Hükümete sert eleştiriler getirerek AKP'den ayrılan eski Kültür Bakanı Ertuğrul Günay, Başbakan Tayyip Erdoğan için, "İstanbul Belediye Başkanlığı'nı hiçbir zaman bırakmadı. Özellikle Türkiye çapında da bütün bu büyük imar projelerini yakından takip ediyor. İstanbul'daki yüksek yapılaşmalar ancak onun onayıyla yapılabiliyor. Ne yazık ki onun onayı bakanlıkların yetkilerini önemli ölçüde kısıtlıyor. Şehircilik Bakanı'nın yaptığı açıklamada Sayın Başbakan'ın bütün bu büyük ve sıkıntılı projeleri yakından yönettiği ifadesi var" dedi.

Günay, Erdoğan'ın Gezi'deki tutumunu eleştirerek, "Gezi Parkı'nı önce bir AVM yapmak amacıyla, sonra bir adım geriye rezidans yapmak amacıyla, sonra otel yapmak ve en son da müze yapmak gerekçesiyle geriye çekildiler, sonra Başbakan, 'Onlar istedikleri kadar bağırsınlar, biz o binayı yapacağız' demişti ve onun o katı söyleminin, o mağrur söyleminin, o kibirli söyleminin bedelini Türkiye 35 gün ödedi. Bu, bir komplo dendi; dış güçler dendi, bir Otpor dendi. Halbuki empati kurmama, kitleyi dinlememe, çevre duyarlılığından yoksun bir imarcılık anlayışı bizi bu noktaya getirdi" ifadelerini kullandı.

Taraf gazetesinden Hayko Bağdat'a konuşan (30 Aralık 2013) Ertuğrul Günay'ın açıklamaları şöyle:

Kopuşunuzun miladı 2011 mi?

2011 genel seçimlerinden sonra seçim bölgem İzmir'den İstanbul'a döndüğümde Kazlıçeşme konutlarının yükseldiğini gördüm. Kazlıçeşme konutlarının yüksekliğinin İstanbul'un siluetini çok rahatsız edeceğini görerek belediyelere bizzat yazı yazdım. Çevre Bakanlığı'na yazı yazdım ve koruma kurullarından, inşaat Yedikule'nin hemen yakınında olduğu ve silueti etkilediği için durdurma kararı alınmasını sağladım. Bu kararı tebliğ ettik.

Ondan sonra bu mesele Sayın Başbakan'la aramızda bir çekişme hâline geldi. Sayın Başbakan o yapıları korudu ve onun himayesinde yükseldi binalar. İstanbul'un imarı ile ilgili sorunlar karşısında Başbakan, Şehircilik Bakanı ve belediyeler hattını, savunma cephesini aşamayacağımı görünce konuyu basına taşımaya başladım.

Ne yaptınız?

Çeşitli tarihlerde, "İstanbul'daki bu yanlış yapılaşmayı durduralım", "İstanbul'da rant kaygısı ahtapot gibi toplumu sarmış" gibi başlıklarla çeşitli gazetelerde açıklamalarım yer aldı. Bir süre sonra Sayın Başbakan'la İstanbul'u çok konuşamaz hâle geldik. En son ben görevdeyken Aralık 2012'de Gezi Parkı'na bir kışla yapılmasını İstanbul Koruma Kurulu reddetmişti. Bu reddi tartıştık, ben ret kararının haklı olduğunu söyledim, o haksız olduğunu söyledi. Bu katıldığım son Bakanlar Kurulu idi ve yüksek sesli tartışma oldu. Benden sonra Yüksek Kurul'dan bu kararı geçirdiler. Gezi Parkı'nı önce bir AVM yapmak amacıyla, sonra bir adım geriye rezidans yapmak amacıyla, sonra otel yapmak ve en son da müze yapmak gerekçesiyle geriye çekildiler.

Gezi Parkı'ndaki direnişin haklı olduğunu, ağaçların kesilmesinin yanlış olduğunu, bu projenin mutlaka gözden geçirilmesi gerektiğini, orada çıkan ihtilafın çok kolaylıkla çözülebileceğini, biraz empati göstermek, biraz diyalog kurmak yoluyla çözülebileceğini hep anlatmaya çalıştım ama bir anlamda duvara konuşmuş gibi oldum.

Niye?

Çünkü Sayın Başbakan daha birinci gün, "Onlar istedikleri kadar bağırsınlar, biz o binayı yapacağız" demişti ve onun o katı söyleminin, o mağrur söyleminin, o kibirli söyleminin bedelini Türkiye 35 gün ödedi. Bu, bir komplo dendi; dış güçler dendi, bir Otpor dendi. Halbuki empati kurmama, kitleyi dinlememe, çevre duyarlılığından yoksun bir imarcılık anlayışı bizi bu noktaya getirdi.

Başbakan'ın birtakım inşaatların savunuculuğunu yaptığını söylüyorsunuz.

Sayın Başbakan İstanbul Belediye Başkanlığı'nı hiçbir zaman bırakmadı. Özellikle Türkiye çapında da bütün bu büyük imar projelerini yakından takip ediyor. İstanbul'daki yüksek yapılaşmalar ancak onun onayıyla yapılabiliyor. Ne yazık ki onun onayı bakanlıkların yetkilerini önemli ölçüde kısıtlıyor. Şehircilik Bakanı'nın yaptığı açıklamada Sayın Başbakan'ın bütün bu büyük ve sıkıntılı projeleri yakından yönettiği ifadesi var.

İnşaatlardan haksız kazanç elde edildiği iddiaları var. Bu rant nasıl oluşuyor?

Siz bir bölgede emsali artırmaya başlayıp silueti, yeşil alanı, tarihî çevreyi gözetmeden imar planı yapmaya başlarsanız ve projelerde bir emsal alması gereken yere iki üç emsal vermeye başlarsanız inanılmaz bir haksız kazanç üretiliyor. Tabii o haksız kazanç üretilirken de birtakım mekanizmalara birtakım çıkarlar dağıtılıyor. Son zamanlarda bir söylem var. "Devletin kesesinden bir kuruş çıkmışsa bunun hesabını sorarız." Başka biçimde çıkıyor devletin kesesinden.

Nasıl çıkıyor?

Yani siz adama haksız kazanç sağlıyorsunuz o da haksız kazancın içinden bir miktarını size veriyor. Doğrudan kasadan pay çalmıyor ama kamunun olması gereken bir zenginlik başkalarına paylaştırılıyor. Yolsuzluk savunması da çok sofistike bir dille yapılıyor. Rüşvette zaten kasadan para çalınmaz. Rüşvette bir menfaat sağlarsınız ya da bir hakkı elde etmesine yardımcı olursunuz veya önlersiniz, bunun karşılığında bedel verirsiniz. Bu da yasalara göre suçtur.