BDP  Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş iki gün önce Fatih Altaylı'nın aktardığı 'Lazkiye' ile ilgili sözlerine açıklık getirdi. 'Fatih Bey'in sözlerimi yanlış anladığını düşünüyorum' diyen Demirtaş, "Kürtler Lazkiye'yi alsın diye bir şey yok, böyle bir şey söylemedim" dedi ve ekledi:

"Ne bir politikamız var, ne bir niyetimiz var. Ne de böyle bir şey söyledim. Kürtler orada başkalarının topraklarını işgal etsin gibi bir durum söz konusu olamaz tam tersine özerk yönetimler olsun. Sadece kendileri yönetmesin. Arap halkları var, alevi halkları var, Nüsayriler var. Lazkiye üzerinden gidebilir dedim ben yoksa Lazkiye Kürtlerin olursa Kürtler denize alışırlar gibi bir şey yok. Öyle not almışlar, anlamışlar. BDP’nin solu olarak, solcusu olarak bunu en son söyleyecek kişiyim."

Fatih Altaylı'ya konuya ilişkin olarak bir tekzip de yolladıklarını belirten Demirtaş, Altaylı'nın sözlerini yanlış anladığını ve art niyetli olmadığını da belirtti.

İşte soL Gazetesinden Mehmet Kuzugil'e konuşan Selahattin Demirtaş'ın hem yanlış aksettirilen Lazkiye üzerine hem de Suriye'deki güncel duruma ilişkin değerlendirmesinin tamamı:

Son dönemde sıkça dile getirilen Sünni-Şii çatışma ekseninin oluşması var. Kürt hareketinin böyle bir eksenleşmenin dışında kalmak, Sünni ekseninin bir tamamlayıcısı olmamak gibi bir çabanın içinde olduğunu zaman zaman düşünüyoruz. Bugün AKP’nin içinde yer aldığı bir süreçte sizin de önerdiğiniz Türkiye’nin de içinde yer alacağı belki Suriye, Irak, Kürt bölgelerini de içerebilecek konfederatif bir yapıya gidilmesinin bölgede anlamlı bir güç olarak ortaya çıkması. Bununla Sünni-Şii çatışması ekseninin dışında kalma çabası mümkün olabilecek mi? Bu ikiliyi nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bu tek başına yeterli olmadı. Kürt-Türk ittifakı, Türkiye Kürdistan’ı ittifakı bölgenin tümüyle istikrara kavuşmasında, özgürlüklere kavuşmasında tek başına yeterli olmadı. Ama bu ittifak ve işbirliği halkların eşitliği temelinde oluşur, halklara karşı düşmanlık ya da diğer kesimlerin aleyhine şekilde oluşmazsa Ortadoğu’daki birliğinin önünü açabilir. Tek başına yeterli değil ama buna vesile olabilir. Burada dikkat etmemiz gereken şey şudur, AKP’nin aktüel, güncel, vizyonel politikalarına takılıp kalmamak lazım. AKP’nin derdi şudur, AKP’nin niyeti şudur gibi AKP politikalarına karşıtlık üzerinden siyaset geliştirmez bizi. Ortadoğu’daki gelişmeleri anlamaktan uzak tutabilir.

Evet, AKP’nin niyeti farklı olabilir, bizim beklentilerimizle uyuşmayabilir ama AKP’nin politikalarını Ortadoğu’da başarılı bir şekilde hayata geçiriyormuş gibi de düşünmeyelim. İflas etmiş bir politikaya sahip AKP. ABD’nin de politikası Ortadoğu’da tam olarak hayata geçmiyor, geçiremiyorlar. Çin politikası, İran politikası da tam tutmuyor. O nedenle üçüncü bir yol var, alternatif var. Ne sağa ne sola, ne doğuya ne batıya, hiçbir emperyal politikaya teslim olmadan, halkların kendi özgücüyle orada varolma ihtimali var. Bu süreçte şimdi Kürtlerin ortaya koyduğu inisiyatifle daha mümkün hale geliyor. olmayan, hepsinde ve her yerde etkin olabildiği yönetimlerin oluşturulması gerekir diye düşünüyorum.

AKP’nin bölge politikasının tıkandığı nokta da çok genel olarak Sünni-Şii çatışması ekseninin esas olması olmadı, bu eksenin üzerine hesap yapan tek güç AKP değil ABD, Alman kaynaklarından gelenler var.

Şunu da unutmayın. Sadece Almanlar, Fransızlar, Türkler yapmadılar bu hesabı. Şiilerin, Sünnilerin kendisi de bu hesabı yaptı.

