HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, kendisine yapılan suikast girişiminin korkutmak ve sindirmek amaçlı olduğunu, ellerinde kendilerine dönük değişik çevrelerin suikast hazırlığı içerisinde bulunduğu yönünde somut bilgilerin olduğunu kaydetti.

Silvan, Cizre, Sur, Nusaybin ve Gever'de yaşanan kolluk güçleri saldırılarına dikkat çeken Demirtaş, "Buradaki saldırıları durdurabilecek yegâne güç halkın öz gücüdür. Halkın öz direnişidir. Bunun dışındaki hiçbir güç yeryüzünde Türkiye'nin işlediği suçlardan dolayı hesap sormuyor" dedi.

HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, kendisine yapılan suikast girişimi, çözüm süreci, muhataplık tartışmaları, anayasa değişikliği, başkanlık sistemi, sokağa çıkma yasakları, özyönetim, Avrupa Özerklik Şartı, AKP hükümetinin Rojava ve Kürtlere yaklaşımı gibi gündemdeki konuları DİHA'ya değerlendirdi:

Dün size yönelik bir suikast girişimi oldu, daha önce de evinize polisin baskın girişimi olmuştu? Bu saldırı girişimlerini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Türkiye'de siyasetçileri özellikle de muhalif siyasetçileri, partimizde siyaset yapan arkadaşlarımızı hedef gösteren bir dili hükümet yanlısı medya çok kullanıyor.

Cumhurbaşkanı'ndan Başbakan'a kullandıkları dil bizi hedef gösteriyor. Bizi din düşmanı, vatan düşmanı, terörist ilan etmek bütün çevrelere açıkça hedef göstermektir.

Tabanımız nezdinde bir karşılığı yok ama toplumda bir nefret oluşturma, bir intikam ve kin duygusu oluşturma konusunda başarılı olduklarını görüyoruz.

Bu hedef gösterme sonucunda zaman zaman şahsımıza fiziki saldırılar gerçekleşiyor.

'BU SALDIRI BİZİ KORKUTAMAYACAK'

Dün akşam da zırhlı makam aracının arka camında kafa hizasında bir mermi izi tespit edildi. Doğrusu ben araçtayken mi yoksa indiğimiz sırada mı olmuş tespit edemedik.

Bir saatlik arada gerçekleşmiş olduğu anlaşılıyor. Atışın nereden yapıldığı tespit edilemedi. Mermi çekirdeği de bulunamadığı için nasıl bir silahtan ateş açıldığı bulunamadı. Kriminal laboratuar incelemesini yaptı. Bir şey çıkacağını zannetmiyorum.

Ama açıkça bir tehdit, bir korkutma amaçlı olduğunu düşünüyorum. Yaptığımız işin sonuçlarından korkan ve korktuğunu bu şekilde ifade eden bir saldırıdır bizim açımızdan. Bu saldırının bizi korkutmadığını, korkutmayacağını herkesin bilmesi lazım.

Her gün geçlerimizi, kadınlarımızı, yaşlılarımızı, bebeklerimizi toprağa veriyoruz. Her gün katledilen bir halkın temsilcileriyiz. Bizi ölüm korkusuyla, ölümle tehdit etmeye çalışanlar kendileri yanılırlar. Tedbirlerimizi de alıyoruz. Son zamanlarda bize dönük ciddi tehditlerde artış var.

Hem istihbarat üzeri hem de emniyete ulaşan bilgiler, değişik çevrelerin suikast hazırlığı içerisinde bulunduğu yönünde somut bilgiler var. Soruşturmadan bir şey çıkar mı? Hep beraber göreceğiz.

Diyarbakır Valiliği yaptığı açıklama ile suikast girişiminin olmadığını söyledi? Bu konuda gerekli incelemeler yapılmadan valiliğin böyle bir açıklama yapmasını neye bağlıyorsunuz?

Soruşturmanın tam bitmesi, kriminal laboratuar sonuçları çıkması lazım. Bunun tam bir suikast girişimi olup olmadığı resmiyete kavuşması açısından tamamlanması gerekirdi.

