HDP Grup Başkanvekili Saruhan Oluç, Meclis’te basın toplantısı düzenleyerek gündemdeki gelişmeleri değerlendirdi.

Çoklu baro düzenlemesine tepki gösteren Oluç, “Bu teklifle birlikte yargı üzerinde kusursuz bir tahakküm kurulmak isteniyor. Savcılar zaten iktidarın savcıları, yargıçlar da vicdanları ile değil iktidarın talepleri doğrultusunda karar veriyorlar. Yargıçlar bağımsız değil, yargı bağımlı ve taraflı bir halde. Savcı ve hakimler dışında şimdi avukatlar da, yani savunma mekanizması da iktidara bağımlı bir hale getirilmek isteniyor. Yani aslında bir Burhan Kuzu hukuku dayatılıyor bütün Türkiye’ye. Adaleti kendisine göre düzenleyen bir partidir Adalet ve Kalkınma Partisi” dedi.

HDP Grup Başkanvekili Saruhan Oluç’un açıklamaları şu şekilde:

Biliyorsunuz Perşembe günü başlayan Adalet Komisyonu çalışmaları dün gece yarısı 4 civarı sona erdi. Barolarla ilgili teklif, muhalefetin tüm eleştirilerine rağmen hiçbir değişiklik yapılmadan Genel Kurul’a getirilecek.

‘İKTİDAR PARTİSİ VE ORTAĞI KENDİ TEKLİFLERİNİ KOMİSYONDA SAVUNAMADILAR’

Adalet Komisyonu çalışmaları sırasındaki bir izlenimimi paylaşmak istiyorum. Görüldü ki, aslında teklifi getiren iktidar partisi ve ortağı bu teklifi savunamadılar. Hukuk ve demokrasi açısından bakıldığı zaman, bu teklifin neden makul olduğunu muhalefete anlatamadılar. Zaten anlatabilecekleri bir şey de yoktu, bu ortaya çıktı komisyon toplantılarında.

‘MESELENİN BİRİNCİ DERECEDEN MUHATAPLARININ KOMİSYONA ALINMAMASI KABUL EDİLEMEZ’

Komisyon toplantıları sürdüğü müddetçe, baro başkanları Çankaya Kapısı’nın önünde beklediler, teklif karşısındaki eleştirilerini halkın Meclisi’nin içine alınmadan dile getirdiler.

78 baro daha önce yazılı açıklama yaptı ve çoklu baro sistemine karşı olduklarını belirtti.

O baro başkanları kapıda durdukları süre boyunca eleştirilerini dile getirdiler.

Meselenin birinci dereceden öznesi ve muhatabı olan baro başkanlarının komisyon toplantılarına alınmaması, dinlenmemeleri kabul edilebilir değildir.

İktidar bunu engelledi muhalefetin bütün itirazlarına rağmen.

‘BURHAN KUZU HUKUKU DAYATILIYOR BÜTÜN TÜRKİYE’YE’

Bu teklifle birlikte yargı üzerinde kusursuz bir tahakküm kurulmak isteniyor. Savcılar zaten iktidarın savcıları, yargıçlar da vicdanları ile değil iktidarın talepleri doğrultusunda karar veriyorlar. Yargıçlar bağımsız değil, yargı bağımlı ve taraflı bir halde. Savcı ve hakimler dışında şimdi avukatlar da, yani savunma mekanizması da iktidara bağımlı bir hale getirilmek isteniyor. Yani aslında bir Burhan Kuzu hukuku dayatılıyor bütün Türkiye’ye. Adaleti kendisine göre düzenleyen bir partidir Adalet ve Kalkınma Partisi.

‘BAROLAR DÜZENLEMESİNİN HUKUKLA VE DEMOKRASİYLE ALAKASI YOK, BU YÜZDEN AÇIKLAYAMIYORLAR’

Barolar düzenlemesinin 3 nedeni var. Birincisi, AKP diyor ki, bizim barolarımız yok, onun için kendimize bağlı baroları oluşturmak istiyoruz. Birinci neden budur, bunun hukukla ve demokrasiyle alakası yoktur.

İkincisi, AKP diyor ki, güçlü bir Barolar Birliği delegasyonuna ihtiyacımız var. Dolayısıyla Barolar Birliği delegasyonunu dizayn etmek için bu teklifi oluşturuyorlar.

