BirGün'de, Sivas Katliamı'nda yitirdiğimiz şair Behçet Aysan ile Metin Altıok’un kızları Eren Aysan ve Zeynep Altıok Akatlı’nın son günlerde HDP'ye ve Kürtlere yönelik, yine medyayı hedef alan ve artarak devam eden linç olaylarıyla ilgili kaleme aldıkları çağrı yayımlandı. Aysan ve Altıok, yaptıkları çağrıda, "Ateşin harını, yok etmenin kolay ama derin mirasını en ağır yaşayanların sesinin sağduyuya dönüşmesi umuduyla sesleniyoruz. Bu çağrı bizim... Yakma, yıkma, saldırma, kine ortak olma, öfkeyi nefrete teslim etme..." diye seslendi.

BirGün'de yayımlanan çağrı metni şöyle:

Günlerdir linç kültürünün egemen kılındığı coğrafyamızda yaşananları kaygıyla, korkuyla, elimiz yüreğimizde izliyoruz.

Biz, bundan tam yirmi iki yıl önce cehaletin örgütlü eylemle birleşmesi sonucunda babalarımızı kaybettik. Bu ülkenin alnına ise aydınlarını, yazarlarını, ozanlarını yakmanın utanç lekesi sürüldü. İnsanlık tarihini anlatan dersler, dosyalar, kitaplar yakma, yıkma, yok etme gibi “olgularla” dolu. Olaylar, olgular olarak ele alındığı sürece insana ilişkin duygular tarihten siliniyor, evlere düşen ateş görülmüyor, kaybedilen canlar, onların taşıdığı değerler yitip gidiyor. Oysa yaşanan katliamın ardından ailemiz içinde sonraki kuşakları bile alt üst edecek olan büyük acımızla kavrulmanın ne demek olduğunu ne olduğunu en iyi biz biliyoruz. Hiçbir şeyin bir insanın kaybından daha önemli olmadığını daha çok küçük yaşımızda öğrendik. Sonrasında ise pek çok faili meçhul cinayette olduğu gibi katliamın temelindeki ilişkilerin hiçbir şekilde aydınlatılmadığına, adaletin rafa kaldırıldığına, anayasanın dahi üzerinde olan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin defalarca ihlal edildiğine tanık olduk. 2 Temmuz 93’ten sonra da pek çok acı biriktirdik. Doksanlı yıllarda on yedi bin beş yüz faili belli cinayeti biriktirdik mesela. Evladını yitiren anaların gözlerinden akan kan damlalarını biriktirdik. Lice’de, Kulp’ta her evden birden fazla ölümü biriktirdik.

Ebabil kuşlarının cesetleri kaçırıp, yok edip asit kuyularına atmasını biriktirdik.. Kimsesizler mezarlığının bile kendini çaresiz hissetmesini biriktirdik. Her Cumartesi Galatasaray Meydanı’ndaki kayıp yakınlarının isyanını biriktirdik. Sivas 93’ten sonra öldürülen Onat Kutlar’ın, Yasemin Cebenoyan’ın, Ahmet Taner Kışlalı’nın, Hrant Dink’in dayanılmaz acısını biriktirdik. Gezi’de toprağa yüzü düşen gencecik çocuklar için yükselen ağıtları biriktirdik. Son iki ayda öldürülen askerlerimiz, polislerimiz, evlatlarımız için kahrolduk. Biz koca bir acılar ülkesi olduk. Daha fazla kıyım istemiyoruz artık.

Son günlerde basılan gazeteleri, sahibinin kimliğinden dolayı yakılan iş yerlerini, parti binalarını gördükçe,fotoğrafın arkasına bakıyor, “yak ulan” çığlıklarının, sosyal medyadan yapılan, “siz ancak yakılmaktan anlarsınız”, “defolup gideceksiniz” tehditlerinin, hele bir milletvekiline hiç ama hiç yakıştıramadığımız, “bundan sonra alışacaksınız” sözlerinin bu ülkeyi bir daha yapıştırılması kolay olmayan toplumsal kırılmaya götüreceğinin kaygısını taşıyoruz. Dahası bu gözü dönmüşlüğü Madımak Katliamı’ nda yaşadığımızdan, benzer olayların yeniden tekrarlanmaması adına gerekli dersleri alamadığımızın telaşı içindeyiz. Çünkü büyük kitlesel olayların gözü dönmüşlükle birleştiği anda kontrol edilemez, dizginlenemez olanın ne olduğunu bitmeyen, daima yeniden yaşamak zorunda bırakıldığımız kederimizle birleştirdik. Bu topraklardaki bilge nefese, sağduyuya, insanın özüne yeniden ihtiyaç duyduğumuz şu günlerde, yine Anadolu insanının aklına güveniyor, deyişlerdeki “gelin canlar bir olalım”ın gücüne sığınıyoruz.

Ateşin harını, yok etmenin kolay ama derin mirasını en ağır yaşayanların sesinin sağduyuya dönüşmesi umuduyla sesleniyoruz. Bu çağrı bizim... Yakma, yıkma, saldırma, kine ortak olma, öfkeyi nefrete teslim etme...