Kent savaşları konusunda eleştirel Kürt cenahı, HDP’yi dönüştürücü bir imkan olarak gören liberal çevreler ve hatta birçok CHP’li "Kent savaşları ne işe yaradı?” sorusu etrafında birleşmiş gibi. Çarpıcı olan, AKP’lilerin kent savaşları sürecinde yaslandığı psikolojik savaş söyleminin aynı soru üzerinden yürümesi ve "HDP ve PKK yüzünden Kürtlerin başına gelen budur” diye bu soruyu rehber edinmeleri. Bu örtüşmenin olması kısmen AKP’nin başarısı sayılır. Ama AKP’li olmayıp da bu soruyu soranların AKP ile aynı niyetlerle hareket ettiğini göstermez. Çünkü biraz daha derine kazınca, AKP’li olmayıp aynı soru etrafında birleşenlerin ikiye ayrıldığını görüyoruz. Birinci kesim, AKP’nin savaş dayatmasına karşı PKK’nin yaslandığı yöntemi yanlış buluyor. Yani savaşın sivil yaşam alanlarını yok etmesi nedeniyle maliyeti yüksek bir karşı-mücadele biçimi geliştirilmesine itiraz ediyor. 

İkinci kesim, savaşma kararı almış bir devlete karşı Kürtlerin vereceği her türlü şiddet içeren tepkiyi yönteminden bağımsız olarak "doğru” bulmayanlardan oluşuyor. Tüm bu kesimler Kürt meselesinin tarihsel mahiyetini, 2,5 yıllık çatışmasızlık sonrası savaşı kimin başlattığını, savaş politikasıyla kimin iktidarını yitirme eşiğinden döndüğünü, Erdoğan’ın kelimesi kelimesine "Özyönetim isteyenlerin dünyayı başına yıkarız” dediğini hatırlamamakta bir beis görmüyorlar. Ya da bunları hala dillendirmenin artık bir anlamı olmadığını düşünüyorlar. Ama eklemlendikleri bir yer söz konusu: Siyasi bir sorunu yılllar sonra yeniden askeri bir sorun olarak kabul ettirmek isteyen AKP’nin çeperinde kendi özgül ağırlıkları oranında konumlanmak. Yıllarca "Kürt meselesi askeri yöntemlerle çözülmez” deyip bugün siyaseten bu noktaya geriledikten sonra savaşın kötülüğünden bahsedilmesi pek kimsenin kale aldığı bir pozisyon sayılmaz.

Tartışmayı hararetlendirmek için doğru soruyu soralım: "Kent savaşlarının sona yaklaşması Kürt Özgürlük Hareketi için yenilgi anlamına mı geliyor?” 1990’lı ve 2000’li yıllarda kırsal alanda gelişen gerilla-asker kayıpları kriteri ekseninde bakıldığında, ortada askeri anlamda bir yenilgi söz konusu değil. Önceki süreçlerdeki 1 askere karşılık 8-10 gerilla kaybı oranı, Yüksekova gibi az sayıdaki yerlerde benzer düzeyde kalmış olsa da, Sur ve Nusaybin gibi yerlerde tam tersi biçimde gerçekleşti (*). Lakin kent direnişleri sürecinin bir açmazı var: Askeri/istatistik anlamında Kürt hareketinin "askeri zafer” gördüğü çatışma sahalarının "siyasi/toplumsal zafer” olarak tercüme edilmesi tam anlamıyla gerçekleşmiş değil. Ortada zihinsel/duygusal muğlaklık var. Bunun sebebi de katliam-zafer söylemleri ikileminin karmaşasında yaratılan bir siyasi dil kullanılmış olması. 

