DTK Eş Başkanı Hatip Dicle, DTK, KJA, HDP, DBP ve Kürt kurumları tarafından Diyarbakır’da kamuoyuna açıklanan deklarasyon hakkında açıklamalarda bulundu.

Dicle, “Açlık grevi bir başlangıçtır. Bu geri dönüşü olmayan bir eylem tarzıdır. Ben halkımızın açlık grevi yürüten arkadaşlarımızın etrafında kenetleneceğine, Türkiye’nin demokratik güçlerinin duyarlılık göstereceğine inanıyorum” dedi.

Hatip Dicle, Özgürlükçü Demokrasi’den Ahmet Birsin’in sorularını yanıtladı.

DTK, KJA, HDP, DBP, Kürt kurumları olarak önemli ve tarihi bir açıklama yaptınız. Süresiz dönüşümsüz açlık grevi ağır bir eylem, sizi bu sürece getiren neden neydi, nasıl bir süreç yaşandı ki böyle bir kararlaşmaya gittiniz?

2013 yılı başından itibaren, hükümetin sayın Öcalan’ın mektuplarına cevap vermesiyle bir görüşme süreci başlamıştı. Bu görüşmeler Dolmabahçe Mutabakatı’yla tarihi bir belgeye ulaşmıştı. Ama Cumhurbaşkanı tarafından 5 Nisan’da masa devrildikten sonra ilk olarak Sayın Öcalan’ı tecrid, tüm Kürt halkına karşı savaş konsepti devreye konuldu.

O günden bu güne 500 günden fazla zaman geçmesine rağmen Sayın Öcalan ne avukatlarıyla ne de ailesiyle görüştürülmüyor. Sayın Öcalan’ın zaman zaman; “Bana gönderdikleri tehdit mesajlarında 150 metre kadar yakınınızdayız” şeklinde tehditler savrulduğunu dile getirmişti. İmralı görüşmelerinde Gladiyonun her an görüşmeleri sabote edebileceğini her zaman söylüyordu.

Şu konuda emindik; bir Kürt soykırımı başlayacaksa bu Sayın Öcalan tecrit ve hayati yönelmeyle başlayacağını Kürt Siyasal Hareketi tarafından tespiti yapılmıştı. 15 Temmuz’da Havuz Medyası, darbecilerin bir hedefinin de İmralı olduğunu, Mudanya’daki üst düzey komutanın darbeci olduğunu ve tutuklandığını söylediler.

Bunu Havuz Medyası’ndan mı, başka bir yerden mi duydunuz mu?

Darbecilere yönelik soruşturmalar kapsamında İmralı Cezaevi güvenliğinden sorumlu bir yüzbaşı ve iki astsubay tutuklanınca bu konuda endişeler daha da arttı. İmralı heyeti ilk günden itibaren Adalet Bakanlığı ve hükümetin çeşitli üyeleriyle diplomatik ilişkiler geliştirerek, Sayın Öcalan’ın en azından ailesi ve avukatlarla görüştürülerek bu kaygıların giderilmesi gerektiğini söyledi. Yani ilk çaba diplomatik görüşmelerle sonuç alma üzerine kuruluydu. Hatta hükümet üyeleri ilk görüşmelerde bunun makul bir talep olduğu anlamında yaklaşım gösterdiler. Fakat sonradan kendi aralarında yaptıkları, ya da Cumhurbaşkanıyla görüşerek yaptıkları görüşmelerden sonra bu olumlu tavırlar tümüyle bitmiş oldu. Önce haklı bir talep olarak görülen bu talep sonradan, görmedik, duymadık, bilmiyoruz dönüştü.

Sizce neden böyle bir yaklaşım sergilendi?

Diplomatik görüşmeler sonuç almayınca bütün Kürt kurumları sürekli açıklamalar yaparak aile, avukat veya bağımsız bir siyasi heyetin Sayın Öcalan’la görüşmesi gerektiğini söylemelerine rağmen buda görmezden gelindi.

