Halkların Demokratik Partisi (HDP) Mardin milletvekili Erol Dora, azınlık vakıf mallarının iadesiyle ilgili Meclis’e kanun teklifi verdi.

Kanun teklifinin gerekçesinde, azınlık vakıf mallarının iadesi konusunda AİHM’de açılan davaların da etkisiyle bazı olumlu düzenlemeler yapılmasına rağmen, uygulamada pek çok sıkıntı olduğu belirtilerek;  el konulan malların iadesi veya tazmini için, Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmeler ile Anayasa’dan doğan sorumlulukları doğrultusunda adil, bütünlüklü bir yasal düzenlemenin bir an önce hayata geçirilmesi talep edildi.

Erol Dora’nın Meclis’e sunduğu kanun teklifinde şu ifadelere yer verildi:

''Türkiye Cumhuriyeti döneminde kabul edilen Vakıflar Kanununda birçok kez değişiklik yapılmıştır. Son olarak 2008 yılında 20/2/2008  tarihli ve 5737 sayılı Vakıflar Kanunun yürürlüğe girmesiyle birlikte azınlıkların; başta Ermeni, Rum, Süryani, Keldani, Musevi olmak üzere, Maruni, Gürcü ve Bulgarlara ait vakıfların ellerinden alınmış taşınmazların, mazbutaya alınmış vakıflar ve üçüncü şahıslara satılmış taşınmazlar da dâhil olmak üzere yaşanan mülkiyet gasplarına ilişkin yaşanan hak kayıpları ve mağduriyetlerin giderilmesine dönük lokal düzenlemeler yapılmasına rağmen, söz konusu vakıfların mülkiyetlerine ilişkin birçok sorun halen bir bütün olarak çözümlenebilmiş değildir.

Türkiye, Avrupa Birliği üyeliği sürecinde azınlık vakıflarının mülkiyet haklarının korunması yönünde bir takım olumlu adımlar atmış olsa da, hukuk devleti reformu olarak nitelendirilebilecek bir ilerleme kaydedememiştir. Aksine, taşınmaz edinme ehliyeti bakımından mevzuattan kaynaklı sorunların yanında,  yasalarda tanınan sınırlı haklar oluşturulan idari düzenleyici işlemlerle kamuoyu ile paylaşılmayan genelgelerle uygulamada büsbütün kısıtlanmıştır. El konulan malların iadesi veya tazmini için, Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmeler ile Anayasa’dan doğan sorumlulukları doğrultusunda adil, bütünlüklü bir düzenleme ise henüz gerçekleştirilmemiştir.

Vakıfların ellerinden alınarak üçüncü kişilere devredilen veya satılan taşınmazların ilgili azınlık vakfına iade edilmesi veya tazmin edilmesi sorunu can yakıcılığıyla devam etmektedir. Yapılan kısmi yasal düzenlemelerle vakıfların ellerinden alınarak devlet adına kaydedilen bazı malların iadesi öngörülse de, bu iade için söz konusu malların azınlık vakıflarının tasarrufunda olmaları koşulu aranması, iade kavramının özüyle çelişen bir düzenleme olarak yerini almıştır. El konulan malların iadesi için bu taşınmazların halen azınlık vakıflarının tasarruflarında bulunma şartı aranması, iyi niyetli bir yaklaşım olarak değerlendirmek mümkün değildir.

Son yıllarda, azınlık vakıflarının Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde açtığı davaların da etkisiyle 2003, 2008 ve 2011 yıllarında azınlık vakıflarıyla ilgili olarak bazı olumlu düzenlemeler gerçekleştirilmiştir. Bu düzenlemeler sonucunda bir kısım gayrimenkullerin iadesi ve azınlık vakıflarının mülk edinme hakkı önündeki engellerin kaldırılması gibi bazı olumlu adımlar atılmıştır. Ancak bu düzenlemeler azınlıklara ait mazbutaya alınmış elli beş vakfı içermediği gibi el konulmuş taşınmazlar meselesine de kapsayıcı çözümler üretmemiştir.

Bütün bunlar göstermektedir ki, azınlık vakıflarının Lozan Antlaşması’na uygun bir konuma getirilmesi son düzenlemelerden sonra dahi sağlanabilmiş değildir. Öte yandan, AB uyum yasaları çerçevesinde azınlık vakıflarına yönelik iyileştirici bazı yasal düzenlemeler yapılmasına rağmen, Vakıflar Genel Müdürlüğü, zaman zaman hukuk devleti ilkelerine büsbütün aykırı bir tutumlar içerisine girebildiği de görülmüştür.

AB ile üyelik müzakerelerinin devam ettiği bir dönemde, hükümetin ve TBMM’nin yerine getirmekle yükümlü olduğu temel görev, AB müktesebatıyla uyumlu yasal düzenlemeler yapmaktır. AİHM’nin 2007 senesinden bu yana verdiği dostane çözüm ve dava kararları göstermektedir ki, el konulan taşınmazların gerçek sahipleri olan azınlık vakıflarına iadelerini veya tazminini öngörmeyen bir yasal düzenleme AİHM tarafından yetersiz bulunacak, Türkiye tazminat ödemeye devam edecektir.

Bu Kanun teklifiyle amaçlanan, yukarıda açıklanan gerekçeler doğrultusunda, kurucu unsur olan Lozan Antlaşması’nı, AİHS’yi ve Türkiye’nin taraf olduğu diğer uluslararası sözleşmeleri dikkate alarak, var olan anti demokratik ve hukuk dışı uygulamaları bertaraf edecek yasal düzenlemenin bir an önce gerçekleştirilmesidir.''

(Demokrat Haber)