HDP Eş Genel Başkanı Figen Yüksekdağ, Newsweek dergisi için kaleme aldığı makalesinde, girişilen darbenin demokrasi yerine "karşı darbe" ile aşma formülünün işlediği Türkiye'de, "Eskiyen hukuk ve Anayasa'nın yerine bir tür hukuksuzluk ve Anayasasızlığın geçtiğini" yazdı.

HDP Eş Genel Başkanı Figen Yüksekdağ, Amerikan Newsweek dergisinin internet sitesinde yayınlanan bir makale kaleme aldı.

Yüksekdağ, 15 Eylül'de yayınlanan "Türkiye'nin kaosa daha fazla sürüklenmemesi için çabalıyoruz" başlığını taşıyan makalesinde Türkiye'nin Suriye politikası, Kürt sorunu ve dokunulmazlık tartışmalarına değindi. Yüksekdağ'ın kaleme aldığı makalesi şöyle:

"Newsweek, hakkımda 2015'te yaptığım ve IŞİD'e karşı mücadele veren YPG ve PYD'ye desteği ifade ettiğim bir konuşma nedeniyle açılan davalarla ilgili yazılı değerlendirme istediğinde, Antep'te bir düğünde IŞİD bombası patlamamıştı. Türkiye iktidarı Suriye'ye girmemişti. Daha da önemlisi, öncekinden büyük bir bölgesel savaşa ve Türkiye'de iç savaşa bu kadar yaklaşmamıştık.

Son bir yıldır, Türkiye'deki her kötü politik gelişmenin, bir önceki kötülüğü aşmak gibi bir huyu var. 15 Temmuz darbe girişiminden sonra, büyük bir belayı defetmiş Türkiye siyaset kurumunun darbeden çok daha iyi şeyler yapması gerekiyordu. Ancak Türkiye, siyasette demokrasinin kurumsallaştığı bir ülke değil ve darbeyi demokrasiyle aşma değil, darbeyi karşı darbeyle aşma formülü işliyor şu an. Evet, haklısınız generaller (neyse ki) yönetimi ele geçirmedi, Meclis'i feshetmedi ve bunları yapamadılarsa tek nedeni, bütün siyasi partilerin ve Türkiye halklarının mükemmel bir ortaklıkla darbeye karşı çıkmasıydı.

Ama bugün darbeye karşı çıkan çok önemli bir kesim saldırı ve tehdit altında; Kürtler ve HDP ile ilişkili olanlar. İlk olarak yasama ve söz dokunulmazlıklarımızın kaldırılması ve bizleri parlamento dışına atma girişimiyle başlayan süreç, bugün bütün yasama ve yürütme işlevinin Saray'da ve Cumhurbaşkanı'nda toplanmasıyla sonuçlandı. Bir Başkanlık Sistemi, bugün en katı biçimiyle, yani tek adam ve tek parti rejimi olarak uygulanıyor. Yasal dayanak için Erdoğan ve hükümetinin 'rejim fiilen değişmiştir' demesi yetiyor.

15 Temmuz darbe girişiminden önce, içte darbeci güçlerle birlikte Kürtlere karşı sürdürülen savaş, 15 Temmuz'dan sonra dışta, Suriye Kürtlerine karşı bir savaş olarak genişledi. IŞİD ve selefi çete grupların destekçisi olduğu iddia edilen iktidar, bugün 'IŞİD'e karşı operasyon' adı altında Suriye'ye girdi. Türk ordusunun orada IŞİD'i değil, Kürtleri ve Arap ve Asurilerden oluşan Demokratik Suriye Güçleri'ni hedef aldığı iyi biliniyor.

Saldırılarda Kürt siviller öldü, IŞİD'e karşı en etkili yerel mücadeleyi veren güçler olmalarına rağmen YPG-YPJ mevzileri hedef alındı. Böyle olmayabilirdi. İçeride Kürtlerle barış, dışarıda (Suriye'de) Kürtlerle ittifak yapmayı başaran bir Türkiye, katliamcı IŞİD militanlarının cirit attığı, bir yılda binden fazla sivilin öldüğü, darbe girişimlerinin yaşandığı, tüm hak ve özgürlüklerin askıya alındığı bir ülkeye dönüşmeyebilirdi. İki yıl önce yaptığım bir konuşmada tam da bundan bahsettiğim için hakkımda 15 yıl ceza isteniyor.

Böyle davalar açılmış 58 HDP milletvekili gibi, Hükümet ve Erdoğan ne zaman isterse tutuklanabilirim. Türkiye siyasetinde, egemen görüşten farklı sözler söylemek için çok uzun bir ömre ihtiyacınız var. Aksi durumda, toplam 70, 100 yılı bulan, hızını alamayıp iki kez ömür boyu hapis isteyen cezaları yaşarken çekmeniz mümkün değil. İki yıl önce Urfa-Kobani sınırında söylediklerim, HDP'yi sırtını terör örgütüne (PYD ve YPG'yi ima ediyorlardı) dayamakla suçlayan iktidara bir yanıttı.

Konuşmamı şöyle bitirmiştim: 'Gelin hep birlikte Suriye Kürtleriyle tarihsel bir ittifak kuralım, Türkiye'yi güvenli, güçlü ve demokratik bölge merkezine dönüştürelim'. İktidarın derin şoven Kürt düşmanlığı kulaklarını sağır, gözlerini kör etmişti. İşte bu anlayışla önce liderini Ankara'da ağırladıkları, IŞİD'in eline geçen kutsal mekanı birlikte kurtardıkları ve Türkiye'de binlerce akrabası bulunan Suriye-Rojava Kürtlerinin siyasi temsilcisi PYD'yi terör örgütü ilan ettiler. Ama hala gerçekler yerli yerinde duruyor. Bu gerçekleri söylediğim için yargılanmam bir sorun, beni yargılayacak bağımsız bir yargının olmaması başka bir sorun.

Özellikle yüksek yargı mensuplarının Erdoğan'a bağlılıklarını sunduğu bir zamanda, Türkiye'de adil yargılanma, kanunlar önünde eşit muameleden bahsetmek imkansız. Eskiyen hukuk ve Anayasa'nın yerine bir tür hukuksuzluk ve Anayasasızlık geçti. Yargıda iktidar kadrolaşması ve yüksek yargıdaki tasfiyeler darbe girişimi öncesi başlamıştı.

15 Temmuz'dan sonra binlerce yargıç ve savcı görevden alındı, tutuklandı. Artık iktidar kendi yargısını yarattı. Yurttaşlar arasında yargıya duyulan güven oranı her zamankinden düşük. Böyle bir durumda bizlerin gidip güvenle adalet arayacağı bir yargı mekanizması yok. İşte bu nedenle meşru ve haklı olanı yapıyoruz; savcılara ve mahkemelere gitmeyi reddediyoruz."

 KAYNAK: DİHA