HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, “Öcalan'ı, PKK'yi, HDP'yi dışlayan hiçbir müzakere arayışının gerçekleşme şansı yok. Benim düşünceme göre bileşenler genişletilmelidir. Bununla sınırlı kalmamalıdır” dedi. 

Demirtaş, yaşanan çatışmalı sürece ilişkin, “Şehirlerdeki bombalamalar, sivillerin ölümüne yol açan katliamlar, bunların hepsini kınadım. Bu bir savunma savaşı olarak tanımlanamaz. Otobüs durağında, alışveriş merkezinde vs. bomba patlatmak, bir meşru savunma tarzı taktiği olamaz. Birisi sana ve toprağına saldırır seni katletmek isterse, sen orda her şeyini kaybetmeyi göze alarak direnirsin” ifadasini kullandı. 

HDP Eş Genel Başkanı Demirtaş, YPG’nin Suriye'de kendi topraklarını savunduğunu söylerken “Kürtler kendi topraklarını savunuyor. Bu çok meşrudur ve bir terör faaliyeti de değildir. Tam tersine Türkiye hükümetinin yaptığı bir işgal hareketidir, gayrimeşru olan budur. Şovenist Türk duygularıyla, Kürtlerin topraklarını Kürtlere dar etme anlayışını biz meşru bir girişim olarak göremeyiz” diye konuştu.

“PKK, kendini savaşa değil, barışa yakın tutmalı” diyen Demirtaş, “Müzakere dediğimiz şey öylesine büyülü bir kavramdır ki aniden ortaya çıkıp gelişebilir ve aniden hayata geçebilir. Bu hafta savaş olabilir ama bir bakarsınız haftaya müzakere ortamı oluşur. Bölgemizde koşullar, şartlar çok hızlı değişiyor çünkü. PKK de barışa hazır olduğunu sürekli tekrarlamalı bence. Bir defa söyleyip durmamalı. Kendi pozisyonunu savaşa değil barışa yakın tutmalı.” şeklinde konuştu. 

Demirtaş'ın Sputnik'te yer alan açıklamasının bir bölümü şöyle:
 

Bölgedeki çatışma ortamından sonra, Sur, Cizre ve Nusaybin gibi ilçelerde büyük bir yıkım olduğu görüldü. Güvenlik güçleriyle, PKK'nın şehir yapılanması arasında şiddetli çatışmalar yaşandı. Halkın bu durumdan olumsuz etkilendiği belirtiliyor. Siz bu çatışmalı süreci nasıl değerlendiriyorsunuz?

Meşru savunma dışına taşmamalı hiçbir savaş. Hiçbir mazlumun savaşı, savunmayı aşmamalı. Bunun dışındaki savaşı ahlaken de siyaseten de doğru bulmuyorum ve hep eleştirdim. Dolayısıyla bu şehirlerdeki bombalamalar, sivillerin ölümüne yol açan katliamlar, bunların hepsini kınadım. Bu bir savunma savaşı olarak tanımlanamaz. Otobüs durağında, alışveriş merkezinde vs. bomba patlatmak, bir meşru savunma tarzı taktiği olamaz. Birisi sana ve toprağına saldırır seni katletmek isterse, sen orda her şeyini kaybetmeyi göze alarak direnirsin. Bu çok onurlu bir direniştir ve Kürtlerin ana direniş hattı budur zaten. 100 yıldır bu çizgi üzerinde direniyorlar.

Sen kendini savunurken, birileri gelip ordularıyla senin şehirlerini yakıp yıkıyorsa, orada sivillerini de katlediyorsa bu direnenin suçu değildir. Direnen kendi onurunu korumak için direnmiştir. Bunu ezmek isteyen güç, bütün Kürtlerin evini barkını barbarca yıkmışsa sen "Orada neden direniş oldu, bak evler yıkıldı" diyemezsin. Bu yıkım, o barbarlığı yapanların suçu, günahıdır. Kürdistan'ın her parçasında direniş olmuştur tarih boyunca. Direnişi bastırmak için de her zaman Kürt şehirleri yakılmış, yıkılmıştır. Bu Mahabad'ta da böyledir, Ranya Ayaklanması'nda da… Saddam'ın gelip Kürt şehirlerini yakıp yıkması da benzerdir. Buradaki eksiklik veya suç direnenlerde değildir. Suç barbarlık yöntemini dayatanlardadır. Direnenlerin de bunu iyi hesap etmesi lazım. Bir eksiye düşmemesi, halkını koruması lazım.

