3 yıldır cezaevinde olan HDP’nin önceki dönem Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, Artı Gerçek'ten Mehveş Evin'in sorularını yanıtladı.

Demirtaş, HDP’nin erken seçim çağrısı başta olmak üzere çeşitli konularda önemli açıklamalar yaptı.

Demirtaş'ın Evin'in sorularına verdiği yanıtlar şöyle:

-Hükümlü bulunduğunuz dosyadan tahliye edildiniz. Fakat başka bir dosyadan hakkınızda tutuklama kararı verildi. Benzer şekilde Figen Yüksekdağ ve Abdullah Zeydan da tahliye kararlarına rağmen cezaevinde tutuluyor. HDP milletvekilleri fiziksel olarak da saldırıya uğruyor, yalnızlaştırılıyor. Özellikle HDP yöneticilerine ve HDP’ye yönelik bu sistematik hukuksuzluğa sizce “alışıldı” mı? Sessizliğin bir nedeni, ana muhalefet partisinin tutumu olabilir mi? AİHM’in ilgili kararları yok sayılıyor. İktidar hukuk tanımayan tavrını sizce nasıl sürdürebiliyor?

İktidarın bunca hukuksuzluğu sürdürebilmesinin tek bir nedeni yok. Bu bir süreç şeklinde ele alınmalı ve birbirini izleyen olaylar silsilesinin sonucu olarak okunmalı. Aksi taktirde toplumun şu anda içine sürüklendiği sosyo-psikolojik durumu izah edemeyiz.

2013-2015 arasında yaşanan “çözüm süreci”nin yarattığı rahatlama, yumuşama, umut ve ekonomik iyileşme, toplumun ekseriyetinde gevşemeye yol açtı. Tabiri caizse toplum “savunma kalkanlarını” indirdi. 7 Haziran 2015 seçim sonuçları ise umutların tavan yapmasına yol açtı. Elbette normal bir toplum bunları hissetmekte haklıdır, toplumun bunda bir suçu yok.

Fakat devlet yönetimini demokratik muhalefete kaptıracağını anlayan Türk milliyetçisi, Avrasyacısı, ulusalcısı, faşisti, kontrgerillacısı, ne kadar statükocu güç varsa tamamı AKP liderliği ile anlaşarak onu iktidarda tutma kararına vardılar. AKP de bu desteğe karşılık olarak Kürtler başta olmak üzere bütün muhalefeti acımasızca, hukuk falan dinlemeden ezme sözü verdi. Suruç ve Ankara Gar katliamları bundan sonra oldu. Cizre ve Sur yıkımları bundan sonradır. Arkasından kanlı bir darbe girişimi ve bu girişimin Allah’ın bir lütfu kabul edilerek OHAL rejimine geçiş için fırsata dönüştürülmesi, hep bu kararın sonrasında yaşanan gelişmelerdir. Kitlesel tutuklamalar, işten atmalar, linçler, fişlemeler, polis şiddeti, işkenceler, mülkiyete el koymalar…

Bütün bunlar halkın gözü önünde yaşanırken ne yasama (TBMM) ne de yargı (mahkemeler) hiçbir şey yapmadı, yapamadı. Bilakis bu hukuksuzlukların payandası oldular. Bütün bu olanlar bir filmde bile yaşansa insan gerilir, değil mi? Oysa bu toplum son dört yılda bizzat bu gerçeklerin mağduru oldu. Dolayısıyla toplumun şu andaki reflekssizliğini, donakalma halini iyi anlamak gerekir. Bunca ağır ihlalden sonra kayyum atanması, milletvekilinin tartaklanması toplum açısından şok edici değil maalesef. Ölü çocuk bedenleri buzdolabında saklandı, 11 çocuk annesi 60 yaşındaki kadının cenazesi günlerce sokak ortasında kaldı, çürüdü, yine de kıyamet kopmadı, bir şey yapamadık. Var mı ötesi?

