Ertuğrul Kürkçü, Hocalı Katliamı’nın yıldönümü için söz alarak hayatlarını kaybedenleri andı, nefret tohumlarıyla başa çıkabilmek için iki panzehir gerektiğini söyledi.

 

BDP milletvekili Kürkçü’nün sataşmalarla devam eden konuşması şöyle:

 

BDP GRUBU ADINA ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Mersin) – Sevgili arkadaşlar, Sayın Başkan; Hocalı katliamının yıl dönümünde, hayatlarını kaybeden herkesin anısı önünde saygıyla eğiliyoruz.

 

25 Aralık 1991’de Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği dağıldı, 1990 ile 1995 arasında Yugoslavya Sosyalist Cumhuriyeti dağıldı. Dünyanın bütün liberalleri bu ülkeler dağılırken tarihin sonunun geldiğini, artık dünyada sonsuz barış döneminin açıldığını, sınıf mücadelelerinin son bulduğunu ve sonsuz bir mutluluk ve özgürlük dünyasında yaşayacağımızı haber vermişlerdi, ancak Sovyetler Birliği dağıldığı günden beri dünyanın her köşesinde, herkes herkesle savaş hâlindedir.

Hocalı katliamına yol açan Ermenistan-Azerbaycan anlaşmazlığı, Çeçenya-Rusya anlaşmazlığı, Abhazya-Gürcistan anlaşmazlığı, Sırbistan-Bosna anlaşmazlığı, Afrika’yı bir uçtan öteki uca kat eden katliamlar ve boğazlaşmaların hepsi aslında tek bir sebepten doğuyor, bu dünyanın yeniden paylaşımı mücadelesinden, bölgelerin yeniden paylaşımı mücadelesinden, üstünlük, efendilik, toprak üzerinde hak ve sahiplik iddiasından. Yani, Habil ve Kabil’den bugüne sürüp giden bütün eşitsizlikler ve haksızlıkların yol açtığı savaşlar ve katliamlar elbette Hocalı halkının da hayatına mal oldu.

Bütün bunlara son verebilir miyiz temennilerle, iyi dileklerle, intikam çığlıklarıyla? Ben bunun mümkün olduğunu düşünmüyorum. Bunlar sadece ve ancak yeni kan banyolarını, yeni kan deryalarını teşvik edecek, kışkırtacak, intikam çığlıkları sadece daha çok şiddet ve daha çok katliamla sonuçlanacaktır.

O nedenle, ben, İçişleri Bakanının Taksim’de yapılan toplantıda karşı karşıya kaldığı manzarayı görmezden gelerek, Türkiye’nin içine doğru seslendirilen bütün kan dökücülük, dışlama, nefret, boğazlaşma çağrılarını görmezden gelerek, kendisi bizzat bu çağrıların sahipliğini üstlenerek yaptığı kışkırtıcı konuşmaların Hocalı halkının acısını dindireceğini hiç sanmıyorum. Tersine bu, Türkiye’de yaşayan, Türk kökeninden gelmeyen yurttaşlarımızı incitmekten, onların ömürleri boyunca ve kuşakları boyunca korkularla yaşamalarına ve Türkiye’de yaşayıp yaşamayacaklarını hiçbir zaman tam olarak bilemeden, kendilerine bir gelecek seçemeden bu ülkede kalmaya mahkûm oluşlarına yol açacaktır.

Ben, bu davranışı partimiz adına, grubumuz adına, bloğumuz adına ve Türkiye’nin bütün emekçileri adına şiddetle kınıyorum. Ben, İçişleri Bakanımızın Türkiye’nin iç işlerinin daha çok karışmasından başka hiçbir şeye yol açmayacak bir adım atarak, kendi iç politika ve dış politika meselelerini başkalarının sırtından görerek, Hocalı halkının acısını kendi iç siyaset, hâkimiyet sorunlarına dayanak yaparak, son derece kötü bir iş yaptığını düşünüyorum.

Çok ilginçtir, böyle bir egemenlikçi siyaset, bölgesel hâkimiyet peşinde koşuş, daima insanları başkalarının ülkelerini kendilerinden çok sevmeye yönlendiriyor. Onlar, Bosna’yı Bosnalılardan çok, Suriye’yi Suriyelilerden çok, Azerbaycan’ı Azerbaycanlılardan çok, her yeri herkesten çok seviyorlar.

SONER AKSOY (Kütahya) – Saçmalama.

ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Devamla) – Mantıklı cümleleri anlamakta zorluk çektiğinizi görüyorum, size idrak tavsiye ediyorum.


SONER AKSOY (Kütahya) – Tabii, saçmalarsan anlayamayız.


ÖZDAL ÜÇER (Van) –  Onun için zor bir temennide bulundun Sayın Vekilim.


ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Devamla) – Evet, düzgün cümleleri anlayamayacak kadar saçma bir düşünce tarzına sahip olduğunuzu görüyorum.


SONER AKSOY (Kütahya) – Aynen sizden öğreniyoruz.


ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Devamla) – Evet, efendim…

Başkan, sözümü çalıyorlar görüyorsunuz.


BAŞKAN – Lütfen karşılıklı konuşmayın.


ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Devamla) – Evet, arkadaşlar, şaka değil, söz konusu ettiğimiz şey insanların hayatları ve sönebilecek başka hayatlar.

Kendi komşularıyla -ki Ermenistan komşumuzdur- barış içinde yaşayacağımız bir dış siyaset tayin etmek, bunu yönlendirmek, bundan sonuç almaktır bizim görevimiz; sabah akşam kin ve nefret kusmak değil, bir katliama karşı bir başka katliamı çıkartmak değil. Bütün katliamlara eşit mesafedeyiz, ırkı, dini, milliyeti, kökeni ne olursa olsun, Halepçe’deki katliama da, 1915 Osmanlı Devleti’ne de, 1992 Hocalı’sına da; buradaki bütün katliamlara eşit mesafedeyiz, katilleri lanetliyoruz, mağdurların yanındayız, yenilenden, yok edilmek istenenden, dışlanandan yanayız, onların haklarının her yerde savunucusu olacağız.

Başbakanımız Taksim’de olanların münferit meseleler olduğunu, üzerinde durmaya gerek olmadığını söylüyor ama ben doğrusu İnsan Hakları İnceleme Komisyonu Başkanımızın yaklaşımının çok daha yerinde olduğunu düşünüyorum. Nefret söylemi isterse münferit olsun, bir bakan bu nefret söylemini, bir başbakan bu nefret söylemini mazur gören bakanını mazur göremez, buna hakkı yoktur. Böyle Türkiye’de yurttaşlar arasında kardeşlik, barış, halklar arasında dayanışma tesis edemeyiz, bunun Hocalı’ya da hiçbir faydası yok. Bu yaklaşım, bizi komşularımızın tamamının iç işlerine karışmaya, herkes adına herkesin hesabını sormaya yönlendiren bu yaklaşım biraz önce söz alan Cumhuriyet Halk Partisi Sözcüsünün de yerinde olarak belirttiği gibi Suriye’nin iç işlerini tanzime de bizim Hükûmetimizi memur kılmış gözüküyor. Ben korkarım, bugün, Hocalı katliamını kınamak için burada bir araya gelen bizler, gelecekte Suriye’de meydana gelecek pek çok çatışmanın ve buradan doğacak ve buradan akan kanların sorumlusu olarak kendimizi görebiliriz, o zaman çok mahcup oluruz.

Çok da uzağa gitmeye gerek yok, otuz senedir Türkiye’nin içinde yaklaşık 40 bin insanın hayatına mal olan bir çatışmayla iç içe yaşıyoruz. Bu çatışmayı çözememiş, burada kan deryasına son verememiş olanların, başkasının kanının hesabını sormak için bu kadar aceleci olmalarına gerek yok.

Kaldı ki Azerbaycan’da yaşayanların haklarını ve çıkarlarını savunmak için ilk ve son söz daima Azerbaycan’da yaşayanların olmalıdır. Azerbaycan Hükûmetinin bir düşüncesi vardır, ama Azerbaycan’da yaşayan başka insanlar da var, o insanlar Türkiye’yle komşuluk ilişkileri içerisindeler, dostuz, onlarla görüşüyoruz ve onların dilini diğer komşularımızdan farklı olarak anlıyoruz. Hadi diyelim Suriye’nin dilini anlamıyoruz, Kıbrıs’ın dilini anlamıyoruz, Yunanistan’ın dilini anlamıyoruz, İran’ın dilini anlamıyoruz, ama Azerilerin konuşmalarını anlıyoruz.

Bakın, arkadaşlar, Azerbaycan Türkiye Sosyalist Azerbaycanlılar Platformu bütün bu olanlara ne diyor: “Biz, hiçbir katliamın diğerinin bahanesi olamayacağına, hiçbir acının diğerinden üstün olmadığına inanarak, Hocalı katliamının 1915’teki Ermeni olaylarıyla kıyaslanmasına, Ermeni trajedisini inkâr etmek için malzeme olarak kullanılmasına itiraz ediyoruz.”

 

İşte, böyle Azerbaycanlılar da var. Biz onlarla birbirimizin dilini anlıyoruz. Azerbaycanlıların acılarını anlıyoruz ve bu sorunların içinden nasıl çıkılacağına dair bir ortak ufkumuz var.

İnsanlığın dinler, milliyetler, ırklarla bölünmediği bir başka ve yeni dünya kurulmadıkça, her gün bu eşitsizlikçi, sömürücü dünyanın içinden kaynaklanan kin ve nefret tohumları her yere saçılabilir, hepimizi esir alabilir.

O yüzden bununla başa çıkmak için iki önemli panzehirden söz edebiliriz. Bunlardan bir tanesi, nefret söylemine bütün  gücümüzle karşı olmak, nefret söylemini dilimizden arındırmak, komşularımızı, kendimizi, halkımızı ve hayatımızı bundan başka bir dille düşünmek; ikincisi, eşitlik, özgürlük ve kardeşlikle dolu bir yeni dünyanın, sosyalizmin mümkün olduğuna inanmak ve onu savunmak.

Yaşasın halkların kardeşliği! (BDP sıralarından alkışlar)

 

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Kürkcü.