DEVRİM ARSLAN / MAXİME AZADİ - BRÜKSEL / ANF

Avrupa Parlamentosu’nda (AP) gerçekleşen 10. Kürt konferansında konuşmacı olarak katılan BDP Eş Genel Başkanı Gültan Kışanak, Kürt sorununda çözüm konusunda Avrupa’nın rol oynamasının sorumluluklarının gereği olduğunu söyledi.

Konferansta konuşan Kışanak, Kürtlerin yaşadığı sorunlar ve trajediler konusunda Avrupa’nın tarihsel olarak sorumlulukları olduğunu dile getirerek “Bugün de çözümün gerçekleşmesi konusunda pozitif bir rol oynaması bu sorumluluklarının bir gereğidir” dedi.

Abdullah Öcalan’ın çözüm deklarasyonunu hatırlatan Kışanak, birinci aşamada yapılması gerekenlerin yapılmadığını söyleyerek “İkinci aşama reformlar yasal düzenleme ve anayasal değişiklikler öngörüyordu. Hükümet yasal düzenlemeler yapmadı. Paket beklentileri karşılamaktan uzaktı.  Bir anayasa çalışması da yapılamadı” dedi. Bunun bir sonucu olarak gerillaların geri çekilme sürecini durdurduğunu belirten Kışanak konuşmasına şöyle devam etti: “Üç aşamalı süreçte ciddi bir tıkanma ile karşı karşıya kalındı. Sayın Öcalan ile görüşmelerin sürmesi önemlidir. Partimizin bir heyeti sınırlı da olsa Sayın Öcalan ile görüşmeye devam ediyor ve ateşkes devam ediyor. Bu üç pozitif şeye daha fazla önem vererek ama eksiklikleri de görerek, yaşanan tıkanıklığı aşabiliriz.

Üçüncü aşama normalleşme aşaması olarak görülüyordu. Normalleşme aşaması Türkiye’de biraz da hükümetin söylemleri ile biraz tartışılmaya başlandı.

Başbakan genel af tartışması başlattı. Her ne kadar Başbakan sonra inkar etse de Türkiye kamuoyu böyle bir tartışmayı yaşıyor. Müzakerenin sağlıklı bir şekilde yürümesi için yasal dayanaklar oluşturulmazsa, sadece işi bir genel af tartışmasına indirgemek bu süreci ortadan kaldırabilir. Böylesi büyük bir riskle karşı karşıyayız.

Eğer bir çözümden bahsedilecekse, çözüm Kürt halkının ve Türkiye’de yaşayan diğer kimliklerin temel hak ve özgürlüklerine kavuştuğu bir süreçle gerçekleşebilecektir.

Normalleşme doğru tartışabilirsek, bütün üç aşamayı da kapsayan bir çözüm aşamasına yeniden dönebiliriz. Türkiye cumhuriyeti katı merkeziyetçi, asimilasyoncu, hukuk dışı yollara başvuran, evrensel hukuk normlarını kabul etmeyen bir devlet gerçeği ile karşıyayız. Eğer bir normalleşmeden bahsedeceksek, devletin normalleşmesi gerekir.”

Kışanak sürecin bundan sonra devam etmesi için ilk aşamada yapılması gerekenleri şöyle sıraladı:

“Sayın Öcalan ile yapılan görüşmelerin devam etmesi ve kapsamının genişletilmesi gerekiyor.

Sayın Öcalan’ın KCK yöneticileri ile temas kurabileceği iletişim imkanlarına sahip olması gerekiyor.

Hasta tutsaklarla ilgili pozitif bir adım kamuoyunda büyük bir karşılık bulacaktır. Çünkü tam bir insanlık dramına dönüştü.”