Faşizm, yarattığı korkuyu her an her gün canlı, diri ve gerçek kılarak sürdürmeye çalışır. Bunun için kesintisiz bir tutuklama, gözaltı, polis şiddeti, fişleme, linç etme uygulamasına ihtiyaç duyar. Şu andaki İçişleri Bakanı’na verilen görev budur. O da buna layık olabilmek için canla başla, panikle çalışıyor işte.

Öte yandan, bunu sürdürebilmelerinin nedeni faşizmin yeteneği ve başarısı değil, muhalefetin acizliği ve korkaklığıdır. Zulmün karşısında dik duruş göstermezsen ortalık çakallara kalır. Korkunun panzehiri salt teori değil, pratiğe geçmiş cesarettir, bu kadar net. Gerisi laf kalabalığıdır.

-Partiniz, erken seçim çağrısında bulundu. Sizce bu çağrının hem seçmen hem siyasi partiler nezdinde karşılığı nedir? HDP için sine-i millet, demokratik alanlardan çekilme bir alternatif olabilir miydi?

HDP’nin erken seçim çağrısı meşru ve doğrudur. Bundan sonra bunun altını dolduracak mücadeleyi örgütlemek, büyütmek ve demokratik iktidar alternatifini güçlü, inandırıcı ve ikna edici argümanlarla halkın önüne koymak gerekir. Yani HDP’nin hedefi artık kayyum atamalarını durdurmak için mücadele etmek değil, bizzat iktidara gelerek tüm sorunları çözmektir. HDP demokrasi ilkeleri çerçevesinde istisnasız tüm kesimlerle işbirliği ve ittifak yapmaya hazır olmalı ve ülke yönetimine aday olduğunu ortaya koymalıdır. Tüm söylemini, eylemini, kadrosunu ve ittifaklarını buna göre konumlandırmalıdır. Faşizmle mücadele etmek önemlidir ama daha da önemlisi faşizm sonrası oluşacak siyasi boşluğu demokrasi lehine doldurabilmektir.

Bu nedenle HDP siyaset alanını terk etmemekle doğru bir karar vermiştir. Şimdi yapılması gereken, büyük siyasi hamlelerle faşizmi yerle bir etmek ve iktidara yürümektir. HDP artık “benim sorunlarımı çözün lütfen” diyen talepkar dili bırakmalı, “sorunları ben çözeceğim” özgüveniyle kitlelerin önüne yeni bir hedef koyarak mücadeleyi büyütmelidir.

-AKP içindeki çatlakları, yeni siyasi oluşum söylentilerini nasıl değerlendiriyorsunuz? AKP içinden kopuşlar, siyaseten bir fark yaratabilir mi?

AKP’de ne olduğu ne olacağı bizi çok ilgilendirmiyor, çünkü artık AKP bir parti değil tek bir adamdan ibaret monolitik bir yapıdır. Bitmiş, tükenmiş, geleceği ve vizyonu olmayan siyasi bir meftadır.

Durumu AKP’den bir kopuş olarak değerlendirmiyorum. AKP komple AKP’den ayrıldı. Geriye bir kişi ve onun etrafında kümelenmiş niteliksiz ve kabiliyetsiz rantiyeciler kaldı. Birazcık vicdanı, ahlakı, aklı olan hiç kimse orda durmuyor, duramıyor artık. Dolayısıyla yeni oluşumlar mevcut AKP’yi zaten resmi olarak üçe bölmekle kalmayacak, tüm tabanını vakum gibi kendine de çekecek gibi görünüyor.

Yeni oluşumlar demokrasi için fark yaratabilirler mi, bu ayrı konu. Gelişmeleri hepimiz yakından izleyeceğiz. Her türlü sorunun demokratik ve barışçıl çözümü için toplumun bütün kesimlerinin el ele vermesi gerektiğine inanıyorum. Demokrasiye geçiş sürecinde önyargılar, kamplaşmalar, kutuplaşmalar bir kenara bırakılmalı ve asgari demokratik ilkeler etrafında en geniş toplumsal işbirliği mutlaka sağlanmalıdır. Eminim HDP de böylesi bir işbirliğinin, böylesi bir toplumsal dayanışmanın en önemli unsurlarından biri olacaktır.