Toplumsal alana bakılacak olursa, gençlerin Kürt hareketinin saflarına katılımı konusunda YPS’nin bir tıkanma süreciyle karşı karşıya kaldığını gösteren herhangi bir emare de bulunmamakta. Muhtemelen devleti şu an en fazla kara kara düşündüren de bu. Siyasal anlamda bakılacak olursa, yıkımlardan ve zorunlu göçlerden Kürt halkının kimi sorumlu tuttuğu ise hala tam olarak kapanmamış bir siyaset alanı. Şimdilik şunu söylemek mümkün: Kürt halkının büyük bölümü, devletin kentlerdeki silahlı gençlere verdiği tepkinin orantısız olduğunu kanıksamış durumda. HDP’lilerin dokunulmazlıkları kaldırıldığı için, PKK’ye de tepkili olmasına rağmen, yıkım-savaş siyasetinden birincil anlamda devleti sorumlu görüyor. Bunun kısa vadede değişmesi pek mümkün değil. Lakin hem manen hem de maddi anlamda savaştan doğrudan etkilenenler kendileriyle siyasi-duygusal bir mücadeleye girişmiş durumda. Bir yandan, bağımsızlıkçı eğilimler yüreklerinde kristalleşirken diğer yandan da yıkım ve göç nedeniyle yaşadıkları alt-üst oluşun travmasıyla başa çıkmaya çalışıyorlar. Savaşın bulutları altında          

Her ne kadar doğru soru olmasa da, "Kent savaşları ne işe yaradı?” sualine geri dönmemiz gerekiyor. Çünkü önümüzdeki sürecin esas sorularından biri bu olmaya devam edecek. Kürt Özgürlük Hareketi açısından bakıldığında yaklaşık 8 ay içinde PKK kentlileşme sürecini tamamladı. PKK, devletin Kürt illerindeki varoluş biçimini neredeyse tamamen askeri düzlemin içine hapsetti. Bununla birlikte, ulusal bir sorun olan Kürt meselesinin HDP projesiyle demokratikleşme çerçevesinde çözülmesinin -devletin şavaş kararı yüzünden- verili Türk siyasi sistemi içerisinde mümkün olmadığını Kürt halkına kanıksattı. Diğer bir deyişle, devlet kendi eliyle Kürtler nezdinde naif liberalizmi katlederek Kürt meselesini kendi tarihsel ve siyasal hakikatına yaklaştırdı. 

Devlet açısından bakıldığında ise ne pahasına olursa olsun, kentlerde silahlı unsurların şimdilik kalıcılaşmasına izin verilmedi. AKP açısından bakıldığında ise savaş üzerinden milliyetçi-İslamcı bir blok kuruldu ve kısa vadesi siyasi hedeflere ulaşılması adına önemli bir kazanım elde edildi. Bu aktörlerin kent savaşlarına bakışında çok temel bir farklılık hemen göze çarpıyor: Kürt Özgürlük Hareketi Ortadoğu dinamiklerini de göz önünde bulundurarak tüm siyasi fırsatları yakalamaya kapı aralayan orta-vadeli bir hat çizerken, Türk devleti ve AKP karşılaştıkları krize kör baskı-şiddet üzerinden kısa vadeli sonuçları itibariyle politikalar üretmekte. Dünyanın neresinde olursa olsun, uzun erimli mücadeleyi esas alan silahlı toplumsal hareketler hızlı siyasi/askeri sonuç üretmeleri mümkün olmadığından tek bir şeye yaslanırlar: Kendilerine silahlı mücadelen başka bir çare bırakılmadığını kitlelere gösterebilmek. Aslına bakılacak olursa, kent savaşları başladığında kolektif algı Kürt hareketi için tam tersi bir durum arzediyordu. Bugün bakıldığında ise müzakere masasını devirip kentleri yıkan devlet bu orantısız tepkisi nedeniyle kolektif algıyı kendi elleriyle ters yüz etmiş durumda. 

(*) Her akıllı devlet gibi, kent savaşları sürecinde yitirdiği muharip güçlerinin sayısını devlet ustalıkla gizlediği ve gerilla-direnişçi ayrımı Kürt hareketi için muğlaklaştığı için bu bağlamda net veriler üzerinden kesin sonuçlara ulaşmanın mümkün olmadığını hatırlatmakta fayda var.