CPT gibi uluslararası kurumların her an gidip ziyaret etme hakkı vardır. Bunlarında; gidip görüşeceğiz, kaygılarınızı anlıyoruz şeklinde bazı sözlerine rağmen icraatı yapmadıkları anlaşılınca Kürt hareketinin endişeleri daha da arttı. Uzun zamandır nöbet eylemleri ve Avrupa’da eylemler sürdürülüyor. Darbeden sonra darbe girişimcilerine karşı yürütülen operasyonlar giderek Kürtlere ve tüm demokrasi güçlerine yönelmeye başladı. Artık barışçıl eylemler, basın açıklamaları, mitingleri yasaklama, demokratik siyasetin bütün araçlarını yok etmeye, koyu faşizan bir anlayış gündeme konulunca, bütün demokratik kanallar tıkanınca açlık grevleri başvurulan bir yöntemdir.

Yani sözün bittiği noktadır…

Sözün bittiği noktadır tabi ki. Yani sözle ve demokratik eylemlerle sonuç alamayacağınıza artık emin oluyorsunuz. Ama bunlar giderek faşizan bir anlayışla bütün muhalefeti bastırma, demokratik Kürt siyasetini tümüyle ortadan kaldırmaya, gerillaya operasyon, Rojava’ya yönelik işgal hareketleri olunca böyle bir eylem tarzı dışında bir çıkış yolu bulunmadı. Devletin ve hükümetin bu konuda aşırı faşizan bir eğilimle bütün demokratik eylemlere rağmen kulaklarını tıkaması böyle bir eyleme neden oldu.

Açıkladığınız deklarasyonda; ‘Önderliğini sahiplenemeyen bir halk onurunu da, özgürlüğünü de sahiplenemez’ dediniz.

Doğru. Bu belirlemeler ışığında, böyle bir eylemlilik tarzı haklı ve meşrudur. Dikkat ederseniz Cerablus işgali çok önemli olmasına rağmen deklarasyonda değerlendirmedik. Tek bir noktaya odaklandık. Umarız 4-5 içinde bir sonuç alınır.

Şu ana kadar size bir mesaj var mı?

Maalesef bir sonuç, mesaj yok. Bu açıklamadan hemen sonra DTK’nın baskına uğraması, Sayın Öcalan’ın buradaki posterlerine dokunulması, bazı dökümanlarımıza el konulması ve İçişleri Bakanı’nın değişmesi, tam faşizan anlayışa sahip bir İçişleri Bakanı’nın getirilmesi, bize cevap verilmeyeceğine dair bir kanaate sevk ediyor. Bütün bunlar değerlendirilerek, somutlaştırılan eylemde amaç haber almak. Ki bu gayet insani, hukuki, meşru bir haktır. Önderliğimizin özgürlüğü içinde süresiz dönüşümsüz bir açlık grevi başlatılabilinirdi ama dikkat ederseniz bu bilgi alma hakkına kadar indirgedik. Bunlar hep bilinçli tartışmalar sonucu yapıldı.

Yani tüm bileşenlerle bir istişare süreci mi yaşadınız?

Eşbaşkanlar toplantısında değerlendirdik, her kurum kendi içinde değerlendirdi. Yüzlerce insanla da başlayabilirdi, ama aşama aşama, önce Amed’de 50 kişi başlayacak ondan sonra Kürdistan’ın çeşitli illerinde belki metropollerine içerisine alacak şekilde bir planlamaya ulaşıldı. Bir koordinasyonda kuruldu, sağlık komisyonundan tutun da basınla ilişkiler, güvenliğe kadar her konu düşünülerek planlamalar yapılacak.

Bu konuda hazırlıklar devam ediyor. 50 kişinin içerisinde milletvekili, belediye başkanı her kurumdan kişiler olabilir. Başka eylem tarzımız kalmadı. Devlet faşizan bir anlayışla bize yaklaşıyor. Demokratik devletlerde yürüyüşler, demokratik eylemler etkili olur, neden çünkü yönetim demokratik bir zihniyete sahip.