-Bugün hem kayyımlar hem yerel yönetim yasasıyla ilgili gündeme gelen değişikliklere bakınca, ‘seçim yapmanın artık bir anlamı var mı’ sorusu da gündeme geliyor. Küskün seçmen konusu daha evvel de konuşulmuştu. Gelinen noktayı, seçmen açısından nasıl görüyorsunuz? Son röportajınızda Suriye operasyonuna muhalefetin verdiği desteği eleştirerek “Hiç kimse bugünleri de unutmayacaktır elbette. Günü geldiğinde kimse bağrına taş falan basmayacaktır, o bir kere olur” demiştiniz. Sizce Kürtlerin, küskünlerin bir kez daha “bağrına taş basmaları” istenecekse ne yapılmalı?

Genel seçimlerde kimse bağrına taş basarak oy kullanmaz. Herkes vereceği oyun sonucunda elde edeceği demokratik kazanımı somut olarak görmek ister. Bu da az önce ifade ettiğim asgari ilkeler etrafında kurulacak demokrasi bloğu ile sağlanabilir ancak.

-AKP’nin 19 Kasım’da yaptırdığı bir ankette, “en beğenilen siyasetçi kim” sorusuna verilen cevaplarda ilk sırada Erdoğan, ikincide İmamoğlu, üçüncü sırada ise sizin isminiz yer alıyor. Sizden sonra Bahçeli, Akşener, daha gerilerde de Kemal Kılıçdaroğlu var. Bu anketi doğru kabul edersek… Üç yılı aşkın zamandır hapishanedesiniz ancak isminizin Cumhurbaşkanı ve İBB Başkanı’ndan sonra gelmesi size ne düşündürdü? Genel olarak ankette çıkan sonucu nasıl değerlendirirsiniz?

Toplum nezdindeki karşılığımın farkındayım. Bu beni ne şımartır ne de bozar. Sorumluluklarımı artırır sadece. Yeri ve zamanı geldiğinde ben de bu sorumluluklarıma denk bir tutum almaya gayret ediyorum. Halkın ve demokrasinin çıkarına olmayan hiçbir süreçte yer almadım, almam. Kişi olarak da herkesle her konuda diyaloğa ve uzlaşmaya açık oldum ama zulme ve haksızlığa da kimden gelirse gelsin boyun eğmedim. Ben kendimi dev aynasında görmeyecek kadar ne olduğumun farkındayım ancak beni yok sayanlara, yok etmek isteyenlere de pabuç bırakacak değilim. Siyasette yaptığım, yapacağım her şeyi de partimiz HDP ile birlikte örgütlülük bilinci ve sorumluluğuyla yaptım, yaparım. Ben öz be öz halkın evladıyım, halktan başka gücüm yok, gerek de yok. Halk özgürlüğünü kazandığında, halkın bir evladı olarak ben de kazanmış olacağım. Siyasette ne başka hedefim ne hevesim de de hırsım var. Halk kazanacak, biz kazanacağız. Buna yürekten inanıyorum.

-Avrupa Birliği’ne (AB) tam üyelik hedefinin canlandırılması halen gündemleşebilir mi? AB içindeki Polonya, Macaristan’ın değerler birliğini aşındıran durumu, Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un AB’nin Balkanlara doğru genişlemesini duraklatan tavrı, hatta Frankocu Vox’un belki Katalonya’nın bağımsızlık eğilimine tepkisel biçimde Madrid’te üçüncü güç haline gelmesi size neleri düşündürdü?

AB’nin son 10 yılda yaşadığı ekonomik, siyasal, sosyal ve güvenlik krizlerin hepsinden yara alarak, zayıflayarak çıkmış olması Birliğin kendisini sorgulanır hale getirdi. AB değerleri denilen insan haklarının, yeri geldiğinde kendi çıkarları için bizzat Birliğin üyesi devletler tarafından ağır şekilde ihlal edildiğine tanıklık ettik. Yani Avrupa; mülteci krizi, terör tehdidi, ekonomik kriz (örneğin Yunanistan) gibi sorunlarla karşılaştığında birlik ruhuyla hareket edilmek yerine Almanya ve Fransa başta olmak üzere herkesin kendini kurtarmaya çalıştığını gördük. Dolayısıyla ortada öyle ahım şahım bir Avrupa Birliği olmadığı pratikte ortaya çıktı. Avrupa halkları da Birliğe olan inançlarını yitirdiler. İngiltere ise Avrupa Birliğinden resmi olarak ayrılmaya hazırlanıyor.