ERGİL: ULUS DEVLETLER KÜLTÜREL ÇEŞİTLİLİĞİ TAŞIMIYOR

Kışanak’ın ardından konuşan Profesör Doğu Ergil ise Kürtlerin artık zamanının geldiğini, siyasal olarak sahneye çıktığını ifade ederek şunları söyledi: “Ulus devletlerin dar ulus tanımı artık kültürel çeşitliliği taşımıyor ve yönetemiyor. Tarafların gönüllü olarak kabul edeceği yeni bir anlaşma lazım. Öcalan ülkelerin toprak bütünlüğünü bozmadan özgürlüklerini istediklerini belirtti. Kürtler biz ayrılalım, ayrı devlet kuralım demiyor. 95’te yaptığım araştırmada Kürtlerin yüzde 10’u ayrılmayı istiyordu. Peki Kürtleri içeren bir demokratikleşmeyi nasıl başaracağız. Yönetim bunu anlayamıyorsa, kendi ülkelerini de yönetemezler. Burada yapılan kardeşlik edebiyatı anlamsız. Kardeşlik bir sürü haksızlık ve eşitsizliği örten bir tabirdir. Kimse kimseyi aldatmasın. Bu eşitliği nasıl sağlayacağız. AKP’nin barış sürecine takvim sunamaması, aşamalandırılamamasının altında toplumsal direnç de var. Çok yakın zamanda hain, düşman dediğin insanlarla, bir süre sonra barış yapıyorsun, halk bunu anlamıyor. Halk ‘biz yenildik de mi barışıyoruz’ diye soruyor. Bu sorun çok iyi planlanmış bir halkla-ilişkilerle aşılabilir. Şimdi pozitif barışın inşa edilmesi lazım. Böyle bir hazırlık yok, böyle bir hazırlık olmayınca Kürtlerin beklentisi, demokratikleşme nasıl olacak.

Devlet adına siyaset yapmaya başlanınca halk adına siyaset yapmaktan uzaklaşılır. Bir anayasa yapamadık. Sadece AKP’nin çekilmesi değil, diğer partilerde transplantasyon ile birçok organı değişen 82 anayasa kafası durduğu sürece o kafa nasıl çalışıyorsa çalışması değişmiyor. Otoriter merkeziyetçi devletle toplumun ayrıldığı ve her şeyin yukarıdan belirlendiği refleks devam ediyor. Herkes AKP’den ve devletten bekliyor.

“ESKİ PKK’LİLER TURİST REHBERİ OLACAK”

Burada birkaç yıl önce yaptığım konuşma, bir gün eski PKK’lilerin ellerinde şemsiyelerle turist rehberi olacak, biz burada toplanırdık, şurada mağaramız vardı, şurada pusu attık gibi bir turistik program uygulayacaklarını söyledim. Gidince canıma okudular. Artık bir Kürdistan doğuyor. Kürdistan’ın bulunduğu ülkelerin bunu kabul edip kapsayacağı mı, yoksa dışlayacağı mı önemli. Her ülkenin Kürdistan’ı kültürel olarak var.”

YAYMAN: BİR TAKIM BARİYERLER ÇÖZÜMÜ ENGELLİYOR

Kürt sorunu yüzyıllık sorunlardan bir tanesi olduğunu hatırlatarak konuşmasına başlayan akademisyen Hüseyin Yayman şunları ifade etti: “imparatorluk döneminden bize miras kaldı. Kürt sorununda tarihsel olarak iki temel paradigma olduğunu gördük. Sorunu güvenlik, asayiş sorunu olarak gören, çözümü de güvenlikçi politikalarda arayan temel bir paradigma. 1925 yılında Şark-ı Islahat planında görebiliriz. Kürt sorununun demokratik çözümünü esas alan bir paradigma. Gelinen aşamada Kürtlerle Türkler arasında bir takım bariyerlerin olması çözümü engelliyor.

Türkiye 3 Ocak 2013 tarihinde milletvekillerinin adaya gitmesi ile başlayan İmralı çözüm sürecine gelmeden önce 9 defa PKK ile görüşmeler ya da müzakereler başlattı. Son 20 yılda 10 büyük küçük, önemli önemsiz, devletle PKK arasında, hükümetle PKK arasında bir temasın, arayışın olduğunu görüyoruz. Bu süreçlerin başarısız olması çözüm stratejisinin olmaması, devlette aktör olmaması, statükocu yapıların, Ergenekon yapılanmalarının siyasi irade ve kararlılık meselesi olarak gösterebiliriz.

İmralı çözüm süreci ile beraber Erdoğan, Kürt sorununda deneme yanılma yolu ile yürüttüğü stratejide çok önemli değişiklik yaptı. Öcalan ile müzakere sürecinin başlamasına cumhuriyet sürecinde hiç kimse cesaret etmedi. 2005-2009 sürecinde Kürtsüz Kürt sorununu çözme yaklaşımı sergilendi. 2009 demokratik açılım süreci ile beraber AKP Kürtsüz Kürt sorununu çözmekten vaz geçti, o gün legal temsilcilerle Ahmet Türk ve Emine Ayna ile yapılan görüşme ile demokratik açılım süreci başladı. Bu da maalesef Habur süreci ile sona erdi. Hükümet ardından PKK ve Kandil ile bir süreç başlattı, buna Oslo süreci diyoruz. Bu süreç de Silvan saldırısı ile sona erdi. Deneme yanılma yolu ile en son bu süreç ve en doğru olan başlatıldı. Ben en başından itibaren aktörlük konusunda sorun olduğunu görüyorum. Devlette oluşan çok aktörlü oluşum, sürecin ilerlemesini engelledi. 2013’te Erdoğan devletin aktörlük sorununu çözdü. Tabii ki aktörlük sorununun PKK tarafı da çözüldü. BDP’nin muhatap Öcalan’dır demesi başta kabul görmedi, gelinen aşamada bu sorun da çözüldü.

