HDK’nin geçtiğimiz hafta sonu yapılan 7. Olağan Genel Kurulu’nda Eş Sözcülüğe seçilen Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu, Türkiye’de faşizmin kurumsallaştığını söyledi. Hamzaoğlu, "Bugün CHP tabanı ya da Kürt tabanı olmadan Türkiye'de toplumsal mücadele başarıya ulaşamaz" dedi.
 
Halkların Demokratik Kongresi (HDK), geçtiğimiz hafta sonu 7. Olağan Genel Kurulu’nu topladı. Siyasi gelişmelerin değerlendirilerek yol haritasını belirlendiği kongrede, mevcut Eş Sözcü Gülistan Kılıç Koçyiğit ile Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu eş sözlüğe seçildi.
 
Kısa bir süre önce kanun hükmünde kararname ile Kocaeli Üniversitesi’ndeki işine son verilen Hamzaoğlu, Barış İçin Akademisyenler bildirisine imza attığı için gözaltına alınmıştı. Dilovası’ndaki sanayi tesislerinin yarattığı halk sağlığı sorunlarını tespit ettiği için de defalarca baskılara maruz kalmıştı.
 
Prof. Dr. Hamzaoğlu, genel kurul sonrasında ETHA’dan Arzu Demir’e konuştu.
 
7 Haziran ve 1 Kasım seçimleri, 15 Temmuz darbe girişimi ve ardından gelen OHAL, tüm bu süreçlerde yaşananlar. Herkesin merak ettiği, bundan sonra bizi ne beklediği. Bundan sonraki gelişmeler neler olabilir?
 
Çok yakın bir vadede tersine bir gidiş olmasını beklememek gerek. 7 Haziran seçim sonuçlarının, Türkiye siyasi tarihinde yok sayılması bir sürecin başlangıcı. Ardından 20 Temmuz ve 10 Ekim gibi 'Kürt siyasi hareketi ile ittifak yapan cezalandırılır' mesajını vererek, korkunun inşa edildiği bir dönemi yaşadık. Ancak dikkatimizi çekmemizi gereken bir noktada da hükümetin kendi içinde yaptığı darbedir. İlk darbe aslında 2015 Aralık ayında oldu. Başbakan Ahmet Davutoğlu, Cumhurbaşkanı'nın açıklamasının hemen ardından partisi tarafından görevden alındı, şu anda kendisi yok hükmünde. Az önce saydığınız başlıklarla tüm bunları birleştirdiğimizde, önemli bir rejim krizinin varlığının altını çizmek gerekiyor.
 
Bu aynı zamanda merkez kapitalist ülkelerde başlayan kapitalizmin krizinin Türkiye'ye yansıması. Değerlendirmelerimizde siyasi üst yapılara yer vermek bir zorunluluktur ancak yarına dair öngörülerimizin temeline içinde yaşadığımız üretim ilişkilerini, kapitalizmin Türkiye ve dünyadaki pozisyonuna ilişkin değerlendirmeleri koymak gerekiyor. Türkiye'de uzun yıllardır yatırım konusunda ciddi sıkıntılar var. Sıcak paraya dayalı ekonomik ilişkiler nedeniyle ciddi sorunlar yaşanıyor. Özellikle Temmuz'dan sonra yapılmış tek bir yatırım yok. 3. havaalanı, Avrasya tüneli, 3. köprü, Dilovası köprüsü ya da Marmaray, iç dinamikleri hareketlendirmek için yapılmış projeler. Kapitalist sistemin Türkiye'deki sıkışmışlığını, sermayenin kazanımlarına dönüştürerek açılması arayışları.
 
Yönetenler bakımından durum bu. Ezilenler bakımından tablo nedir?
 
