Emek Partisi Genel Başkanı Ercüment Akdeniz, gündeme ilişkin açıklamalarda bulundu.

Akdeniz, “Cuma gecesi AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın imzasıyla kararnameler yayınlandı. Türkiye, İstanbul Sözleşmesi’nden çekildi yani kadına yönelik şiddetin önü yeniden açıldı. Bu şaşırtıcı mı? Elbette şaşırtıcı değil. Çünkü “Kadın ve erkek bir değil” diyen bir zihniyetle karşı kaşıyaydık.Ayrıca Merkez Bankası Başkanı yeni değişmiş olan Naci Ağbal görevden alındı. Oysa tırnak içinde Merkez Bankası’nın bağımsız kurullardan oluşan bir yapısının olması gerekirdi. Yetmedi, Taksim Gezi Parkı, milyonlarca insanın oradaki ağaçların kesilmemesi ve çevre düzeninin müteahhitlerin tarafından değiştirilmemesi uğruna ayakta kalmış olan, soluklanabilen son yerlerden biri olan bu park Cumhurbaşkanı kararı ile vakıflar fonuna devredildi. Son olarak da yandaş firmalara uluslararası arenada kaynak bulma yönünde destekler, garantiler verilmiş oldu. Bütün bunlar bize anayasanın üzerinde bir rejim inşa edilmeye çalışıldığını gösteriyor” dedi.

Emek Partisi Genel Başkanı Ercüment Akdeniz’in açıklamaları şu şekilde:

İNSAN HAKLARI EYLEM PLANI

Bu hafta özellikle sivil anayasa tartışmalarının, reform tartışmalarının, ve İnsan Hakları Eylem Planı’nın ne menem bir şey olduğunu gördüğümüz bir hafta oldu. Çünkü reformdan anladıkları tekellerin çıkarları uğruna hukuk alanını yeniden dizayn etmek, sivil anayasadan anladıkları tek parti, tek adam rejimini tahkim etmekti. İnsan Hakları Eylem Planı’ndan anladıklarını da sokaklarda hak mücadelesi veren insanlara ve Gergerlioğlu’na muamelelerden anlamış olduk.

CUMA GÜNÜ YAYIMLANAN CUMHURBAŞKANLIĞI KARARNAMESİ

Cuma gecesi AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın imzasıyla kararnameler yayınlandı. Türkiye, İstanbul Sözleşmesi’nden çekildi yani kadına yönelik şiddetin önü yeniden açıldı. Bu şaşırtıcı mı? Elbette şaşırtıcı değil. Çünkü “Kadın ve erkek bir değil” diyen bir zihniyetle karşı kaşıyaydık.

Ayrıca Merkez Bankası Başkanı yeni değişmiş olan Naci Ağbal görevden alındı. Oysa tırnak içinde Merkez Bankası’nın bağımsız kurullardan oluşan bir yapısının olması gerekirdi.

Yetmedi, Taksim Gezi Parkı, milyonlarca insanın oradaki ağaçların kesilmemesi ve çevre düzeninin müteahhitlerin tarafından değiştirilmemesi uğruna ayakta kalmış olan, soluklanabilen son yerlerden biri olan bu park Cumhurbaşkanı kararı ile vakıflar fonuna devredildi. Son olarak da yandaş firmalara uluslararası arenada kaynak bulma yönünde destekler, garantiler verilmiş oldu. Bütün bunlar bize anayasanın üzerinde bir rejim inşa edilmeye çalışıldığını gösteriyor.

Tüm bunlar Büyük Millet Meclisi’nin iradesine rağmen kararnamelerle yönetilen bir ülke sistemine geçtiğimizi gösteriyor. Aynı zamanda tüm bunlar halk iradesine rağmen ülkenin yönetilmesinin istendiğini gösteriyor.

Dolayısıyla tüm bunların sonunda bir gecede alınan kararlar bizim için şaşırtıcı olmayacak. Tüm işçi ve emekçiler bunu böyle görmeliler. Böyle bir ülke mi istiyoruz? Bir gece ansızın grevlerin yasaklandığı, sendikalara kilit vurulan bir Türkiye mi istiyoruz? Bir gece ansızın toplu iş sözleşmesi hakkının kalktığı bir Türkiye mi görmek istiyoruz? Bir gece ansızın il sınırlarının, ilçe sınırlarının, tek adam rejimi için coğrafi düzenin değiştiği bir Türkiye mi görmek istiyoruz? İşte Türkiye'nin içine sokulduğu karanlık tünel böyle bir tüneldir. Bu ülke çok geç kalmadan bu düzenden kurtulmalıdır.

NEWROZ KUTLAMALARI

Emek Partisi olarak hafta sonu boyunca ülke çapındaki Newroz kutlamalarına katıldık. Ben de İstanbul ve Diyarbakır’daki kutlamalara katıldım. İstanbul’da işçi sınıfının ve emekçilerin sesini Diyarbakır’da Kürt halkının, barış isteyenlerin sesiyle buluşturduk. Newroz’da pandemi koşullarına ve baskı iklimine rağmen sokaklar yüzbinlerle doldu.

