücadelesini yürütüyoruz. Bu çözümün mücadelesini yürütürken, yüzlerce arkadaşımız yaşamını yitirdi, binlerce arkadaşımız şu an cezaevlerinde. Dolayısıyla barış mücadelemiz, çözüm mücadelemiz, özgürlük mücadelemiz birçok riski beraberinde taşıyor.