Fakat valilik ilk incelemeler sonucunda bir açıklama yapmış. Halkımızın içi rahat olsun zorlu bir mücadele yürütüyoruz. Bedel ödeyen bir mücadele yürütüyoruz. Bize dönük bu tür saldırılar her zaman olabilir.

Son dönemlerde Kürdistan'da devletin özyönetimlere yönelik saldırıları sonucunda birçok vekiliniz tartaklandı, yine partinizin Eş Genel Başkanı Sayın Figen Yüksekdağ gaz bombasıyla saldırıya uğradı, şimdi de size suikast girişimi oluyor, partinize yönelik tüm bunlar ne anlama geliyor?

7 Haziran seçimlerinde HDP'nin elde ettiği başarı AKP'nin tek adam sistemi AKP ve Erdoğan şahsında oluşturulmak istenen hegemonik sistemin engellenmiş olması büyük bir öfke yarattı. HDP'yi siyasi bir rakip olarak değil, bir düşman olarak görüyorlar.

Bütün politikalarını düşmanı yok etmek üzerine oluştururcasına HDP'yi hedefe koyarak çalışmalarını yürütüyor. Davutoğu ve Erdoğan'ın söylemleri de HDP'yi doğrudan düşmanlaştıran söylemlerdir. Polis saldırıları fevri kişisel birkaç polisin gerçekleştirdiği saldırıların ötesine geçiyor.

Ankara'dan planlı ve talimat verilerek geçekleştirilen saldırılardır. Saraya bağlı özel bir ekip var. Bunlar ne Vali ne de Emniyet Müdürü'nü dinlemiyor. Başbakan ve saray merkezli koordinasyon içinde çalışmalar yürütüyorlar.

Duvarda yazı yazanlar, halkı tahrik eden, halka saldıran, cenazeleri yakan, cenazeleri sürükleyen, milletvekillerini şiddetle saldıran ekiplerin tamamı incelendiğinde onlarla karşılaşırsınız. Bu nedenle devlet ortaklaşması üzerinden Kürt halkı üzerinde bir baskı var.

HDP'yi siyasetten bitiremediği için şiddetle boyun eğdirme tehditle itibarsızlaştırmak isteniyor. Karşımızdaki saldırgan grup nasıl topyekûn bir saldırı yürütüyorsa, direnen bütün güçlerin de bütün demokrasi güçlerin de topyekûn bir direniş göstermesi gerekir ki bu saldırılara karşı başarılı olunabilsin.

Kürt coğrafyasının en önemli gündemi sokağa çıkma yasaklarıdır. Devlet bununla ne yapmak istiyor?

Kürdistan'da uygulanan sokağa çıkma yasakları iç hukukta yeri yoktur. Meşru değildir. Cumhurbaşkanı ve Başbakan bu uygulamaları açıkça savunmaktan çekinmiyorlar. Ülke yasadışı bir yönetim modeliyle yönetiliyor.

Bir şehrin tümüyle uzun süre sokağa çıkma yasakları Türkiye'de olağan karşılanıyor. Çünkü tarih boyunca Kürdistan'a özel bir hukuk uygulandı. Osmanlı döneminde de öyleydi. Osmanlı döneminde İstanbul'daki hukuk ile Kürdistan'da uygulanmadı hiçbir zaman. Bütün dünyanın gözü önünde büyük bir suç işleniyor.

'SALDIRILARI DURDURABİLECEK YEGANE GÜÇ KENDİ GÜCÜMÜZDÜR'

Ama Türkiye bunun hesabını sorulmayacağını düşünüyor. Buradaki saldırıları durdurabilecek yegâne güç halkın öz gücüdür. Halkın öz direnişidir.

Bunun dışındaki hiçbir güç yeryüzünde Türkiye'nin işlediği suçlardan dolayı hesap sormuyor. Yakın zamanda da sorulacağını düşünmüyoruz. Silvan, Cizre, Sur, Nusaybin, Gever'de uygulanan insan hakları ihlalleri sıradan normal ihlaller değildir.