Halkını koruyacak tedbirleri alması lazım. Direnişte olan örgütlü güçlerin bunu iyi hesap etmesi lazım. Burada ben eksikliğe düşüldüğünü görüyorum. Yani Kürt halkını korumak adına bir yetersizliğe girilmiştir. Bu barbar saldırılara karşı Kürt halkı yeterince korunamamıştır. Bu eksikliğe kendimi de dahil ediyorum. Biz o barbarlığa karşı yeterince direnemedik, o yüzden yakıp yıkabildiler. Bu eksikliğimiz bizim suçlu olduğumuzu göstermez. Suç doğrudan yakıp yıkanlardadır.



Sizce Halk Koruma Birlikleri (YPG) geri çekilir mi?

Hayır, orada Kürtler kendi topraklarını savunuyor. Bu çok meşrudur ve bir terör faaliyeti de değildir. Tam tersine Türkiye hükümetinin yaptığı bir işgal hareketidir, gayrimeşru olan budur. Şovenist Türk duygularıyla, Kürtlerin topraklarını Kürtlere dar etme anlayışını biz meşru bir girişim olarak göremeyiz. Yerel bir gücü, halk gücüne dayalı bir öz gücü durdurabilecek hiçbir güç de yoktur. Bunu herkes biliyor. Türkiye de bunu biliyor, ABD de bunu biliyor. PYD'nin ve Demokratik Suriye Güçleri'nin (DSG) oradaki varlığını sonlandırmaya çalışmak mümkün değil. Mümkün olsa bile gereksiz bir çabadır.

Cizre, Sur, Nusaybin başta olmak üzere pek çok yerde ortaya çıkan şiddet atmosferinden sonra müzakere adına bir ışık görüyor musunuz?

Şu anda ihtimal çok çok zayıf. Özellikle geçen hafta KCK'nin açıkladığı deklarasyona hükümetin Cerablus işgaliyle cevap vermesi, ‘Gaziantep katliamı'yla cevap verilmesi müzakere ihtimalinin çok zayıf olduğunu zaten ortaya koydu. Müzakere dediğimiz şey öylesine büyülü bir kavramdır ki aniden ortaya çıkıp gelişebilir ve aniden hayata geçebilir. Bu hafta savaş olabilir ama bir bakarsınız haftaya müzakere ortamı oluşur. Bölgemizde koşullar, şartlar çok hızlı değişiyor çünkü. PKK de barışa hazır olduğunu sürekli tekrarlamalı bence. Bir defa söyleyip durmamalı. Kendi pozisyonunu savaşa değil barışa yakın tutmalı.

‘ÖCALAN, PKK VE HDP OLMADAN MÜZAKERE OLMAZ'

Hükümetin daha önceki açıklamalarında ‘yeni bir süreç olursa muhataplar değişecek' şeklinde bir yaklaşım olduğu görülüyor. Size göre yeni bir süreç olursa hangi aktör öne çıkacak? Öcalan'ı, PKK'yi, HDP'yi dışlayan hiçbir müzakere arayışının gerçekleşme şansı yok. Benim düşünceme göre bileşenler genişletilmelidir. Bununla sınırlı kalmamalıdır. 

Nasıl olabilir bu? 

'İdam yasası getirilirse Öcalan'a da uygulanabilir' Örneğin parlamentoda bir çözüm komisyonu kurulabilir. Çözüm komisyonuna üye vermek isteyen bütün partiler eşit üye verir ve bu komisyon çözüm sürecini yürütür. İmralı'da kimlerin görüşme yapacağına, Kandil'de kimlerin görüşme yapacağına bu komisyon karar versin. Bu komisyon üyeleri bütün tarafları dinlesin. Kürt tarafındaki bütün siyasi partileri dinlesin. 

HDP'nin dışındaki Kürt partileri mi?

Evet, tabi ki. HDP parlamentoda olduğu için HDP bu komisyonun bir üyesi olur. Bunun dışında, parlamento dışındaki bütün partilerin çağrılıp görüşünün alınması lazım. Çözüm sürecine bu partilerin dahil edilmesi lazım. Komisyon, İmralı'da, Kandil'de ve diğer partilerle görüşmelerden sonra bir rapor çıkarmalıdır ve bu rapor parlamentoya sunulmalıdır. Bu raporda çözüm önerilerini netleştirmelidir. Dolayısıyla parlamento çatısı altında işleyen bir çözüm sürecine dönüşür bu. Yeni müzakere süreci olacaksa bence böyle olmalı. Fakat bunun için tabi ki öncelikli olarak karşılıklı bir ateşkes olmalı. Taraflar yeniden çözüm sürecinin başlatılması gerektiğini ilan etmeliler ki parlamento devreye girebilsin.

Açıklamanın tamamını okumak için tıklayın