Diğer bir sorun güven sorunuydu. En büyük sorun takvim sorunu. AKP’nin takvimi ile BPD’nin takvimi arasında sorun var. AKP zamana yayarak, BDP ve PKK ise hızlandırarak çözmek istiyor. Müzakerelerin devam etmesi, askerin biraz da kenara çekilmesi ve en son olarak da Sakine Cansız’ın Diyarbakır’daki cenaze töreninde yazılı olan ‘Savaşın kazananı, barışın kaybedeni yoktur’ anlayışı ile hareket edilmeli.”

CEMAL: BÜTÜN MESELELER DÜĞÜMLENMİŞ, ÇÖZÜM KÜRT SORUNUNDA

Konferansın konuşmacılarından gazeteci-yazar Hasan Cemal ise Türkiye’nin Kürt sorununu hala çözülemediğini ifade ederek “PKK hala dağlarda, gerilla ellerinde hala silah tutuyor. Evet şimdilik silahlar sustu, 11 aydan beri patlamıyor, dağdan ölüm haberleri gelmiyor, analar göz yaşı dökmüyor. Her iki taraf da ateşkesi ilk kez bu kadar ciddiye almış durumda. Bu elbette güzel bir gelişme. Barış fikrinin Abdullah Öcalan’ın 21 Mart Newroz açıklaması ile genel kabul görmeye topluma mal olmaya başladığını görmek de güzel bir gelişme” dedi.

Bugün gelinen noktanın Kürt sorununun barışçıl çözümü için yeterli olmaktan uzak olduğunu söyleyen Cemal konuşmasının devamında şunları belirtti: “Ankara’da atılan adımlar var, bazı tabular kırılıyor, yetersiz, utangaç da olsa bazı şeyler gerçekleşiyor. Ama hala çözüme yakın değil, uzağız. Çözüm konusunda bazı alanlar var ki, onlara maalesef damarda girilemiyor. Ankara çözüm açısından yaşamsal temel meselelere hala el atamamış durumda.

Anlaşılan AKP’nin bu konuda siyasal iradesi yok. Milliyetçi zihniyet hala çözüme giden yolu tıkıyor. Öyle anlaşılıyor ki Tayyip Erdoğan milliyetçiliği ile 1920’lerde sorunu ortaya çıkaran Kemalist mantık örtüşüyor. Kritik konulara damardan giremediği için havlu attı. Vatandaşlık hakkı, anadilde eğitim hakkı, yetersiz de olsa güçlü yerel yönetimler konusunda AB’de geçerli olan yerel yönetim çerçevesi, seçim kanununda, siyasal partiler kanununda demokrasinin gerektirdiği temel değişiklikler, TMK, TCK, demokrasinin kolunu, kanadını kıran ifade ve örgütlenme özgürlüklerini fena halde kısıtlayan, hatta bazı durumlarda yok eden düzenlemeler... Hapisteki milletvekilleri, KCK’lileri, gazetecileri özgürlüklerine kavuşturacak yasal düzenlemeler... İmralı koşullarının çok daya iyileştirilmesi…

Tayyip Erdoğan’dan çözüm sürecinde hala umudunu yitirmemiş olduğumu söyleyebilirim…

Bütün meseleler iç içe düğümlenmiştir ve karmaşıktır. Çözüm için önce yakalanacak mesele de Kürt sorunudur. Bu halkaya asılmadan diğer sorunları çözmek imkansızdır.

Bana hiç Kandili, PKK’yi eleştirmedin diyenler de olabilir, elbette eleştirilecek yanları vardır. Bugün gelinen noktada eğer içtenlikle çözüm sürecinde yol almaktan söz ediyorsak, buna gerçekten inanıyorsak, kaç yıldır silahın bir alternatif olmaktan çıktığını ve tamamen çıkması gerektiğini düşünen bir gazeteci olarak, bir noktayı bir kez daha vurguluyorum. Çözüm sürecinde top bugün Ankara’da Başbakan Erdoğan’ın sahasındadır. Çözüm sürecinde PKK’yi kendi içinde demokrasiye davet edenler, öncelikle Erdoğan’ı reform yoluna çağırmalıdırlar.”