Bununla birlikte NATO’nun hatta BM’nin varlığı bile tartışma konusu artık. Kapitalizm küresel çapta yaşadığı kriz (ki bu defa parasızlıktan değil aşırı paradan yaşanıyor kriz) bütün yerleşik düzenleri alt üst edecek gibi görünüyor. 40’a yakın ülkede devam eden gösteriler ve halk ayaklanmaları, bu krizin toplumsal sonuçlarıdır. AB de bu krizden dolayı sarsılmaya devam edecek.

Bana kalırsa bu haliyle AB resmi üyeliği Türkiye için olmazsa olmaz değildir artık. Asıl önemli ve hayati olan, Kopenhag Kriterleri olarak belirlenen ilkeleri, AB üyesi olmadan da eksiksiz olarak hayata geçirebilmektir. Türkiye’nin sırtını Avrupa’ya çevirmeden “Demokratik Ortadoğu Birliği” gibi uzun vadeli, yeni vizyonel programları tartışması da gerekir. Ortadoğu coğrafyasının ilelebet, sürgit kan deryası olarak durmasına seyirci kalamayız. Türkiye kendi iç demokrasi ve barış hamlesini yapar ve başarılı olursa tüm Ortadoğu’ya hem öncü hem de model olur. Emperyalist müdahaleler de ancak böyle engellenebilir.

-Türkiye ekonomisi daralırken yoksul daha da yoksullaşıyor, orta sınıf eriyor, genç işsizlik tavan yaptı, enflasyon rakamları bile gizleniyor. Muhalefet, halkın sıkıntılarına cevap verebilecek etkin bir söylem, ekonomi politikası üretebiliyor mu? Halkın sorunlarından kopuk siyaset, iktidara has mı?

Olup bitenin ilk sorumlusu elbette AKP-MHP iktidarıdır. Halka hesap vermesi gerekenler bunlarıdır. Ama muhalefetin de hesap sorma noktasında yeterli derecede etkili olamadığı bir gerçek maalesef. Muhalefet, demokratik barışçıl gösteri hakkını kullanmaktan men edilmiş durumda. Oysa bu anayasal bir haktır ve iktidarları denetlemenin, hesap sormanın en etkili yollarında biridir. Sokağa her çıkanı darbeci, uluslararası güçlerin piyonu, terörist ilan etmek iktidarların işine geliyor. Ama muhalefet de buna razı gelerek dolaylı olarak onay vermiş oluyor. Elbette şiddetten ve provokasyondan uzak durulmalı ama demokratik gösteri hakkını kullanmaktan çekinen, korkan bir muhalefet fazlaca da etkili olamaz.

Kadın cinayetlerine, çevre katliamlarına, termik santrallara, savaşa, adaletsizliğe, işsizliğe, yolsuzluklara karşı miting yapmanın nesi demokrasiye, nesi Anayasa’ya aykırıdır. Gerekirse tüm muhalefet ortak mitinglerle her ilde halkın sesini, taleplerini görünür kılabilir. Burada dikkat edilmesi gereken şey, şiddet ve provokasyonlara karşı dikkatli ve örgütlü hareket edebilmektir. Bu konuda halka güvenmek zorundayız. 82 milyon yurttaşımızın her birinin, kendi ülkesinin iyiliği, geleceği ve yararı için hareket ettiğine, edeceğine inanmalı ve güvenmeliyiz. Zaten düzenli ve yasal mitingler yapılması önünde kimse kolay kolay engel de çıkaramaz. Yani sonuç olarak, halkın şikâyet ve taleplerinin miting meydanlarında da görünür olması, demokratik mücadelenin, muhalefetin hem hakkı hem de görevidir.