Üçüncü nedeni de, Barolar Birliği’nin mali imkanlarını kendi yandaş barolarına ve avukatlarına aktarmak istiyorlar. Bu teklifin esas 3 nedeni budur. Yani meselenin hukukla ve demokrasi ile bir alakası yoktur.

‘SADECE BAROLARI DEĞİL, BÜTÜN HUKUK SİSTEMİNİ TARUMAR EDECEK BU DÜZENLEME’

5 bin üyesi olan barolarda 2 bin üye ile yeni bir baro kurma kararı alınabiliyor çoklu baro sisteminde. Sorduk, 2 bin rakamı nereden çıktı? Neden 2 bin, neden bin 500 değil veya 3 bin değil, 3 bin 500 değil dedik. Bunun nedeni de şurada gizli; 2018 yılında yapılan İstanbul Barosu seçimlerinde AKP’nin desteklemiş olduğu listenin aldığı oy 2 bin 400 civarındadır.

Yani 2 bin rakamı da buradan geliyor. Yoksa herhangi bir evrensel kriter ya da makul bir kriter yok ortada. Onlar 2 bin üzerinde oy aldıkları için 2 bin üzerindeki sayıyla da baro kurulabilir demiş oluyorlar.

Temsilde adaleti, özellikle Baroları Birliği delegasyonunda tamamen yerle bir ediyorlar. Büyük şehirlerin sayılarını azaltıyorlar, küçük şehirlerin sayılarını artırıyorlar. Ama bunu o kadar ölçüsüz yapıyorlar ki, ortada temsilde adalet diye bir şey kalmıyor. Yani baroları tarumar edecek, sadece baroları değil hukuk sistemini de tarumar edecekler bu teklifle.

‘BU İKTİDARIN İNSAN HAKLARINA, DEMOKRASİYE, HUKUKA FOBİSİ VAR’

Barolar herhangi bir meslek örgütü değil. Barolar yargının bir ayağını oluşturuyorlar. Dolayısıyla herhangi bir meslek örgütü gibi davranarak yapılacak bu değişiklikler aslında hukuk sisteminde ciddi bir değişiklik anlamına geliyor.

İktidar istiyor ki, barolar insan haklarını, hukukun üstünlüğünü savunmasın; iktidar istiyor ki, barolar biat etsin, biat etmeyen tasfiye edilsin; iktidar istiyor ki, barolar kendilerini eleştirmesin. Aslında bu iktidar insan hakları fobisi olan bir iktidardır; demokrasi fobisi, hukuk fobisi olan bir iktidardır.

‘BÜTÜN VERİLER VE AÇIKLAMALAR HUKUK ALANINDAKİ EROZYONU GÖSTERİYOR’

Kendi çıkarları için, kendilerine bağlı barolar yaratmak için hukuk sistemini alt üst ediyorlar. Makbul barolar ve makbul avukat yaratma teklifidir bu teklif; bu bir kez daha ortaya çıkmıştır. İktidar kendisine biat eden, itaat eden barolarla hukuk alanındaki çalışmalarını sürdürmek istiyor.

Biz komisyonda da dile getirdik, zaten hukuk alanında tuz kokmuş vaziyette. Bütün verilerde ve kamuoyu araştırmalarında toplumun yargıya, adalete yaklaşımında müthiş bir düşüş, erozyon olduğu görülüyor. Bunu daha beter duruma getirecek adımlar atmak yerine, bu erozyonu nasıl düzeltebiliriz diye bakmak lazım.

‘13 YAŞINDAKİ ÇOCUĞU ÖRGÜT ÜYESİ İLAN EDİP, ÖLDÜRÜLMESİNİ KOVUŞTURMAYAN BİR YARGI VAR’

Bakın bir örnek vereceğim; o kadar çok örnek anlatılabilir ki, basın toplantılarına sığmaz. İdil’de 2016’da, sokağa çıkma yasakları döneminde, bir çocuk öldürülmüş, 13 yaşında, Fatma Elarslan. Gizli tanık beyanı ile örgüt üyesi sayılmış. Şırnak Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilmiş Fatma Elarslan hakkında. Öldürüldüğü zaman 13 yaşındaymış, okula gidiyormuş. 7’nci sınıfa giden bir çocuktan bahsediyoruz. İşte hukukun geldiği durum budur aslında. Buna dair o kadar çok örnek verilebilir ki...