Ama görülüyor ki bunlar demokratik bir zihniyete sahip değiller. Üstelik başbakan topyekün savaş ilan ediyor, ya istiklal ya ölüm sloganları atıyor. Birinci Dünya Savaşı’nda olduğu gibi nasıl o zaman Ermeniler katli ferman olan bir kesimse ve icra edildiyse bugün Kürt halkı da aynı tehlikeyle karşı karşıyadır.

Bundan sonra bir çözüm ve barış umudu olacaksa sayın Öcalan’la başlayabilecek. Deklarasyonda başka bir konu yok, aslında muhataplarımız bunu doğru değerlendirebilirse bu çok anlamlıdır. Eğer sayın Öcalan üzerindeki bu ağır tecrit kaldırılırsa biz inanıyoruz ki Sayın Öcalan 3. Dunya Savaşının bu kadar derinleştiği Ortadoğu’da yine çözüm önerileriyle Türkiye bu Ortadoğu bataklığından kurtarıp bütün halklar lehine demokratik bir çıkışı da yapabilir. Sayın Öcalan’ın sağlık ve güvenliğinden haber alma, ailesi ve avukatlarının veya bağımsız bir heyetin gidip görüşmesini kilit bir nokta olarak gördük.

15 Temmuz’dan bu yana başlayan eylemleri daha üst bir aşamaya çıkararak sonuç almaya çalışacağız. Devlet yanaşır mı yanaşmaz mı o ayrı bir meseledir. Gerek halk olarak, gerek demokratik siyaset olarak onurumuzu çiğnetmeyeceğimizi, sonu ölümde olsa deklere edeceğiz. Bu eylemin böyle bir anlamı vardır.

Yani Türkiye’nin barışı İmralı’da mı saklı?

Kilit oradadır. Eğer bu kilidi açmak konusunda bir ilerleme sağlayamazsalar gidecekleri yer Ortadoğu bataklığının çok daha derin yerlerinde boğulmaktır. En güçlü dönemlerinde aşamadılar, ordunun yarısının gittiği bir dönemde Ortadoğu’da savaşın konuşulduğu bir meydanda, satranç oyununda başarılı olamazlar. Başaramayacaklarını bir haftadır girdikleri Suriye’de görmeleri gerekiyor.

Yani çıkış yolundan bahsediyorsunuz.

Başka çıkış yolları yoktur. Ha belki Saddam gibi kanlı süreçlere yol açabilirler ama onların yok olmalarıyla sonuçlanır. Sayın Öcalan görüşmeler sırasında diyordu; “AKP’nin göremediği şudur; orduyu denetim altına aldığını zannediyor. Oysa ordu NATO ordusudur, yarın NATO’dan bir göz kırpma aldığı anda sonları Mursi gibi olur. Belik darbeyi başaramazlarsa yarın girişimlerinin olmayacağı anlamına gelmez. Böyle bir durumda belki Kürdistan’da büyük katliamlar olacak ama onların sonuda Kaddafi’den daha kötü olur.

Ellerine ne Menderes’in ipi ne de Özal’ın zehri geçer. Onlar çok daha acı ve trajik ölümlere uğrayabilirler.” Yani uyarıyordu. İnsan biraz şoven milliyetçi duygularından arınarak düşünürse bunu görür. Savaş konseptinde ısrar edenler göremiyorlar, gözleri kördür. Bizim talebimiz somuttur; Sayın Öcalan’dan, sağlığından, güvenliğinden haber almak.

Bundan daha meşru, insani, hukuki bir talep olabilir mi?

Buna bile kulaklarını kapatırlarsa gidecekleri yer Cehennemdir, başka bir yer değil. Öcalan’dan haber alınırsa yeni bir süreç başlar. 

Açıklamalara bakılırsa savaş daha da tırmanacak. Hükümet Öcalan faktörünü bilmesine ve Öcalan’ın bir sözüyle savaşın duracağını yıllarca tecrübe ile bilmesine rağmen, neden böyle davranıyor?