2010 yılında Arap Baharı hepimizi heyecanlandırmıştı. Ancak gördük ki, Arap Baharı, Kuzey Afrika ülkelerini kapitalizme entegre etmenin bir aracına dönüştürüldü. Kredi kartı olmayan, banka faaliyetleri ile geleceğe yönelik harcamalar yapmayan bir ülke grubunu doğrudan doğruya sisteme entegre ettiler. Bu da sistemin geneldeki krizinin bir aracı olarak kullanıldı. 1990'lı yıllarda dünyanın her yerinde gördüğümüz yerel savaşlar son bir kaç yıldır Ortadoğu'da kümelendi. Pek çok yerde karşı karşıya gelen emperyal güçlerin Ortadoğu'da karşı karşıya geldiğini, burayı kendilerine bir arena olarak seçtiğini görmek lazım. Burada Kürt özgürlük hareketinin altını çizmeden geçmemek gerekir. Kürt özgürlük hareketi, Arap Baharı'ndakilerden farklı olarak doğrudan doğruya yeni bir toplumu, toplumsal cinsiyet demokrasisi üzerinden tanımlamış, eşitlikçi ve özgürlükçü bir toplum tahayyülü olan bir hareket. Ortadoğu'yu diğer bölgelerden farklılaştıran da bu. Kuzey Afrika'dan Ön Asya'ya kadar İslamiyet'in yoğun olduğu bir hattaki tek seküler harekettir. Bu hareketin varlığı, dünyanın yeniden şekillendirilmesi ve halkların yeniden özgürleşmesi konusunda çok farklı alanlar açıyor.
 
2010'larda Arap Baharı diye başlayan hareket aslında tüm dünyada bir enerji getirmişti. ABD'nin tarihinde görülmeyen Washington'da on binlerin parklardaki işgalleri ve çatışmalar, bu hareketin Avrupa'ya yansımaları ve Türkiye'de Gezi direnişiyle başlayan Haziran ayaklanması... Bizlerin de anlamaya çalıştığı ancak yeterince içinde olamadığımız bir dönem olarak yaşandı. Bütün bunları ele aldığımızda bu coğrafyada nelerin yaşanabileceğininin potansiyelini de gösteriyor. Sadece bizler değil, karşı tarafta olan egemenler de görüyor. Bu dönemde Türkiye siyasetinde öne çıkan aktörlerin varlığını yadsımamakla beraber, onları doğrudan doğruya göbekten bağlı oldukları uluslararası sermaye ile beraber değerlendirelim.
 
İçinde bulunduğumuz baskı ortamı için 'Devam edecek' dediniz. Bu denklemi ne bozabilir?
 

Türkiye'de siyasi yapılar bugünün siyasi tahlilini yapmak istemiyorlar. Dünya siyasi tarihinde faşizm yaşanırken tanımlanmış bir siyasi yapılanmadır. Aynı zamanda devlet organizasyonudur. Ama kapitalizmin içinden, kapitalizmin gereksinimleri ile doğmuştur. Almanya'nın sanayileşme düzeyi başkaydı, İtalya'nın bambaşkaydı ama benzer meseleleri gördük. Bunu insanların doğasında olan saldırganlığın bir şekilde ortaya çıkışı olarak değerlendirmek çok yanlış. Kapitalizm bunu doğrudan doğruya bir devlet modeli olarak sınıfı ezmeye, sermayeyi büyütmeye yönelik olarak kullandı. Nasıl ki Almanya ile İtalya, daha sonra Arjantin, Şili ve Meksika'daki uygulamaları karşılaştırdığımızda birbirinden farklılaşıyorsa, bugünün Türkiyesi'nde de yaşanmışlıklara bakıp, "Ya şunlar, şunlar gerçekleşmedi, dolayısıyla Türkiye'de faşizm yok" demek siyaseten bir körlük değilse, başka bir anlam taşıyor.

Bence de bu anlam şu: Faşizm tespitini koyduğunuzda ne yapacağınız belli. Bir cephe oluşturmak zorundasınız. O bakımdan bugün Türkiye'de bana göre -kişisel olarak değerlendiriyorum- faşizm bütün kurumlarıyla vardır. Güçler ayrılığı bitmiştir, güçler birliğine dönüşmüştür, hukuk vs. hiçbir şey kalmamıştır. İşçi sınıfı dediğimizde artık işçi sendikaları anlaşılmamalı. Akademisyenler, öğretmenler işçi değil mi? Sadece madenler, sadece sanayide olanlar üzerinden konuşmadığımız zaman görüyoruz ki, doğrudan doğruya işçi sınıfına ve örgütlerine de çok net bir saldırı var. Kamu sendikaları tamamen hedef konumunda, özellikle KESK'in sendikalarına yapılanlar, TTB, TMMOB'a yönelik girişimler ortada. Bunları görüp de "İşçi sınıfını doğrudan doğruya ezmek yok" demek abesle iştigal.