Bir Şii ekseninin ayrıca oluştuğunu mu düşünüyorsunuz?

Yani, tabii ki. Ortadoğu’da olan her şeyin dışarıdan kışkırtmayla olduğunu düşünemeyiz. Oradaki insanlar kendileri zaten kendi kimliklerini kendi inançlarını kendi dillerini korumak için kendi örgütleriyle harekete geçtiler. Asıl ortaya çıkışın nedeni dış örgütleme, dış parçalama niyeti değildir fakat bu halk ortaya çıkınca bu halkın etrafında uluslararası güçler kendi çıkarları doğrultusunda müdahale etmeye başladılar ve yer almaya başladılar. Baştan beri böyle bir şey yoktu gibi düşünmeyin. Binlerce yıllık geçmişi, tarihi var mezhep ve etnik gerilimin.

Bu bölgedeki emperyalist müdahalenin kendisinin bunun üzerine geldiğini bunu kışkırtmaya dönük bir politikayla başlamadığını mı düşünüyorsunuz?

Hayır, bunun binlerce yıllık geçmişi vardır diyorum. Mezhep ve etnik gruplar Ortadoğu’nun bir gerçeğidir, Ortadoğu’nun bu gerçekleri tek tanrılı dinlerden önce bile kendi aralarında birlikte yaşamayı da başarıyorlardı. Kapitalist modernite ortaya çıkana kadar ve dışarıdan emperyalist müdahaleler yaşanana kadar da bir arada durabiliyorlardı. Emperyalist müdahaleden sonra artık dayatmalarla, zorlamalarla yapay sınırlarla bir arada durmaya başladılar. Bu yapay sınırlar yapay kurallar, kanunlar bu mezheplerin giderek birbirlerine düşmanlaşmasına yol açtı. Bu mezheplerin suçu değil ama şimdi işte artık bu inançlar, bu kimlikler bunu kırmak zorundalar. Ya yeni bir dış müdahale olacak ve Şii-Sünni hattı gibi başka bir savaş dayatılacak ya da hiçbir dış müdahale olmadan bu mezhepler, bu kimlikler kendi içinde birlikte konfederal ilişkiyle, özerk ilişkiyle, egemenlik paylaşımıyla birbirlerinin egemenlik hakkına saygı duyarak ama birlikte yaşayarak bunu yapacaklar.

Suriye bu açıdan bir veri değil miydi? Suriye 1947’de Fransa sömürgeciliğinden çıkışından başlayarak sadece Sünni-Şii-alevi düzleminde değil başka dinler açısından da dinsel ve mezhepsel bölünmeden uzak duran bir ülkeydi.

Suriye’nin kendisi mutluluk ve refah içerisinde yaşayan bir ülke değildi. Kürt katliamı Suriye’de baba Esad döneminde de, oğul Esad döneminde de defalarca yaşandı. Kürtler orada yok sayılmadı mı, ezilmedi mi? Hangi kimlik, hangi inanç orada demokratik, özgürlük içerisinde yaşayabildi.

Suriye’nin kendisi daha önceden bu eksene çekilmiş miydi diye düşünüyorsunuz?

Suriye’nin bu güne kadar parçalanmamış olmasının sebebi bütün kimliklerin özgür olmasından kaynaklı değildi. Orada başka bir iç denge oluşmuştu, o iç denge zorlama bir dengeydi.

Bu denge bir mezhebin üstünlüğüne mi dayanıyordu?

Yönetim olarak üstünlüğüne dayanıyordu ama bir mezhepsel yönetim Suriye’de hakimdi denilemez. Yönetim bir mezhebin elindeydi, Şii mezhebinin elindeydi merkezi yönetim. Fakat Kürtler, gayri Müslimler, Sünni kesimler orada alabildiğine kimliğini özgürce yaşayıp yönetim hakkında da ortak bir şekilde hareket edemiyorlardı zaten. Baas rejiminin handikabı da buradadır zaten. İnsanlara özgürlüğünü vererek, hakkını, hukukunu teslim ederek sürdürmüyordu, kendi içerisinde baskıcı bir sistemdi. Şimdi bu sistem dağılmaya ve zayıflamaya başlayınca içeride rahatsız olan bütün unsurlar, kendi ellerindeki imkanları çerçevesinde özgürlüklerini korumaya, savunmaya giriştiler. Tam bu noktada zaten emperyal anlayışlar doğrultusunda bölgede hazır olan güçler de kimisi o tarafı destekleyerek, kimisi bu tarafı destekleyerek, kimisi şunun bunun yanında yer alarak emperyal uluslararası bir sahaya dönüştürmüş oldular Suriye’yi.