Bunun Rojavaya yani Cerablusa yönelik saldırıyla bağı var. Çünkü 5 Nisandan itibaren girilen savaş konseptinin kendi kurdukları iktidar bloklarıyla -bunun için de MHP, Kemalistler, Vatan Partisi var- birlikte Rojava’daki devrimi ve oluşan demokrasi yönelimini tümüyle ezmeye yönelen bir amaç, Neo-Osmanlıcılık amacıyla Cerablusa girdiler. Ama başladığı ilk günden farklı noktalara giden bir durum var. Deyim yerindeyse pirince giderken evdeki bulgurdan olma gibi bir tuzağın içine de girmiş olabilirler.

Çünkü biliyorsunuz Ruslar ve İranlıların en önemli özelliklerinden birisi satrancı çok iyi biliyorlar, satranç ustasıdırlar. Aradan bir hafta geçmesine rağmen bakıyorsunuz evdeki hesap çarşıya uymuyor. O bataklığın içerisine direk girdiler, diğer ülkeler de girdi ama açıktan ilk giren Türkiye’dir. Aslında Sayın Öcalan’dan bilgi alma önerimiz akılcı düşünürlerse onlar içinde bir çıkış yoludur.

Sayın Öcalan’dan haber alınırsa, yeni bir sürecin başlayacağı bu savaş konseptinden vazgeçtikleri anlamına da gelir. Dileriz bunu akıl ederler. Ama savaşa devam ederlerse, Kürtlere karşı Ortadoğu’da ısrarla savaş konseptini dayatırlarsa sonları Saddam’dan farklı olmayacak. Tehlike doğru algılanmalı.

Demokratik Kürt Siyaseti olarak, HDK ve DTK’nin büyük bileşenleri olan bir örgütlenme, ama diğer taraftan Türkiye’de çok daha geniş bir aydın kitlesi var, onlardan ne bekliyorsunuz, onlar neden bu sürece daha güçlü müdahale edemiyorlar? Bahsettiğiniz tehlikeleri onlar göremiyorlar mı?

Ben tehlikelerin görüleceği inancındayım. Cerablus’a girilmesinin üzerinden bir hafta geçmesine rağmen şimdiden rüzgarın ters estiğini,Yeni Kapı mitingi ruhunun şimdiden sarsıldığını görüyoruz. CHP’nin içinde büyük bir tartışma var. Demokrasi cephesinin daha da güçlenmesi, yeni bileşenlerle daha zenginleşmesi bir kararlılıkla ortaya çıkması kaçınılmaz olacaktır. Çünkü başka çare yok.

Türkiye’nin nasıl bir tehlike altında olduğunu hem halkımıza izah edeceğiz hem de halkımızı eylemlilik sürecine çekeceğiz. Kürt halkı politik bir halktır, bunu görecek ve sahiplenmeyi giderek artan bir ivmeyle, bütün Kürdistan Özgürlük Güçlerinin etrafında kenetlenerek yapacaktır. Türkiye’nin demokrasi güçleri de Kürt halkıyla birlikte yürütülen bu mücadele sürecine daha fazla güç vermeli. Bizler için tek kurtuluş yolu, tek çıkış yolu budur.

Faşizme karşı direnilir, kitlesel ve halksal direnmek gerekiyor. Tehlikenin büyüklüğünü doğru algılamak gerekiyor. Eğer tehlikenin büyüklüğü doğru algılanmazsa yarın çok geç olabilir, acısını bütün halklar ve demokrasi güçleri çeker. Kürt halkı ve Türk halkı hep elele barış ve özgürlüğü savunan, faşizme karşı kararlı bir şekilde direnen bir çizgiye ulaşmak durumundadır.

Direnmek tek yoldur. başka çare yok. Açlık grevi bir başlangıçtır. Bu geri dönüşü olmayan bir eylem tarzıdır. Ben halkımızın açlık grevi yürüten arkadaşlarımızın etrafında kenetleneceğine, Türkiye’nin demokratik güçlerinin duyarlılık göstereceğine inanıyorum.