Türkiye'de faşizm bugün bütün kurumları ile oturmuş durumdadır. Kişisel şiddet, tahakküm dönemini geçmiştir, yapılanmıştır. Amacı da kapitalizmin krizinin çözülmesidir. Burada yapacak şey; cephe oluşturmaktır. Siyasi yapıları Türkiye'de cepheye ikna edene kadar da, eylem birliklerini ne pahasına olursa olsun öne çıkarmak durumundayız. Bu hem halka önemli bir mesaj olacaktır, hem de kurumları birbirine yakınlaştıracak ve yaklaştıracaktır.
 
Faşizme karşı birleşik cephe oluşturulamıyor ancak herkes birleşik mücadeleden bahsediyor. Ancak bunun da çok başarıldığını söylemek zor. Neden?
 
Bugün ayrıştırıcı olacağını düşündüğüm için bu konuyu tahlil etmek istemiyorum. Bugün için bütün siyasi öznelerin, özne olarak varlıklarını sürdürebilmeleri, kitleleri ile ilişkilerini korumalarına bağlıysa, bu kitleler öznelerden farklı olarak, zaten bir arada mücadele ediyorlar. Hastanelerde, okullarda bir arada direniyorlar. Siyasi öznelerin kitlelerinden geri kalmadan onların yanına doğru yürümeleri gerekiyor. Görebildiğim kadarıyla bu eylem birlikleri ile olabilir. Örneğin; 20 Kasım'da Kartal'da bir miting var. AKP'nin doğrudan doğruya destekçisi olanlar dışında herkes o alanı doldurmalı. O alanda “savaşın bir an önce bitmesi, başkansız bir Türkiye, eşitlikçi bir toplum, özgür demokrasi, parlamenter sistemin yeniden kurulması” başlıklarında bir araya gelmeli. Bunun koşulları var. Biz önümüze bakalım ve birleştirici olalım. Örneğin CHP konusunda yönetim eleştirileri başka bir dönemin işidir, bugün CHP tabanı ya da Kürt tabanı olmadan Türkiye'de toplumsal mücadele başarıya ulaşamaz.
 
HDK genel kurulunu yaptı. HDK'nin önceliği ne olacak önümüzdeki dönemde?

 
13 Kasım'da yaptığımız 7. genel kurulumuzda eşsözcümüz hepimiz adına konuşurken; faşizm tanımını yaptı. Gereğini yapmak için de herkes ile bir arada olmak konusunda bir açıklamada bulundu. Biraz önce söylediklerimi de böyle değerlendirmek mümkün. Bir koşul koymadan, ortak amaçlarla birleşebileceğimiz bugünden daha olgun bir dönem geçmiş tarihlerde bu kadar net değildi. Bu fırsatı kaçırmadan, egemenlerin karşısında daha fazla parçalanmadan, barış ve özgürlükleri eksik etmeden ortak mücadeleyi yürütmeliyiz. HDK de 7. genel kurulunda bu mesajları verdi.
 
HDK'nin bu anlamda somut bir girişimi olacak mı?
 
Genel kurul bu görevi verdi. Bunun planlanması konusunda genel meclisimiz ve yürütme kurulumuz değerlendirmeler yapacak. Bu ay bitmeden önce bu faaliyetleri tamamlamış olacağız.
 
Faşizme karşı bir cephe diyorsunuz... Bunun ilk adımı ne olur?
 
Bence 20 Kasım, bunun ilk adımı. Beni kişisel olarak çok heyecanlandırıyor. Türkiye'de yeni bir dönem için 20 Kasım bir başlangıç olabilir.(Kaynak: ETHA)