Çok ağır insan haklarıdır. Kentin tamamı ve günlerce sürecek sokağa çıkma yasakları çok ağırdır. Sokağa çıkma yasağının olduğu yerde devlet elini kolunu sallayarak katliam yapmak, suç işlemek için sokağa çıkma yasaklarını ilan ediyor.

Basın oraya girip suçları tespit etmesin diye bütün bunları gerçekleştiriyor. Uluslararası ve Türkiye'de bunun hesabını soracak bir savcı bir yargıç, bir mahkeme yoktur. Bunu bilmemiz gerekir. Ancak bunların karşısında direnerek öz gücümüzle karşı durabiliriz.

Meclis tekrar faaliyetlerine başlıyor. Türkiye'nin kronikleşmiş birçok sorunu aciliyetini koruyor. Önümüzdeki dönemde HDP nasıl bir siyaset izleyecek?

Sorunların çözüm adresi parlamentodur. Çözüm süreci yeniden başlamalı ve parlamento merkezli olmalıdır. Nasıl yani parlamentoda tüm partilerden oluşacak bir komisyon çözüm sürecini yürütmekten sorumlu olmalıdır.

Ve İmralı'da Sayın Öcalan ile görüşmeler gerçekleştirmelidir. Çözüm sürecine en fazla katkı sunan kişidir. Onun görüş ve önerilerini almalıdır bu komisyon. Yine Kandil'le görüşmek gerekiyorsa Kandil'le görüşmeler yapmalıdır. Bunun dışında sivil toplum örgütleriyle görüşmeler yapmalıdır.

Sonra da parlamentoya sunup gerekli adımlar atılmalıdır. Bunlar yapıldığı takdirde inanıyorum ki 6 ay içerisinde yeni Anayasa dahil olmak üzere birçok yasada nelerin yapılması gerekir diye yol haritası parlamentoda şekillenir.

Silahsızlanma, geri çekilme bütün bu mevzuların çözüme kavuşması ve gerekli yasaların çıkması, çözüm sürecinin yasal zemine oturması için mutlaka parlamentonun sürece dahil olması gerekir. Yeni Anayasa Kürt sorunun çözümünden uzak hazırlanmamalı.

Bu da yüz yıldır inkar edilen Kürt halkının siyasi statüsü tartışılacak bir Anayasa olması gerekir. Özyönetim ve özerklik modelidir. Bunu tüm Türkiye için öneriyoruz. Müzakere bir an önce başlaması gerekir.

Gündemde yeni Anayasa ve Başkanlık sistemi tartışması var. Bu konudaki partinizin politikası ne olacak?

Başkanlık konusunda Türk medyası çarpıtarak farklı yerlere çekti. Erdoğan'ın önerdiği model ile ilgili tutumumuz nettir. Bu konuda kesinlikle evet deme noktasında değiliz.

Bu noktaya gelmemiz için bir durum da söz konusu değildir. Bir pazarlık içinde de değiliz. AKP'yle bir uzlaşma çabası içinde de değiliz.

AKP'nin önerdiği model başkanlık modeli değildir. Dünyadaki hiçbir başkanlık modelini AKP önermiyor. Türkiye'ye özel bir model de önermiyor. Bir diktatörlük öneriyor. Buna kesinlikle karşıyız. Modern anlamda bir başkanlık modelinin tartışması için bir zemin de yok. Ne siyasi olarak ne de sosyolojik olarak. AKP'nin ülkeyi getirdiği durumdan, bir başkanlık modelini tartışacak ortamda değiliz. Gerçekten sağlıklı bir başkanlık tartışması yapılsaydı.

'AKP'NİN TEK ADAMLIK MODELİNE  KESİNLİKLE KARŞIYIZ'

Partimiz bu tartışmayı yapmaktan geri durmazdı. Bizim de başkanlığa dair fikirlerimiz var. Hangi modelin daha iyi olacağı görüş ve önerilerimiz var. Biz mevcut durumu zaten savunmuyoruz. Yönetim biçimi iyidir demiyoruz.