Şu anda gerilim potansiyel olarak Ortadoğu’da birikmiştir, duruyordur, Ortadoğu’nun diktatör tüm rejimlerinden Ortadoğu halkları çekmiştir. İki alternatif var. Ya halklar özgür olarak isyan edecek kendi diktalarına karşı, özgürlüklerini kazanacak, örgütlü bir şekilde yapacaklar bunu, birbirleriyle işbirliği içerisinde dayanışma içerisinde yapacaklar. Ya da uluslararası güçler masa başında ve sahada bütün süreci kendi lehlerine çevirip yeni bir düzen oluşturacaklar.

'FATİH BEY'İN SÖZLERİMİ YANLIŞ ANLADIĞINI DÜŞÜNÜYORUM'

Demirtaş iki gün önce Fatih Altaylı'nın aktardığı 'Lazkiye' ile ilgili sözlerine de açıklık getirdi. 'Fatih Bey'in sözlerimi yanlış anladığını düşünüyorum' diyen Demirtaş, "Kürtler Lazkiye'yi alsın diye bir şey yok, böyle bir şey söylemedim" dedi. Buna ilişkin soruları da yanıtladı.

Bir tekzip yolladınız mı Habertürk’e?

Evet Fatih Bey’e yolladık. Yani Kürtler Lazkiye’yi alsın diye bir şey yok. Ne bir politikamız var, ne bir niyetimiz var. Ne de böyle bir şey söyledim. Kürtler orada başkalarının topraklarını işgal etsin gibi bir durum söz konusu olamaz tam tersine özerk yönetimler olsun. Sadece kendileri yönetmesin. Arap halkları var, alevi halkları var, Nüsayirler var.

Lazkiye üzerinden gidebilir dedim ben yoksa Lazkiye Kürtlerin olursa Kürtler denize alışırlar gibi bir şey yok. Öyle not almışlar, anlamışlar. BDP’nin solu olarak, solcusu olarak bunu en son söyleyecek kişiyim.

Tam şöyle yazmış: Bu Suriye’deki Kürt oluşumu Lazkiye’yi de içine alırsa, Kürtlerin büyük bir sorunu ortadan kalkar, denize alışırlar ve Türkiye’ye tam bağımlılık ortadan kalkar. Sizin söylediğiniz Kürt petrollerinin denize ulaşması için...

Bir Türkiye üzerinde dünyaya açılabiliyor, bir de Lazkiye üzerinden. Bu da bir alternatiftir Kürtler için. Dolayısıyla Türkiye-Kürdistan halkına güç verir. Türkiye Kürdistan’dan, Kürtlerden korkmamalı. Kürt halkı da Türklerden korkmamalı. Petrolümüzü, gazımızı niye başkası getirsin, satsın kardeşim. Türkiye üzerinden de Lazkiye üzerinden de dünyaya satabiliriz. Böyle düşünüyorum. Suriye’deki, Irak’taki Kürtlere böyle bakabiliriz. Burada Lazkiye işgal edilsin diye bir şey yok.

Fatih Altaylı’nın kendisinin sözlerinizi bu şekilde yorumlamasını, bu şekilde aktarmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Fatih bey yaklaşık 2 saat süren toplantıda not alabildiklerini, köşe yazısında makaleye dönüştürdü, art niyetli hareket ettiğini düşünmüyorum. Uzun konuştuk röportaj değildi, kayıt da yapmıyordu. Aklında kalanları o şekilde yazmış ama sözcükler şüphesiz önemli.

Ben Kürtler Lazkiye’yi alsınlar demedim ya da Kürtler Lazkiye’yi alırlarsa demedim. Böyle bir cümle de yok, böyle bir niyet de yok. Fatih bey demek ki öyle algılamış, öyle yazmış, ben onu da art niyetli olarak değerlendirmiyorum.

Sizin sözlerinizin merkez medyada zaman zaman düzeltme yapmanızı gerektirecek şekilde yansıtıldığı oldu. Bununla ilgili ne düşünüyorsunuz?

Kürt hareketini herkes kendi gördüğü yerden okumak istiyor. Ya kendine yakın tutmak için ya da ne kadar karşıt olduğunu göstermek için. Bazen çarpıtmalar da oluyor bu da normaldir. Tek bizim başımıza gelen bir durum da değil. Bu tür siyasi hareketler bu tür manipülatif durumlarla karşılaşabilir. Fatih bey’in yaptığı manipülasyondan öte büyük ihtimalle yanlış anlaşılmadır.