‘BÖYLE BİR HUKUK ANLAYIŞININ BOYU DEVRİLSİN’

Bu kararı vermiş olan savcı ve heyetin hukuk açısından hiçbir söyleyecek sözü yoktur. Hep söylüyoruz, bunlar diplomalarını nereden almışlar diye. Ne AİHM içtihatlarından haberleri var, ne BM Çocuk Hakları Sözleşmesi’nden haberleri var. 13 yaşındaki bir çocuğu örgüt üyesi ilan edebiliyorlar. O nedenle öldürülmesinde kovuşturmaya yer yoktur kararı alabiliyorlar. Böyle bir hukuk anlayışının boyu devrilsin, söyleyeceğimiz budur esas itibariyle. 

‘SOSYAL MEDYA DÜZENLEMESİYLE TEMEL HEDEF MUHALEFETİN SESİNİ KISMAKTIR’

Önümüzdeki günlerde Meclis gündemine gelme ihtimali olan bir konu da sosyal medya yasaklarıdır. Bunu tartışmaya devam edeceğiz. Ama şunu özellikle belirtmek istiyoruz; sosyal medya alanında ciddi sorunlar var, kişilik haklarına yönelik ciddi saldırılar yapılıyor.

Bizler, özellikle HDP yöneticileri ve milletvekilleri bu ihlallerle ve saldırılarla karşı karşıya kalıyoruz. Özellikle Aktrol ordusunun bize yönelik saldırılarıyla ve hakaretleriyle karşı karşıya kalıyoruz. Yeni de değil bu, yıllardan beri oluyor. Özellikle iktidar partisi, kurduğu Aktrol kadrosuyla sosyal medyayı kendi siyasi amaçları doğrultusunda kullanmak için her türlü adımı attı, siyasi etiğe aykırı olarak. Bunu tartışmaya devam edeceğiz.

Twitter’ın aldığı karar ve 7340 hesabın kapatılması meselesi aslında bunun çok açık ifadesiydi. Bu yasakçı zihniyetle şimdi bir kez daha karşı karşıya kalacağız.

Hedef çok açık, hepimiz biliyoruz; sosyal medyada toplumsal muhalefetin sesini yükseltmemesi için, sosyal medya alanını iktidar lehine kullanabilmek için bu adımları atacaklar. Bir teklifle bunu önümüze getirecekler ve bu saldırıları ve engellemeleri daha da yükseltecekler. Temel hedef muhalif sesleri kısmaktır.

‘SOSYAL MEDYADAKİ SALDIRILARIN VE HAKARETLERİN EN FAZLA MAĞDURU MUHALEFETTİR’

Yoksa biz biliyoruz, o alanda kişi haklarına yönelik çok ağır saldırılar, hakaretler yapılıyor. Bundan en fazla mağdur olanlar da bizleriz, toplumsal ve siyasal muhalefettir. O mecrada bir sosyal medya etiğinin oluşturulması, bir medya etiğinin işler hale getirilmesi önemlidir. Ama iktidarın hedefi bu değildir. İktidarın hedefi engellemektir, toplumsal ve siyasal muhalefetin sesini kesmektir.

İki örnek vermek istiyorum; mesela bir TIR şoförü, Malik Yılmaz, esas itibariyle kendi pozisyonuna ilişkin videosunu çekip paylaşmasaydı, bir kişi olarak bunu yapmamış olsaydı, milyonlarca insan nasıl mağdur bir durumun yaratıldığının, özellikle pandemi döneminde, farkına varmayacaktı. Kadına yönelik şiddet konusunda, şiddet görenler ve şiddet tehdidi altında olan kadınlar eğer kendilerine ilişkin paylaşımlarda bulunmasalar, toplum belki de kadına yönelik şiddetin ne kadar vahim bir duruma geldiğini görmeyecekti.

Örneğin çocuklara yönelik şiddet konusunda, Nusaybin’de çocuklara yönelik kolluk şiddetini gösteren videolar paylaşılmamış olsaydı, belki bu kadar açık bir şekilde bu mesele görülmemiş olacaktı. Dolayısıyla bütün bu muhalif sesleri engellemek ve muhalefeti sosyal medyada zayıf düşürmek için bir çalışma yapıldığını biliyoruz, bunu izliyoruz, bu konuda eleştirilerimizi dile getirmeye devam edeceğiz.