Biz de değişmeli diyoruz. Yeni bir model öneriyoruz. Ama AKP'nin tek adam diktatör sistemi nedeniyle başkanlık tartışılamıyor. Başkanlık tartışması açıldığında Erdoğan başkan olacak mı olmayacak mı? Tartışma hemen bu noktaya getiriliyor. AKP'nin tek adamlık Erdoğan modeline kesinlikle karşıyız. Buna de evet diyemeyiz.

 AKP Hükümeti Kürt sorununu "Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi" ile yeni muhataplarla çözeceğini söylüyor? Bu politikası gerçekçi mi?

AKP'nin bu politikalarını bizim özgüven ile desteklememiz gerekiyor. HDP olarak AKP'nin bu girişimini destekliyoruz, buyursun denesin.

Hangi aşiret lideriyle, hangi korucu başıyla, hangi Kürt'le, hangi kanaat önderiyle, hangi siyasi partiyle çözmek istiyorsa buyursun çözsün. Biz kesinlikle karşı çıkmayacağız. HDP olarak kesinlikle karşı değiliz, çözebiliyorsa biz kesinlikle ayağına pranga olmayacağız.

Sanki AKP çözmek istiyor da bir engel oluyoruz gibi bir tutum içerisinde girmeyeceğiz. Kiminle çözmek istiyorsa buyursun onunla çözsün. Çözebiliyor mu, çözemiyor mu yakın zamanda ortaya çıkacaktır. Önemli olan zihniyettir.

Demokratik temelde siz Kürt sorununu çözmeyi önünüze koymazsanız, zaten muhatap arayışı konusunda da sağa sola çaptırtmaya devam edersiniz ve AKP'nin de yaptığı budur. AKP'nin çözüme niyeti yok.

Sorunu çözmek istese, ortada bir muhataplık tartışması yok. Sorunun muhatapları belli, çözümü belli, hangi adımların da atılacağı bellidir. Asıl sorun AKP'nin çözüm iradesinin olmamasıdır.

'MHP  İLE OTURUP KÜRT SORUNUNU ÇÖZSÜNLER'

Kürt halkının siyasi statüsünü kabul etsinler, Kürt dili ve tarihi önündeki engelleri kaldırsınlar, Kürtçe eğitimi kamusal alan dahil her alanda serbest bıraksınlar, Kürtlerin kendi kimliği ile örgütlenme hakkı ve Kürtlerin kendilerini Türkiye'de var etme hakkını tanısınlar, Kürt halkının ekonomik sorunlarının çözümü noktasında proje geliştirsinler, hepimiz saygı duyalım.

Ancak aşiret liderleri ile tasfiye programları ve projeleri konuşacaklarsa bu da onların bileceği iştir. AKP bunu denemeden ve kamuoyunda fiyasko ile sonuçlanmadan bu politikalardan vazgeçmeyeceği görülüyor. Muhatap biz değilsek buyursun çözsünler. Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) ile oturup Kürt sorununu çözsünler.

 Bir yandan Avrupa Birliği Özerklik Şartı'nın kaldırılacağı söyleniyor, öte yandan özyönetim ilan edilen ilçeler ablukaya alınıyor ve insanlar öldürülüyor, ilçeler yıkılıyor? Sizce AKP bu konuda tutarlı bir politika izliyor mu?

Avrupa Konseyi'nin kabul ettiği yerel yönetimler ve özerklik şartı, Kürt halkının siyasi statü olarak ortaya koyduğu özerklik ile aynı değildir.

Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı belediye yetkilerinin artırılması ile ilgili bir konudur. Herhangi siyasi statü içermez. Hükümet Avrupa Özerklik Şartı'na koyduğu çekinceleri kaldırırsa bu olumlu bir adımdır.

Türkiye'de yerel yönetimlerin güçlendirilmesi noktasında ileri bir adım olur ve biz bunu destekleriz. Çekincelerin kaldırılmasını bizde savunuyoruz. Ama bu Kürt halkının statü talebinin karşılandığı anlamına gelmemektedir.