İnsanlar “Kardeşlik istiyoruz, barış istiyoruz, demokrasi istiyoruz” dediler. Ne parti kapatmalar, ne milletvekillerine getirilen fezleke yağmurları ne de 687 insana konan siyaset yasağı halkı sokaklara inmekten alıkoyamadı. halk yüzbinler halinde “Buradayız, irademize sahip çıkıyoruz” dedi.

Bu süreç bütün emek, demokrasi ve halk güçlerinin ancak özellikle İstanbul Sözleşmesi’nin feshine karşı direnen kadınların, üniversitelerde öğrencilerin, üretici köylülerin, yoksul insanların ve işçilerin birleşerek bu ülkeyi değiştirebilecek iradelerinin olduğunun köşe taşlarından bir tanesiydi. 8 Mart’ta ve Newroz alanlarında verilen mesaj birlik mesajıdır ve bu mesajın 1 Mayıs alanlarında güçlenerek, kuvvetlenerek devam etmesi gerekir. Bizim de çalışmalarımız bu yönde olacak.

Emek Partisi olarak bir heyetle birlikte Antep’e gittik. Antep’te iş yerlerini, işçi direnişlerini ziyaret ettik. Yüzlerce işçinin çalıştığı Başpınar Organize Sanayi Bölgesi’nde tamamen sendikasız olan, işçilerin sendikaya hasret kaldığı bir bölge var. Sendika olmadığı için işçiler köle gibi, hiçbir hakkı olmayarak çalıştırılıyorlar.

Pandemide çarklar dönsün diye bu insanları fabrikalara sürenler, dip dibe çalıştıranlar en küçük bir itiraz olduğunda, en küçük bir hak talebi istendiğinde işçileri kapının önüne koydular. Özellikle Yasin Kaplan’da ve Güven Boya’da DİSK Tekstil İşçileri Sendikası’nda örgütlendikleri için kapı önüne konan işçilerle konuştum. İşçilere patronlarından “Kod-29 uygulamasıyla bundan sonra çalışmayacaksınız” denilmiş. Kod-29 nedir? Tazminatsız işten atma. Peki neden? Çünkü ahlaksızlık yapmakla suçlanıyor işçiler. Orada da söyledik. Burada da ifade ediyorum. İşçiyi hatalarından dolayı kendini kanıtlamak hükmünde bıraktığı için ve işverenlerin rahatlıkla suçlamalarına maruz bıraktığı için Kod-29 uygulamasının kendisi ve bunu uygulayan patronlar asıl ahlaksız bir uygulama içerisindedir. Yüzbinler halinde işçilerin işten atılması gündemde. Kısa Çalışma Ödeneği Mart ayı itibariyle son bulacak. Uzatılmaması durumunda 4 milyon insan işe geri dönecek ve 1 milyon insanın Kod-29 ile işten atılması söz konusu.

İş Kanununda 25/2 olarak ifade edilen antidemokratik bir kanunla işçiler kapı dışarı edilecek. Açlığa ve yokluğa terk edilecekler. Bu Demokles’in kılıcı gibi tüm işçilerin üzerinde bir tehdit unsuru olarak sallanıyor. Antep işçileri ise bir ilki başardılar ve itiraz ettiler, çocukları ve aileleriyle beraber mücadele ettiler ve başardılar. Tazminatsız işten atılamayacaklarını gösterdiler ve tazminat hakkı edindiler. Bu bütün Türkiye işçi sınıfı için bir emsal olmalıdır.

Kimse işçileri keyfe keder Kod-29 uygulamasıyla kapının önüne koyamaz. Fiili ve meşru mücadelelerle fabrika önlerinde ve elbette hukuki mücadelelerle adliyelerde patronların geri adım atabileceğini Başpınar Organize Sanayi Bölgesi’nde gördük. Bu şu an Türkiye’de devam eden tüm direnişlere emsal olsun, örnek olsun, bir dayanışma vesilesi olsun ve hiçbir işçi kardeşimiz bu uygulamadan dolayı kapı önüne konduğunda güvencesiz olduğunu hissetmesin, mücadeleye devam etsin ve onlar da tıpkı Güven Boya’daki gibi, Yasin Kaplan fabrikasındaki işçiler gibi mutlaka haklarını alacaktır.

Son olarak mücadeleci sendikalarımız Kod-29 uygulamasının ve bu kapsamdaki iş kanununun kaldırılması için bir kampanya başlattı. Emek Partisi olarak buradan bütün halkımıza, bütün işçilere ve bütün sendikalara sesleniyoruz, bu uygulama kaldırılmalıdır. Bu imza kampanyası ülke çapına, tüm sendika şubelerine ve işyeri temsilciliklerine yayılmalıdır. Sendikalı olmayan işçiler de bu kampanyaya katılabilmeli ve güçlendirmeli ve buralarda oluşacak yerel platformlarla birlikte 1 Mayıs’a uzanan bu süreçte Kod-29’u gerektiği yere yani tarihin çöplüğüne hep birlikte atma şansımız olacaktır. Bu düşüncelerimle tüm işçileri, emekçileri ve halkımızı selamlıyorum.