‘TÜİK’İN HORMONLU VERİLERİ BİLE ÜNLÜ TÜRK İKTİSATÇISININ TEZLERİNİ ÇÜRÜTTÜ’

Biliyorsunuz, “ünlü bir Türk iktisatçısı” var, çok ünlü. “Faiz sebep, enflasyon sonuçtur” açıklaması yaptı defalarca ve inatla da bu açıklamanın peşinden gitti. “Ünlü Türk iktisatçısı”nın damadı da “evet,  bu böyledir” diyerek ülke ekonomisine ilişkin kararlar almaya devam etti.

Sadece kısa bir döneme ilişkin veriler vereceğim. Nisan 2020’de faizler yüzde 8.77; enflasyon yüzde 10.94. Haziran ayında faizler yüzde 7.66’ya düşüyor, enflasyon ise 12.62’ye çıkıyor. Yani 2 ayda faizler 1.11 puan düşmüş, enflasyon ise 1.7 puan artmış. Hani “faiz sebep enflasyon sonuçtu” ya “ünlü Türk iktisatçısı”nın tespitlerine göre. Bunun son iki ayda bile doğru olmadığı ortaya çıktı.

Yani TÜİK rakamlarına göre, ki bunlar hormonlu rakamlardır, enflasyon artıyor, faizler ise düşüyor. Bir kez daha bunu tespit etmiş olalım. Peki bu anlayışla yapılan ekonomi politikalarının Türkiye’yi getirdiği yer neresidir?

Bakın, her yeni doğan çocuk şu anda kamusal borçlar açısından baktığımızda, 19 bin 638 TL  borçla doğuyor. Yani çocuklar analarının karnında borçlanıyorlar. İşte bu “ünlü Türk iktisatçısı”nın ve damadının Türkiye ekonomisini getirdiği durum budur. Sadece bu da değil.

‘SON 3 YILDA YENİ İSTİHDAM YARATILAMADIĞINI GÖRÜYORUZ’

İşsizlik de çok önemli bir noktadadır. Son veriler açıklandı; bu arada SGK’nın da verileri açıklandı. SGK’nın Mayıs 2020 sigortalı verisi ile, ki 21 milyon 383 bin kişidir, TÜİK verilerini karşılaştırdığımızda, son 3 yılda, 2017’den bu yana kayıtlı veya kayıtsız yeni istihdam yaratılamadığını görüyoruz.

Peki ne yapılmış? İŞKUR’un kaynaklarıyla 2017’den bu yana işveren teşvikleri, 2020’nin ilk 5 ayı dahil, 37.7 milyar TL olmuş. Eğitim programları yapılmış istihdam için, buna da 25.2 milyar TL harcanmış. Toplamda 63 milyar TL harcamış İŞKUR yeni istihdam alanları yaratılabilsin diye son 3 yılda.

Peki sonuç? İstihdamda 2 milyon azalma olmuş son 3 yılda. İşte durum bu. Bu iktisat anlayışının Türkiye’yi getirdiği durum bu. Türkiye’nin bugün birinci sorunu nedir? diye sorulduğunda işsizlik ve hayat pahalılığı ilk sırada geliyor. Toplumun 3’te 2’sinden fazlası birinci sırada bu sorunu görüyor. Yani halkın alın teri ile işçilerin emekçilerin yarattığı kaynaklar sermayeye aktarılmış, ama istihdam yaratılamamış.

‘İKTİDAR TARİHİNİN EN BÜYÜK İRTİFA KAYBINI YAŞIYOR, BÜTÜN BU SALDIRILARIN NEDENİ BUDUR’

Milyonlarca insan işini ve gelirini kaybetmiş. Çalışanlar işlerini kaybediyor, iş arayanlar iş bulamıyor, iş arayanlar iş aramaktan vazgeçiyor. İktidar bu uygulamaları ve ekonomik kararlarıyla tarihinin, son 18 yılın en ciddi oy kaybını yaşamaktadır. Müthiş bir irtifa kaybı yaşamaktadır, tarihinin en büyük kaybıdır bu. Bütün yasak çabaları, bütün yasakçı düzenlemeler, yasakçı zihniyetin uygulamalarının esas nedeni bu irtifa kaybıdır.