Kürt halkının özyönetim ilan ettiği kentlerde devlet baskısı ile tank ve toplarla yapılan saldırılardan anlaşıldığı gibi, AKP'nin Kürt halkına dönük siyasi statü ile ilgili olumlu bir yaklaşımı yoktur. Tam tersine kırmızıçizgi olarak kabul etmiştir. Kürt halkının kendi kendini yönetecek hiçbir modeli Türkiye Cumhuriyeti ve AKP hükümeti kabul edecek bir noktada değildir.

Türkiye bir yandan Rojava'nın Girê Spî ilçesine saldırıyor, diğer yandan "Bayırbucak Türkmenleri katlediliyor" diyerek şikâyet ediyor. Türkiye'nin Suriye politikası nereye gidiyor?

Türkiye Suriye'deki politik hatalarından geri dönüş yapmış değil. El-Kaide bağlantılı güçler ile birlikte çalıştılar ve desteklediler. Onlar üzerinden vekâlet savaşı yürüttüler. Hem Suriye rejimini bu şekilde düşürmeyi düşündüler, hem de Kürtlerin bir Suriye'de bir hak elde etmelerini engellemeyi düşündüler.

Fakat dünyanın başına bela olmuş bir örgütü kendi elleri ile büyüttüler. Sadece Türkiye'nin değil Katar'ında burada büyük bir payı var. Kendi çıkarları doğrultusunda Suriye'de sahaya sürdüler. Şimdi gelinen noktada kontrol edilmesi zor ve artık kimler adına çalışan güçler olarak ortaya çıktı.

Bütün bu güçler insanlık değerleri adına bir vahşet örgütüne dönüştüler. Bunları ortadan kaldırabilmek için oradaki Kürt güçleri ile ortaklaşmadan mümkün olmayacağını da gördüler. Amerika ve Suriye bunu net olarak görüyor. Bu konuda tutumunu değiştirmeyen bir tek Türkiye kaldı. Türkiye Suriye'deki Kürtleri tehdit olarak görüyor, IŞİD'i bir tehlike olarak görmüyor.

'DAVUTOĞLU YALAN SÖYLÜYOR'

Suriye'de katledilen hangi halklar olursa biz bunun karşısında duracağız. Hiçbir ayrım yapmadan hepsine yardım edilmesi gerektiğini de ifade ediyoruz.

Oradaki Türkmen, Arap ve Ermeni halklarına da mutlaka destek sunulması gerekiyor. Ama Türkiye bu konuda ikiyüzlüdür. MİT TIR'ları olarak hatırlanan TIR'ların insani yardım götürdükleri söyleniyordu. Oysa giden yardımlar Türkmenlere de gitmemiş ve insani yardımda değilmiş. Bunların hepsi silah ve mühimmat doluydu ve hepsi IŞİD'e ulaşmış.

Türkmen temsilcileri bunları ifade ettiler. Davutoğlu çok açık bir şekilde yalan söylüyor. Şimdi çıkmış diyor ki MİT TIR'larını durduranlar Türkmen katliamlarından sorumludur. Türkiye Türkmenlere bir yardım göndermedi, Nusra'ya IŞİD'e yardım gönderdi. Bundan sonrası için umut ediyoruz ki Türkiye Suriye'nin inşası için çaba gösterir ancak bugün Türkiye'de böyle bir çabanın sinyali görünmüyor.

Cumhurbaşkanı ve hükümet yetkilileri sürekli "imha ve inkar politikasını ayakları altına aldıklarını" söylüyor ancak Viyana ve G-20 Zirvesi'nde tüm enerjisini Kürtlerin kazanım elde etmemesi için harcadı? Güney'de, Rojava'da, Kuzey'de Kürtlere karşı bir savaş yürütülüyor. Sizce imha ve inkar politikası bitti mi?

G-20 Zirvesi'nde Kürt halkına karşı bariz düşmanlık bir kez daha gözler önüne serildi. Davutoğlu ve Erdoğan hiçbir zaman IŞİD'i tek başına dile getirmezler. IŞİD'i, YPG, PYD ve PKK ile birlikte telaffuz ediyorlar. IŞİD'i aslında terör örgütü olarak görmüyorlar.

Hiçbir zaman IŞİD'e karşı bir konsept içerisine girmediler. Böyle bir zihniyetleri de söz konusu değil, asıl dertleri YPG ve Kürt güçleridir. G-20 Zirvesi'nde de bunu diğer ülkelere kabul ettirmeye çalıştı ama herkes gerçeklerin farkında.

YPG ve PYD'nin herhangi bir güce karşı tek bir terör eylemi olmadı. Dünya, PYD'yi niye terör ilan etsin? YPG kendi topraklarında barbar bir zihniyete karşı onurlu bir direniş sürdürüyor. YPG Türkiye'ye tek bir kurşun sıkmadı neden böyle bir çaba içerisine giriyorlar. Tek dertleri Kürtlerin güç haline gelmemesidir.

'PYD'Yİ DESTEKLEMESİN, KÜRT HALKINI DESTEKLESİN'

Türkiye, Kobanê, Cizîr ve Efrîn'in inşasında yer alsın. İnsani yardım sunsun, bir şişe su göndersin. Ama Kürt halkına giden insani yardımları bile engelliyorlar. Cenazelerin geçişine izin vermiyorlar.

PYD'yi desteklemesin, Kürt halkını desteklesin. Bu bariz bir Kürt düşmanlığıdır. Dünya asıl terör politikalarının kimler tarafından uygulandığını çok net görüyor ve Amerika'da, Rusya'da, Avrupa'da PYD ile çalışmaktan memnun. PYD'nin de bu konumunu koruması gerekiyor. Kendini daha iyi anlatması gerekiyor.

Geçtiğimiz günlerde 43 ülkenin misyon şefleriyle bir araya geldiniz, yurtdışına yönelik birçok diplomatik geziniz oldu. Partinize, Kürt sorunu ve Kürt halkına yönelik genel yaklaşım nasıl?

Herkesi gözü kulağı aslında HDP'de, HDP bugün hükümetten daha çok ilgi görüyor. HDP'nin barışçıl siyaseti ve sorunların barışçıl yollar ile çözülmesi ısrarı çok etkilidir. Çoğulcu demokrasi ve birlikte yaşam projesi dünyanın dikkatini çekiyor.

HDP, Sayın Öcalan ve PKK gerçeğini reddetmeyen bir hareketiz. Onlarla görüşebilen bir hareketiz. Kandil, İmralı ve Ankara'da görüşmeler yapan bir hareketiz. Bu yönüyle de herkesin dikkatini çekiyoruz. İlkelerinden taviz vermeden büyüyen bir demokrasi gücü olarak HDP'nin uluslar arası kamuoyunda büyük bir itibar kazandığını söyleyebiliriz. Aldığı oyun çok daha üstünde büyük bir karşılığı var.

Kürdistan'da direnişin sürdüğü kentlere bir mesajınız var mı?

Nusaybin, Sur, Silvan, Gever ve Cizre başta olmak üzere direnişin olduğu her yerde bedeller de ödeniyor. Halkımız iyi bilmelidir ki, biz bütün sorunların çözümü noktasında arayış içerisindeyiz. Direniş çok anlamlıdır ve direnişe çok saygı duyuyoruz. Gençlerin sergilediği duruş tarihidir. Ödenen bedeller bizler açısından çok büyük bir değerdir. Kesinlikle halkımızın başarıya ulaşacağından şüphemiz yoktur. Bununla birlikte halkın da bize dönük eleştirileri vardır, farkındayız. Halkımızın HDP'den haklı beklentileri var iyi biliyoruz. Tek bir geri adım atmadan demokratik mücadeleyi sürdüreceğiz. Nusaybin'de direniş devam ediyor, direnen halkımızı kutluyor ve selamlıyoruz.